|
Türkiye'miz - Türk Kültürü ve Türk Tarihi Türk kültürü ve tarihi ile alakalı bilgi paylaşımı bu başlık altında |
Seçenekler | Stil |
02-03-2008, 15:18 | #1 |
Mehmet Akif Ersoy (1873-1936)
MEHMET AKİF ERSOY (1873-1936)
Türk, şair. İstiklal Marşı'mızın yazarı. İstanbul'da doğdu, 27 Aralık 1936'da aynı kentte öldü. Bir medrese hocası olan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona "Rağıyf" adını vermiş, ancak bu yapma kelime anlaşılmadığı için çevresi onu "Âkif" diye çağırmıştır. Babası Arnavutluk'un Şuşise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır. Mehmed Âkif ilköğrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı. Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi. Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye'de "hürriyetçi" öğretmenlerinden etkilendi. Fatih camii'nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede'nin derslerini izledi. Türkçe, Arapça, Farsça, ve Fransızca bilgisiyle dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı. Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı. 1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi. Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma olanağı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı. 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayımlamadı. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar yazmaya, şiirler ve çağdaş Mısırlı İslam yazarlarından çeviriler yayımlamaya başladı. 1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine'ye uğradı. Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusundaki görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfununda edebiyat dersleri vermeye devam etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti. I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü olan Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı'nın akışını Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı uygarlığının gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında profesör İsmail Hakkı İzmirli'yle birlikte Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi. Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan ulusal direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmed Âkif bu vilayette halkın kurtuluş hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı. Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi. Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, laik bir Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine Mısır'da sürekli olarak yaşamaya karar verdi. 1926'dan başlayarak Camiü'l-Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı. Bu gönüllü sürgün yaşamı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye'ye döndü ve İstanbul'da öldü. ESERLERİ : Manzum Kitapları 1. Safahat Birinci Kitap : İçinde 44 manzumevardır. Toplamı 3 000 dize kadardır. Konularını toplumun acı çeken çeşitli kesimlerinden, hürriyet, istibdat gibi siyasal olaylardan, şairin mistik duygularından ve bu dünyevi vazifelerden almaktadır. 2. Safahat İkinci Kitap : Süleymaniye Kürsüsünde Süleymaniye Camii'ne giden iki kişinin söyleşilerini içeren bir başlangıçla kürsüde Seyyah Abdürreşit İbrahim'i konuşturan uzun bir bölümden oluşmaktadır. 1 000 dizedir. 3. Safahat Üçüncü Kitap: Hakkın Sesleri Toplumsal felaketler karşısında insanları uyarmak için gerçek İslami mesajı yansıtmaktadır. Toplamı 500 dize tutan 10 parça manzumedir. Manzumelerde Akif, partizanlığa, umutsuzluğa, ırkçılığa ve ateizme çatmaktadır. 4. Safahat Dördüncü Kitap: Fatih Kürsüsünde İki arkadaşın Fatih yolundaki konuşmalarını içeren bir bölümle, Fatih Camii Kürsüsü'ndeki vaizin konuşması olarak verilen uzunca metni içermektedir. 1 800 dizedir. Toplumsal ve siyasal bir yergidir. Tembellik, gerilik ve batı mukallitleri hedef alınmıştır. 5. Safahat Beşinci Kitap: Hatıralar Tümü 1 600 dizedir. Manzumelerde toplumsal felaketler karşısında Allah'a yakarılmakta, İslamiyeti gerektiği gibi ve geri kaldığı için tembel halk ve aydınlar suçlanmakta, Akif'in gezdiği yerlerdeki izlenimleri anlatılmaktadır. 