|
Kitap Dünyası Kitaplarla ilgili tüm paylaşım burada. |
Seçenekler | Stil |
03-30-2010, 11:50 | #1 |
Düşsesi (Cüneyt Özdemir) Özeti, Konusu, Karakterleri
Yayınevi : Parantez Yayınları
Basım Yılı : 1999 Sayfa Sayısı : 128 Aranızdan boğaz akarken, bakışırsınız uzaktan uzağa. Ay ucundan az bir kısmını gösterecekse, sen de ketum davranacaksın. Başına gelenleri anlatmayacaksın. Ay yarımsa "Ee, yarım kalmış ne kadar çok şey varmış anlatılacak" deyip açılacaksın. Ay doluysa, zaten sen de dolarsın. O ağlamazsa, sen ağlayacaksın. O sana bakacak, sen geceye kaçacaksın. Cüneyt Özdemir'i önce televizyonda tanıdık. ATV Haberleri'nde "Cüneyt'in Büyüteci"nde, ardından 32. Gün'de izledik. Cüneyt Özdemir, aynı zamanda yazar olarak da dikkatleri çekti. Öküz Dergisi'nde hemen her ay yayınlanan yazılarıyla, denemeleriyle okuyucuyla buluştu. Yazdıkları, araştırmaları kitaplaştı. Cüneyt Özdemir, üçüncü kitabı Düşsesi'nde "Düşlerin sesi olur mu? O sesler duyulur mu? Duyulmalı mıdır?" sorularının peşine düşüyor, cevaplar arıyor. Cüneyt Özdemir, hikayelerle, şiirlerle, denemelerle çizilmiş yol haritalarında bir "Düşsesi"ni kovalıyor. Kiminde yakalıyor, kiminde kendine yakalanıyor. Satır aralarında duyulmasın, okunmasın, çekilmesin dese de sonunda bir "Düşsesi"ni kendince tanımlıyor. (arka kapak) ************************************************** ****** düşsesi cenk ile Ebru Beyoğlu’nun ar(k)a sokaklarına gizlenmiş - içerideki ses düzeyi sürekli duyma bozukluğuna yol açabilir - barlarından birinde tanıştılar. cenk’in yaş günüydü. Mutluydu, gülüyordu, sarhoştu... Yanıbaşında o geceye kadar hiç tanımadığı bir insan olarak duran Ebru’nun üzerine kustu. Elbiselerinin üzerindeki kusmuk parçalarını temizlemek için tuvalete giderken tanıştılar. Kahkahalarla WC yazılı bir kapıdan karanlığa açıldılar. Gün aydınlandığında cenk tanımadığı boş bir yatakta gözlerini açtı. Yağmur mu yağıyor? Yok hayır ses içeriden geliyor . Muhtemelen biri - bozuk yatağın diğer yarısı - duş alıyor. Ama cenk’in başı fena ağrıyor , pislik içindeki elbiseleri yatağın yanıbaşında duruyor. Dün gece içkinin -insanlığa armağan ettiği bütün güzel anlardan biri olarak - hatırlanmıyor. Zaman dün gecenin üzerine şeffaf, flu bir tül perde örtmüşe benziyor. cenk’in kulağı içeride yerlere damlayan suların çıkarttığı seste. Elbiseleri kirli. Dün geceyi canladırmak için başını iki elinin arasına teslim etti. O’nunla bir kapıdan geçmişler sonra da gülmüşlerdi... Yere düşmüş, gülmüşlerdi... Tuvaletin önünde bekleyen kadını öpmüş, gülmüşlerdi... O erkekler tuvaletinin pisuvarları için sıraya girmiş, gülmüşlerdi...Tüm arkadaşlarını ve onların - hayret yüklü - ayıplayan bakışlarını geride bırakıp İstiklal caddesine gecenin ilerlemiş saatlerinden birinde korkusuzca girmişler, büfeden aldıkları üç şişe şarabı tinerci çocuklara vermişler, havlayan köpeklerin yanında diz üstü çöküp uzun uzun onları taklit ederek havlamışlar , gülmüşler , gülmüşler , gülmüşlerdi... Sonra ? O kadar. Ebru ! Şimdi muhtemelen duşta... Kim bu Ebru , yüzü neye benziyor, konuşurken en çok hangi ara sözcüklerle zaman kazanmaya çalışıyor, bakışlarını ne zaman ürkekçe