|
Kitap Dünyası Kitaplarla ilgili tüm paylaşım burada. |
Seçenekler | Stil |
03-09-2010, 11:38 | #1 |
Son Ada (Zülfü Livaneli) Özeti, Konusu
Livaneli'den alegorik ve sarsıcı bir roman...
Darbeci bir başkan, emeklilik yıllarını geçirmek üzere, herkesin her şeyiyle hoşnut olduğu cennet bir adaya yerleşir. Başkan, ruhuna dek işlemiş olan yıkıcılık potansiyelini, geçmiş politik gücünden de yararlanarak kullanmaya kararlıdır. Bu doğrultuda tüm adayı etkileyecek müdahalelere girişir. Önceleri sıradan görünen bu müdahaleler, sonunda düşmanı düşmana kırdırmaya dek varacaktır. Başta martılar olmak üzere, ada halkı dahil tüm canlılar Başkan'ın acımasızlığından payını alacaktır. Bu arada durdurulamaz görünen bu gidişe direnen bazı sesler de vardır. Livaneli Son Ada'da, düşsel bir ülkede yaşanan aslında hepimizin aşina olduğu olayları alegorik bir anlatımla verirken, politik ve kişisel ihtiraslarla topluma ve doğaya müdahalelerin sonuçlarını da gözler önüne seriyor. Livaneli'nin "Son Ada"sı Livaneli, cennet bir adanın darbeci bir Başkan’ın gelmesiyle cehennem adaya dönüşmesini işleyen ve bugün piyasaya çıkan romanı “Son Ada”yı anlattı. Zülfü Livaneli, “Sevdalım Hayat”ın ardından yeni kitabı “Son Ada” ile bir kez daha okurlarıyla buluştu. Roman güzel bir adada, daha doğrusu Başkan gelene kadar güzel olan bir adada geçiyor. İnsanların mutluluk içinde yaşadığı ada, diktatör Başkan’ın gelmesiyle bir anda kimlik değiştiriyor. O güne kadar dostça yaşamış olan ada halkı,diktatörün zorbalıklarıyla ikiye bölünüyor, birbirlerine düşman kesiliyor. Cennet ada, ’cehennem ada’ya dönüşüyor. “Son Ada” cennet gibi bir yer ama darbeci Başkan’ın burada ev almasıyla bu cennet değişmeye başlıyor. Ne yapsak da devlet şiddetinden kaçamaz mıyız? Günümüz dünyası insanoğluna nefes alma fırsatı bırakmıyor. Dağ başına, denizin ortasına, ormanlara kaçsanız bile kapitalizm şiddeti, devlet şiddeti, inanç şiddeti yani şiddetin herhangi bir biçimi peşinizden kovalıyor. Hepimiz kendimize itiraf edelim: Bütün hayalimiz, kötülüklerin bizi bulamayacağı ıssız bir köşe bulmak değil mi? Ama ne yazık ki böyle bir köşe yok. Ölüleri bile korkutur Diktatörler öldürme bağımlısı mıdır? Diktatörler güç bağımlısıdır. Gücü korumak için öldürürler. On yedi yaşındaki çocukların idam edilmesine neden olurlar. “Asmayalım da besleyelim mi” derler. Bir de korkarlar. Korkularından dolayı sürekli öldürürler. Franco’yu düşünün. Ne kadar çok insan öldürdü. Hem de Lorca gibi insanları. Ne için? Çok korktukları için. Öldükten sonra Franco’nun mezarının üstüne hiç kimsenin yerinden oynatamayacağı ağırlıkta bir kaya koydular. Ölüleri bile korkutuyor bunların. Bir yönetimin faşistliğini nasıl anlarız? Çağımızda demokrasi yok, bir demokrasi fetişizmi var. Adam öldüren, insanları süründüren bir demokrasi olabilir mi? Amerika’da Al Gore 600 bin oy daha fazla almasına rağmen, seçim sisteminin cilvesi yüzünden George W. Bush seçildi ve bir milyon insan öldürüldü. Seçilmiş Blair de yardakçısı oldu. Şimdi de bu adamlar yüzünden dünya ekonomisi yıkılıyor. Buna değer mi? Tutarlı olmak için bütün seçilmişleri kutsayacaksınız! Bu açıdan bakarsanız Hitler de seçilmiş liderdi, Saddam da. Seçilmek tek ölçütse, niye onlara karşı çıkılıyor? Solon “Demokrasi eşitler arasında olur!” demişti. Elbette kölelerin oy kullanmadığı Atina demokrasisini kastetmiyorum ama çağımızda eğer demokrasi kavramı kitle katliamlarına ve faşizme yol açabiliyorsa, burada düşünülecek ve düzeltilecek bir sorun var demektir. Temel silah, düşman Totaliter bir yönetim kendine düşman mı arar? İşin doğası bu... Düşman yaratmak bir diktatörlüğün en temel silahı... İnsanları mobilize etmek, bir hedefe yönlendirmek için ortak bir düşman yaratmak zorundalar. Komünizm hayaletinin yerine İslam’ı koymaları rastlantı değil. Tarih boyunca böyle oldu. Romanda yuvaları dağıtılan, yumurtaları kırılan martılar, bir süre sonra bu şiddete adanın marangozunu vahşice öldürerek yanıt verdi... Şiddet bir kez başladıktan sonra geri dönüş mümkün mü? Başlangıçta, şiddete uğrayana sempati duyulur ve direniş hakkını kullanması alkışlanır. Ama şiddete uğrayanlar bunun ölçüsünü kaçırır ve kendileri de zalim bir şiddet uygulamaya başlarlarsa bağışlanacak tarafları kalmaz. Acıların kitabı Bu roman için özelde 12 Eylül’ün, genelde de tüm darbelerin saçmalığını anlatan bir roman diyebilir miyiz? Saçmalığını mı diyelim, trajedisini mi? Hem sadece 12 Eylül’ün ve Türkiye’nin değil, yaşanan bütün acıların romanı bu. Romanı okuyan herkesin aklına Başkan’ın Kenan Evren olup olmadığı gelecek. Belki Türk okurlar Evren diyecek, başka ülkeler bu kişiyi Pinochet’ye, Papadopulos’a, Galtieri’ye benzetecek. Önemli olan bu prototipin varlığı. 1980 Anayasası, 12 Eylül Darbesi sırasında Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin o günkü kararlarından ötürü yargılanmalarını engelliyor. Türkiye’nin her türlü meseleyi tartıştığı bir dönemde bunun tartışılmaması size samimi geliyor mu? Yunan Cuntası’nın lideri Papadopoulos ömrünü hapiste tamamladı. Ölmeden önce bir gün Mikis Theodorakis’le konuşuyorduk. Mikis orada çok önemli bir şey söyledi. Dedi ki: “Bizim bu yaşlı adamı hücrede tutmak diye bir derdimiz yok ama bir simge olarak hapisten çıkmamalı. Herkes bu örneği hatırlamalı ve demokrasiye kasteden insanların affedilemeyeceğini bilmeli.” Ben de aynı duygular içindeyim. İnsanlar bazı kitapları alarak statü kazanmaya çalışıyor Romanınızda “roman sanatına” da değiniyorsunuz. Yazar, hikayeler yazan anlatıcımızla konuşurken “Proustvari yazma. İçindeki sesi bul” diyor. Bir yazar içindeki sesi nasıl bulur? Ne yazık ki çağımızda edebiyat da diğer bütün sanat türleri gibi çok ticarileşti. Para ve ün için yazılıyor, ticaret yapılıyor, insanın yüreğini dökme ihtiyacından kaynaklanması gereken sanat, bir yükselme aracı gibi kullanılıyor. Çehov bunun için mi yazıyordu, Stendhal’in amacı para mıydı, şöhret miydi? Ya yensiz yakasız bir gömlekle köyüne çekilen, bütün toprağını yoksul köylüye bağışlayan Tolstoy. Şimdi modalar var. Londra’da New York’ta yaratılan modalarla okurlar etkilenmek istiyor. Günümüz modasında, bir plastik parçasının üzerine marka işaretleri koyup, hakiki deriden daha pahalıya satıyorlar. Mahmutpaşa’da görseniz almayacağınız rüküşlükler, üzerinde marka yazıyor diye dünyanın parasına satılıyor. Çünkü insanlar bunları satın alarak prestij ve statü kazanmak istiyorlar. Edebiyatta da durum aynı. (Vatan) |
|
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|