6. Safahat Altıncı Kitap: Asım 2 500 dizelik tek parçadan meydana gelmektedir. Savaş vurguncuları, köylülerin durumu, geçmişe bakış anlayışı, eğitim-öğretim, medrese, ırkçılık, batıcılık, gençlik gibi birçok konu üzerinde durmakla birlikte, Akif'in gerçek görüşünü temel alır. Hocazade(Akif) ile Köse İmam arasında karşılıklı konuşmalar biçiminde geliştirilmiştir. 7. Safahat Yedinci Kitap: Gölgeler Akif'in 1918-1933 yılları arasında yayımlanmış manzumelerini içermektedir. Bunların toplamı bir kısmı kıta olmak üzere 41'dir. Manzumelerin üçü ayet yorumu olarak kaleme alınmıştır. Yazdıkları dönemin Akif üzerindeki etkilerini yansıtmaktadır. 8. "Son Safahat" : Ölümünden sonra, damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından Akif'in basılmamış şiirleri bir araya getirilerek bu ad verilmiş ve 1943'teki toplu basımın sonuna konmuştur. 16 manzumedir ve birçoğu kıtadır. Safahat'ın daha sonraki basımlarında "Son Eserleri" başlığı altında verilmiştir. M.Ertuğrul Düzdağ'ın tertip ettiği 8. Basımda bunlara 11 yeni manzume eklenmiştir. 9. Safahat (Toplu Basım) : 6 Safahat'ın ve Son Safahat'ın yeni harflerle toplu basımıdır. Ömer Rıza Doğrul tarafından basıma hazırlanmış, bir mukaddime, indeks ve önsöz konulmuştur. NESİRLER 1. "İttihat yaşatır, Yükseltir, Tefrika Yakar Öldürür" Mehmet Akif ile Aksekili Ahmet Hamdi Bey'in, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Şehzadebaşı Kulübü'nde yaptıkları birer konuşma "Mev'aziz-I Diniye Birinci Kısım" adıyla bastırılmıştır. Buradaki 54-60. Sayfalar Mehmet Akif'in konuşmasını kapsamaktadır. 2. Kastamonu'da Nasrullah Kürsüsü'nde Akif'in Kastamonu Nasrullah Kürsüsü'nden yaptığı konuşmasıdır. Akif, Sevr Anlaşması'nı anlatmaktadır. 3. Kur'an'dan Ayetler ve Nesirler Üç bölümlük eserin birinci bölümünde Kur'an Tefsirleri, ikinci bölümde Milli Mücadele döneminde yazılmış üç tefsiri ile Kastamonu ve ilçelerindeki vaazları üçüncü bölümde ise edebiyat yazıları, hasbihalleri yer almaktadır. 4. Mehmet Akif Ersoy ( Safahat ve İstiklal Marşı Şairi), Kur'an -I Kerim'den Ayetler (Meal-Tefsir)- Mev'izeler (Balkan Harbi'nde-Milli Mücadele'de) Hazırlayan: Suat Zühtü Özalp. Birinci kısımda Akif'in yorumladığı ayetlerin Kur'an yazısı ve Latin harfleriyle okunuşu, meali ve tefsiri veriliyor. Bunların sayısı 32'dir. İkinci kısım da sekiz konuşma vardır. Bunlardan üçü Balkan Savaşı yıllarında yapılmıştır. Zağanos ve Nasrullah Camiileriyle Kastamonu ve ilçelerindeki konuşmalarından oluşur. 5. Mehmet Akif, İstiklal Marşı Şairimizin İstiklal Harbindeki Vaazları Hazırlayan: Hasan Boşnakoğlu 6. Babanzade Ahmet Naim, Profesör Abbas Mahmut Akkad, Mehmet Akif: İman ve Ahlak Hazırlayan: Süleyman Fahir 7. Mehmet Akif Ersoy Hutbeler, sadeleştiren Maruf Evren KİTAP OLARAK BASILMIŞ ÇEVİRİLER 1. Müslüman Kadını Mısırlı Ferid Vecdi'den tercüme edilmiştir. 2. Hanoto'nun (Hanotaux) Hücmuna Muhammed Abduh'un İslami Müdeafaası Fransız Dışişleri Basanlarından Hanotaux, yazdığı bir makalede, İslamın medeniyeti kabule elverişli olmadığını ileri sürmüş, Muhammed Abduh da buna bir cevap vermiştir. Akif'in bu çevirisi, daha sonra kitap haline getirilmiştir. 3. İçkinin Hayat-I Beşerde Açtığı Rahneler Abdülaziz Çaviş'ten çevrilmiştir. 4. Anglikan Kilisesi'ne Cevap Abdülaziz Çaviş'ten tercüme edilmiştir. Kitap ayrıca "Hazreti Ali'nin Bir Devlet Adamına Emirnamesi" adıyla da Mehmet Akif'in çevirisinden yayımlanmıştır. 5. Mehmet Akif Külliyatı Hazırlayan İsmet Hakkı Şengüler. Akif'in çevirilerine ayrılmıştır. Diğer Çeviriler 1. Orani (Kamil Flamaryon'dan) 2. Hadika-i Fikriyye (Ferit Vecdi'den) 3. Müslümanlıkla Medeniyet (Ferit Vecdi'den) 4. Medeniyet-i İslamiye Tarihi'nin Hataları (Şiblinnumani'den) Corci Zeydan tarafından yazılan Medeniyet-i İslamiye Tarihi adlı eserin hatalarını göstermek amacıyla Hintli Şiblinnumani'nin yazdığı eserlerdir. 5. Asr Suresi Tefsiri ( Muhammed Abduh'dan) 6. Alemi İslam: Hastalıkları ve Çareleri ( Abdülaziz Çaviş'ten) 7. Müslümanlık Fikir ve Hayata Neler Bahşetti? ( Abdülaziz Çaviş'ten) 8. Kavmiyet ve Din, İslam ve Medeniyet ( Abdülaziz Çaviş'ten) 9. Esrar-ül Kur'an (Abdülaziz Çaviş'ten) Bu eserin çoğu bölümünü Mehmet Akif Ersoy tercüme etmiştir. 10. İslamlaşmak (Sait Halim Paşa'dan) Fransızcadan çeviridir. |
