08-17-2010, 13:09 | #1 |
Kalbin Devası
Kalbin devâsı beştir: 1 - Kur'an'ı düşünerek okumak. 2 - Açlığa riâyet etmek. 3 - Allah'ı çok zikretmek. 4 - Seher vaktinde Allah'a tazarru' ve niyâzda bulunmak. Gece İbâdet etmek. 5 - Sâlihlerle oturmak. Bunlara riâyet eden kalb hastalığına duçar olmaz. Mü'min, kalb hastalarına bunları tavsiye etmeli ve mezmum sıfatlardan kurtulmaya sa'y etmelidir. Bilesin ki ni'met, kadrini bilmeyenin ve şükrünü edâ etmeyenin elinden alınır. Akıllı olan; her haline dikkat edip içinde bulunduğu zamanı değerlendirmeğe sa'y eden ve tûl-i emeli terkedendir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: "Zeki insan nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışandır. Fâcir ise nefsini hevâsına tabi' kılandır." buyurmuşlardır. Hadîsde vârid olmuştur ki: Beş şeyden evvel beş şeyin kıymetini bil: 1 - İhtiyarlamadan evvel gençliğin kıymetini bil; 2 - Hastalanmadan evvel sıhhatinin kıymetini bil; 3 - Meşguliyetten evvel boş vaktinin kıymetini bil; 4 - Fakru zarurete düşmeden evvel elindekinin kıymetini bil. 5 - Ölmeden evvel hayatının kıymetini bil." Rasûlullah'ın şu hadisi üzerinde düşün: Beş şey, beş şeyin bedelidir: 1 - Fâiz yenilmesi çoğaldığı vakit âfetler ve zelzeleler artar. 2 - Hâkimler zulmettikleri vakit yağmurlar azalır kıtlık olur. 3 - Zinâ çoğaldığı vakit ölüm artar. 4 - Zekât verilmediği vakit hayvanlar helâk olur. 5 - Zimmilere zulmedildiği vakit devlet onların eline geçer. Zünnûn-i Mısrî demiştir ki: İnsanların arasına fesâd altı şeyden girmiştir: 1 - Âhiret ameline niyyetin zayıflığından, 2 - Bedenlerinin şehvetlerine rehin olmasından, 3 - Ecellerinin yakın olduğu halde emellerinin uzun olmasından, 4 - Mahlûkların rızâsını Hâlık'ın rızasına tercih ettiklerinden, 5 - Kendi hevâlarına tâbi olup Peygamberinin sünnetlerini arkaya atmalarından, 6 - Selefin küçük zellelerini yaşayış şekillerine hüccet alıp onların asıl her zamanki hayatlarını örnek edinmediklerinden. Şu halde yalnız ibâdet ve tâatla maksad'a vusûl mümkün olamıyacağı anlaşılmıştır. Netice i'tibâriyle tarik-i terâkkide, tefeyyüz için herhalde yed-i sahih ile Aleyhi's-salâtu ve's-sellâm Efendimiz'e müntehî olan bir mürşid-i kâmil'e ihtiyaç vardır. İşte ashâb-ı kirâm hazarâtı, Rasûlullah -sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimiz'in sohbet-i saâdetleriyle müşerref ve münevver olmuşlardır. Nâib-i Resûlüllah olan bir zâtı bulmak elzemdir ve belki farzdır. Mânevî yolda mürşidin muavenetine lüzûm olmadığına kâil olan bazı kimseler vardır ki, kişinin kendi başına sa'y ü gayret göstermesiyle vuslatın mümkün olacağı fikrindedir. Halbuki vâsıtasız, istiânesiz vuslat mümkün olamaz. Her halde mürşid'in muâvenetine kat'î lüzûm vardır. Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak: "- İskender-i Zül'-karneyn Hazretlerine kavminden bir kuvvetle yardım istemeyi" (Kehf sûresi; 95) emir buyurmuştur. Bu duruma göre bizim gibi günahkâr kullar "muavenetten hiç bir sûretle müstağni olamazlar. Kalb temiz olursa, yani kalbte îmân olursa dâima ibâdet ve tâata sevk eder. İnsanlar ekseriyetle "mü'miniz" derler. Halbuki müslümandırlar. Ya'ni teslim olmuşlardır. Mü'min olmak için her halde îmanın kalb'e duhûlü lâzımdır. Mü'min-i kâmil olanlar, Cenâb-ı Hakk'ın doksan dokuz sıfatına îmân ederler, hiç şübheleri olamaz. Fakat ba'zı insanlar Cenâb-ı Hak, "Gaffâr"dır. diye ümidlenerek dâr-ı âhiret için çalışmazlar. Fakat "Rezzâk" sıfatına îmanları olmâdığı için dünyâda çalışmayınca aç kalırız, diye korkarlar. İşte bu müslüman ve mü'minlerin işi değildir. Zâhiren görünen a'zaların her biri bir vazîfe ile muvazzaftır. Göz görmek; kulak işitmek, ayak yürümek içindir. Bütün azaların bir vazifesi vardır. Kalbin vazifesi de muhabbettir. Muhabbet ise Cenâb-ı Allah'a mahsustur. İnsan el, ayak ve göz ile vezâif-i lâzimesini ifâ ettiği gibi kalb de vazîfesini icra eder. Kalbin Cenâb-ı Hakk'a muhabbet etmesi sâir ticâret ve meşguliyetlere mâni teşkil etmez. |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|