yana kaçırıyor, elele tutuştuklarında hangi parmağını daha çok sıkıyor , uyurken başını en çok nereye koymayı seviyor? Bilmiyor , bilemiyordu işte... Adı Ebru’ydu , yüzü de tüm gece yaşananlar gibi tül bir perdenin arkasında flu... Ona ait yalnızca içeride açık bir duştan gelen suyun sesi duyuluyordu. cenk! - Ahh aptal kafa cenk ,düşüncesiz, duygusuz , akılsız, ahlaksız cenk... - Faili meçhul bir gecenin tek tanığı, hem mağdur hem sanığı. Suç ortağı muhtemelen duş alıyor, beyninin çok da kalın olmayan kıvrımlarında ölü bir gece yatıyor. Ve banyo kapısını açacak, merhaba diyecek , günaydın diyecek , görüşürüz diyecek , tüm yapaylığı ile hiç hatırlamadığı bir yüze mükemmelmiş, harikuladeymiş, unutulumazmış, tekrargörüşmelerigerekirmiş, birdahahiçaramayacağıtelefonnumarasıneymiş, böyleşeyleriaslındaohiçyapmazmış, amabunlardaçoknormalşeylermiş gibi bakacak, konuşacak gücü yoktu. İçerideki duşun sesi bitmesin , “bitmesin” , “bitmesin” diyerek, parmaklarının ucuna basarak, kendi kendine konuşmalarının bile sessizliği bozacağından korkarak kapıya ulaştı. İşte duş sesi geride kaldı. Cihangir’in ara sokaklarından birinde , arkasındaki yarı açık kapının önünde eski sevgilisi ile burun buruna geldi. Dinledi, kokladı, hatta kısa bir süre için gözlerini kapadı. 8mmlik bir kısa film karesiydi ,sevgilinin adressiz sokak araları, alımlı boğazı, bukle saçları. Açtı gözlerini kendini sevgilinin şevkat dolu kollarına, biraz üzüntü , biraz da güvenle bıraktı. Şimdi, yine , bir kez daha, İstanbul’la başbaşaydı. ********* cenk , Kemal’le iki kıtayı birbirine bağlayan capon malı dev bir asma köprünün gölgesinde, Rumeli kahvesinde buluştu. İki eski dostun alışıldık gülümsemeleri ile el sıkışıp tahta iskemlelere oturdular. Babaları yaşındaki garson Ahmet efendi ikisini de uzaktan tanıyor , çocuklarına mesafeli durmayı erdem sayan Ahmet efendi onları da uzaktan seviyor. Kısa bir bakıştan sonra mahallenin delikanlılarına sahip çıkan “ABİ’lerin” ağırlığı ile menemenlerini getiriyor. Çok geçmedi tavşan kanı çaylar kirli , ince belli bardakların arasında işlemeli kırmızı beyaz plastik tabaklarda hazr-ol’a geçti. Köprünün gölgesi büyüyor , önlerindeki trafik tıkanıyor, ekmek parçaları menemene banıyor, cenk Kemal’den birşey saklıyordu. Kemal her zamanki gibi anlıyor , her zamanki gibi “dökül bakalım” komutuyla sormak kabalığında bulunmuyor. Zamanları vardı ve cenk her zamanki gibi Kemal’e tüm pişmanlıklarını anlatacaktı. Kemal konuyu “Yirmialtı yaşına girişi kutlama geleneksel yaşgünü etkinliklerinden” açtı. cenk biraz utanarak nasıl kustuğunu anlattı. Sustu. Dinlenecek birşeyler daha vardı ama Kemal’de sustu. Sucuklu menemenlerini yediler , Kemal’in getirdiği gazetelere baktılar , 3. sayfa haberleri tartıştılar, araba trafiğinin biraz ötesinden geçen 14 bin tonluk petrol yüklü grostankerlerden biri patlasa capon malı köprüye birşey olup olmayacağı gibi ciddi bir olasılığı sorun haline getirip uzun uzun çözümleri üzerine konuştular. Havadan sudan konuların ağırlığı ile konuşul(a)mayanlardan kurtulmaya çalıştılar. Boş konuştular ama nafile boşalamadılar.. Yelkovan ile akrep öğlenin çok az üstünde