|
|
|
02-03-2008, 15:19 | #2 |
İSTİKLAL MARŞI
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma; kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl... Hakkıdır, hakka tapan, milletimin istiklâl Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım! Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner aşarım; Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın afakini sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! nasıl böyle bir imanı boğar, Medeniyet! dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş! yurduma alçakları uğratma, sakın. Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın. Doğacaktır sana vadettiği günler hakkın. Kim bilir belki yarın... belki yarından da yakın. Bastığın yerleri «toprak!» diyerek geçme, tanı: Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda, fışkıracak, toprağı sıksan şüheda! Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. Ruhumun senden, ilahi şudur ancak emeli, Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli. Bu ezanlar - ki şahadetleri dinin temeli- Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli, O zaman vecdile bin secde eder - varsa - taşım. Her cerihamdan, ilâhi boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır ruhu mücerret gibi yerden naşım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır; hakka tapan, milletimin istiklâl. ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE Şu Boğaz Harbi nedir ? Var mı ki dünyada eşi ? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya, Ne hayâsızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle "bu, bir Avrupalı" Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi! Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer, Yedi iklimi cihanın duruyor karşında; Ostralya'yla beraber bakıyorsun Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler, rengârenk. Sâde bir hadise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani tâûna da züldür bu rezil istîlâ... Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla sefil, Kustu Mehmed'ciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müthiş ki: eder her bir mülkü harab. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı: Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam; Atılan her lâğımın yaktığı yüzlerce adam. Ölüm indirmede. gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak; Boşanır sırtlara, vadîlere sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!.. Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm? Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerir azmini tevkîf edemez sun-u beşer; Bu gögüslerse Hüdâ'nın ebedî serhaddi; "O benim sun-u bedîim, onu çiğnetme!" dedi. ÂSIM'ın nesli.. diyordum ya... Nesilmiş gerçek; İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek, Şühedâ gövdesi, baksan a, dağlar, taşlar O, rükû olmasa dünyâda eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor; BİR HİLÂL uğruna, yâ Rab, ne GÜNEŞLER batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!.. Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor TEVHÎDİ... BEDR'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi... Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni târîhe!" desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. "Bu, taşındır" diyerek KÂBE'yi diksem başına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle, Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana... Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini; Şarkın en sevgili sultânı SELÂHADDÎN'i, KILIÇ ARSLAN gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken husran; O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın; Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât! Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat... Ey şehid oğlu, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor PEYGAMBER. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|