buluştuğunda cenk Kemal’e beklenilen malum soruyu umulduk bir anda sordu. Dün gece başka ne olduğunu acaba Kemal biliyor muydu ? Bilmiyordu. Gece kuşu Kemal dün gece de erken uyumuştu. Uykuya kaçmıştı, uykuyla kaçmıştı. İşsizdi, parasızdı, karısız kızsızdı. Kendi isteğiyle, taammüden hayatın kıyısında kalmıştı. Okuldan , evden , aileden , zar zor bulduğu işlerden, sevgililerinden sıkılmıştı. Kendinden sıkılır mı insan? Kemal sıkılırdı. Çok çok çok ama gerçekten çok sıkıldığında zamanın “pause” düğmesine narince dokunur, yaşadığı anların en güzellerini geriye sardığı rüya dolu uykulara vururdu. Dün gecede vurmuştu.Uykuya vurulmuştu. cenk bunları bilmezdi. O Kemal’in yalnızca “iyi” “mutlu”, “anlatılanları sessizce dinleyen” halini severdi. Kendi ile ilgilenmediği kadar Kemal’le de ilgilenmezdi. Tül bir perdenin arkasında gizli flu geceyi ve yalnızca adını hatırladığı Ebru adlı “bir duş sesini” anlattı. Şimdi, bu sefer, yapamadıklarından değil, yaptıklarından utanmıştı. - Ah cenk , aptal cenk akılsız , düşüncesiz cenk ,sen hep böylesindir işte cenk... - Kemal dinlediklerine inanmadı. Çok sarhoştun herhalde, yaptıklarını tam hatırlamıyorsundur sorusunu sormak zorunda kaldı. Ama şaşırmadı da... cenk Kemal’in çocukluk arkadaşıydı. birbirlerinin yaptıklarını yanyana büyüyen insanların olgunluğu içinde karşılar , yargılamazlardı. cenk anlattı, Kemal dinledi.Kemal dinledi cenk anlattı. anlatılanlar bitmeyince kalktılar rumelihisarından , ortaköy’e doğru yürümeye başladılar. Ortaköy’e gelmeden “duş sesini bulmak için akşam vakti Beyoğluna gidip “maceraperest duşsesi arama çalışmalarını” başlatmayı kararlaştırdılar. Kemal istekli cenk kararsızdı. Heyhat,işte hayat...Umulmadık bir anda sonu malum oyun başladı.. *********************************************** Urban Beyoğlu’nun arka sokaklarına gizlenmiş , görmüş geçirmiş , mütavazi tavırları ile dikkat çeken avrupadan gelmiş İstanbul ziyaretçisi bir küçük “cafe’dir”. cenk ile Kemal İstanbul’un ******lar ve sürprizler mekanı Beyoğlu’nda bu mahzen misali küçük kafeyi de bir duş sesini ararken keşfetti. Kısa sürede burayı karargah haline getirdiler. İki yorgun bacak , iki tükenmiş umut , iki gece baykuşu gecenin son molasını o günlerde hepUrban’da verdiler. Geceler boyu flu bir görüntünün izini sürdüler. Kemal’in elinde tek kanıt anlatılanlardı. cenk -kendi- anlattıkları bir yana yaşadıklarını hatırlamaktan utanırdı. Ama mutluydular işte. İkisinin bir arada mutlu olmasını sağlayan o sihir , o keramet çocukluklarından fırlamış gece ziyaretlerine gelmişdi. cenk önde Kemal arkada iki arkadaş tüm gecelerini birduşsesini arayarak tüketmişti. cenk’in kustuğu bara yine gittiler, bir iz bulma umuduyla tuvalete girdiler, Kemal soruyor cenk ayrıntıların ayrıntısını anlatıyordu. Adı Ebru’ydu. geride kalan herşey fluydu. İki dedektif bardan çıktıklarında bir kaç şişe şarap alıp tinercilerin peşine düştüler.Ebru’yu bilmeyen tinercilere duş sesinden bahsedince o yitik şuurların birden canlanıp akla hayale,otobüse, taksiye sığmayacak hikayelerini nasıl da yaşamışmış gibi anlattıklarını gördüler. Kemal sokak köpeklerini dört ayak üzerinde ciddi ciddi sorguya çekerken cenk gülmekten nerede ise altına yapıyordu. cenk gülünce Kemal’de mutlu olup gülüyor, onlar gülünce köpekler uluyordu. cenk -ah cenk , zavallı cenk aptal kafa,akılsız cenk,neden bir telefon numarası almadın , neden çocukluğundan beri gittiğin yerlerin adresini bir daha bulamadın- yeni bir taktiğe kafa yormalıydı. Yordular yoruldular. İki arkadaş yıllar sonra kendlerini buluşturan bir tutku bulmaktan mutlu oldular. Aylarca susup, Kemal cenk’i dinleyip, okulları ayrılıp, hayatı ertelemeye başladıklarından bu yana buldukları bu yeni hedef her ikisine de iyi geldi. cenk ile Kemal eskimiş bir dostluğa ortak bir tutku ile güleryüzlü birer kılıf dikti. *************************************** cenk nereye gitse o fluluğu netleştirmeye çalıştı. cenk gördüğü her kadında bir duşsesini aradı. Kemal cenk’i ne zaman dinlese bir duşsesinin üzerlerinde bıraktığı etkiye şaşırdı. Zaman, umulmadık bir anda karşılarına, hayatlarına hiç beklemedikleri bir duşsesini taşıdı.umudu, tutkuyu , dostluğu iki eski dost iki yeni dost bu garip duyguların içinde aradı. Artık aralarında konuşacak yeni bir konu kalmadı. Ne petrol tankerleri,ne sinema filmleri , ne de ? , ne de ? ne ise ne... yalnızca bir sabah vakti duşsesi ve şimdilik bir duş sesinin yerine koydukları eski sevgili; yadigar İstanbul şehri. İki çocukluk arkadaşının hayatına anlam geldi. İki çocukluk arkadaşının yüreğini görülmeyen bir fluluğa ait aşk kıvılcımı ateşledi. İki çocukluk arkadaşı kısa sürde iki serseriye dönüştü. Kemal sahaflardan aldığı kitapları arkeoloji müzesinin sessiz ve bir o kadar yalnız çınarlarının gölgelediği bahçesinde okuyor ,gün batımlarında sessizce sarayburnunundan (yeni) haliç köprüsüne doğru giderken sapsarı bir güneşin kırmızıya batan haline dokunuyor , tutuyor , okşuyor. Camiler , martılar, anlatılanlar ile faili şimdilik meçhul bir adrese doğru yola çıkmış koca bir aşk ateşi büyüyor büyüyor büyüyor. cenk barmenle tanışmış, tuvaletçiyle tanışmış, serbest giriş kartı sahibi olmuş. Ebru ile tanıştığı, karşılaştığı, kaybettiği barın adı üstünde “hayal kahvesinin” müdavimlerinden biri olmuş. O şimdi bangır bangır çalan aşk şarkılarını bağıra bağıra söylüyor. Kemal’le daha sık buluşuyor, daha çok eğleniyor , daha çok acı çekiyor. Griler gitti, iki arkadaş siyah ve beyazın doğru ile yalnışın gerçek ile hayalin uçlarına savruldu. Mutsuz olmak için , mutlu olmak için bir neden buldu. Bir gün , bir saniye, bir ay , bir dakika , bir yıl , bir an boyunca böyle kaldılar... ************************************************** ** “Ben Ebru, hatırladın mı?” dedi. Adı olmayan yeşilliklere boyanmış gözleri, gamze yüklü gülümsemesi, üzerinde siyah düz mini bir elbisesi vardı. Alımlıydı, gençti, güzeldi, üstelikte flu değil “ netti ”. Vakit gecenin öteyarısıydı. İki yorgun, iki sarhoş, iki arkadaş cenk ile Kemal Sıraselvilerin beynelminel üniversiteli tostçusu Bambi’nin önünde sosisli sandviç yiyorlardı. bir duş sesini hiç ummadıkları anda karşılarında bulduklarında heyecanlarından , mutluluklarından , şimdi ne yapacaklarını bilemediklerinden , donup kaldılar. Kemal cesaretle elini uzattı. cenk de çok geçmeden kendini toparladı. Ebru’nun yanağına ayların ,anların özlenimi “slow motıon” bir öpücük kondurarak noktaladı. Bambiden beraber ayrıldılar önce gidip yalnız ruhların çay molası verdiği bir çorbacıda işkembe çorbalarının gölgesinde tanımadıkları ve tanışmayacakları bir garsona sipariş verdiler. Üçü de kahve içti. üçü de kahveyi sade istedi, üçü de kahvelerin iki şekerle eşlik etti. Bir anda üçü de yalnız başlarına kaldı. cenk ve Kemal görünmeyen elleri ile karşılarında oturan Ebru’nun simsiyah saçlarına , duygu dolu olduğuna inandıkları kalbine dokundular .Elele gözlerinin derinliğinde uzanan yeşil bir vadide kısa yolculuklara çıktılar. cenk biraz mahçup bir ifade ile Kemal ile dostluklarını, Kemal ile yakınlıklarını, Ebru ile beraber olduktan sonra ertesi gün Kemal’e nasıl gelip herşeyi anlattığını, akşamları Hayal Kahvesi’nde, tinercilerde, köpeklerde ve olabilecek her adreste onu nasıl aradıklarını anlattı. Ebru çok güldü -Ebru ne kadar güzel gülüyordu, Ebru ne kadar güzel bakıyordu, ebru sere serpe söylediği sözcükleri nasıl da farklı tonluyordu -cenk çok güldü, Kemal çok düşündü... Kalktılar, Ebru’yu evine bıraktılar. Kemal çok dolaşmıştı bu evi de içine alan semtin karanlık sokaklarında cenk’in bir gece yarısı rastladığı flu büyüyü bulmak için neler yapmıştı neler yapmamıştı. Ne de çok aramıştı. Oysa buradaymış meğer. Hemen yanıbaşında, her zaman önünden geçtiği şu eğik elektrik direğinin önündeki apart(ı)manda. Tam arkalarını dönüp gidecekken tam da cenk bir kaç saniye önce ömrünün sonuna kadar unutmayacağı telefon numaralarını alıp Ebru’ya da kendininkini vermişken tam Kemal Ebru’nun elini şöyle bir ürkekçe tutup için için hiç bırakmak istemeyip tüm gücüyle sıkmamak için kendisini tutmuşken., o ince, o narin sesi, Ebru’nun sesi Kemal sen de istersen arayabilirsin dedi. Telefon numarasını tekrar etti. cenk ile Kemal göz göze geldi. kutsal bir anlaşma, işte o an sona erdi. Yazılmamış bir anayasa o an delindi. cenk ile Kemal o anda çocukluklarından sıyrıldılar. büyüdüler. Çocukluk yıllarından yadigar “Büyü” yü tam o anda kaybetti -l-e-r... ********************************************* Ebru cenk’i çok seviyor. cenk Ebru ile çok eğleniyor , Ebru cenk ile çok gülüyor. Barlara gidiyorlar,garlara gidiyorlar , İstanbulun gecelerini hallaç pamuğu gibi atıyorlar. arnavutköyün çorbacısında, paşasında, nyx’inde üniversitenin gece ortamında içiyorlar , içtikçe güzelleşiyorlar. Güzelleştikçe yakınlaşıyorlar. cenk -ah aptal kafa, akılsız , düşüncesiz sorumsuz çocuk , ah cenk - yalnızca geceleri değil bir ömrü vermeye hazır Ebru’ya , bir ömür boyu eğlenmeye hazır , bir ömür boyu geceleri arkadaşlarıyla gezmeye hazır . Bir ay ışığının hızına kim yetişir, iki aşığın hızına hiç kimse yetişemiyor. Eğlence olsun tencere dolsun.cenk “hadi” diyor Ebru gecenin en ıssız anında cenk’in arkasndan boğazın sularına atlıyor. Galatasaray adasına kim önce aşkını ulaştıracak yarışında ay’ın gölgesini yanlarından sessiz ve sinsice geçen büyük petrol tankerleri engelliyor. Açıkhava anfi tiyatrolarında konserlerin çıkışlarında bir tek onlar çıkmıyor dışarıya. Ebru cenk için sahneye çıkıp orada hemen o an yazdığı şarkıları bağıra bağıra avazı çıktığı kadar mırıldanıyor. cenk yarı arenanın bir en alt sırasında bir en üstünde , her yerinde aşkın ,aşkının sesini alkışlıyor. cenk ile Ebru ay ile yıldızılar istanbul ve parıldayan ışıklar birbirleri için yaratılmışlar. Gün çoğu zaman birbirlerinin kollarında doğuyor. cenk ne zaman bir duş sesi duysa tereddütsüz kalkıp banyoya koşuyor. Ebru’yu habersizce ama hiç de ürkütmeden o hayatın dışında seyreden kolları ile sarıyor sarmalıyor , öpüyor kokluyor,onunla ve pijamalarıyla duşun altında ıslanıyor. Ebru ile cenk bir duşsesi şimdi bir düşsesi... ************************************* Kemal ile Ebru ilk görüştükleri gün yattılar. Yattıkları yatakta hala cenk’in kokusu vardı. Kemal telefon etmiş, Ebru gelsene demişti. Kemal gitmiş, Ebru kapıyı açmıştı. Kemal Ebruya bakmış ,Ebru Kemal’i öpmüş, koklamış, sarıp sarmalamıştı. Saçları hala ıslaktı muhtemelen yeni duş almıştı.Hatta belki daha yeni.... Konuşmadılar. Ne bir kur , ne sahte laflar, ne klişe davranışlar, ne kandırmacalar... İki hayvan , bir erkek bir dişi , iki gizli sapık, birer porno film oyuncusu olarak seviştiler. Duygusuzdu. Ama şehvetliydi, zevkliydi. Açlık gibiydi... Kemal ile Ebru kafdağına geldikten sonra bir süre konuşmadan , dokunmadan yattılar. Birbirlerine baktılar. Kısa bir süre için dünyanın bütün sözcüklerini gözlerinin sessizliğine bıraktılar. Sonra yine seviştiler , sonra bir kez daha seviştiler, sonra bir kez daha, sonra Ebru duşa girdi . Sonrası? Bir duşsesi... Kemal sessizce üzerini giyinip gitti. Ne bir söz ne bir veda. Görüşeceklerdi.... Görüştüler ve bir daha hiç sevişmediler. Kemal Ebru’ya bir kitap hediye etti. Bir kitap daha hediye etti. Ebru kitapları okudu. Kemal bir filme gitti Ebru’ya söyledi o da gitti. Kemal yemek yediği yeni açılmış bir cafeden söz etti Ebru gitti aynı yemeği orada yedi. Birbirlerini görmeden görüştüler. Telefonda birbirlerinin sessizliklerini dinlediler , sessizliklerini dinlemeye alıştılar. Ebru İstanbul’un en , en , en yerlerini Kemal ile Kemalsiz keşfetti. Kimi zaman yanında cenk de vardı. cenk haberi olmadan Kemalin seyrettiği filmleri seyretti, yediği yemekleri yedi, okuduğu kitaplarla ilgilenmedi. cenk eğlenmeyi eğlendirmeyi severdi. Sonra İstanbul film festivali geldi . Ebru’nun yaşgünü geldi. Ebruya 12 tane film bileti hediye geldi. 12 tek kişilik bilet. Ebru 12 filme de gitti 12 sinde de yanında ki koltukta Kemal’i otururken buldu. Önceleri gizli bir örgüt üyesi tedirginliğinde filmleri seyrettiler. Yavaş yavaş film çıkışları edilen bir kaç ürkek kırılgan veda sözcüğü yerini kahvelere , kahveler yemeklere bırkatı. Festival bitti Kemal ile Ebru’nun görüşmesi çeşitli bahaneler ile devam etti. Bahaneler tükenince korkular da tükendi. Gün, güneş İstanbul onların artık. Anadolu kavağı onların, Yeşilköydeki gündüz açık olan deniz fenerinin meyhanesi onların, Kanlıcada ortaköyde çaybahçeleri onların, küçük balıkçı tekneleriyle çıkılan boğaz sefaları, arkeoloji müzesinin yalnızlıklar bahçesinde verilen öğle molaları, Sultanahmeti ziyaret eden turistlerle laf araları, sahaflar, pasajlar ve de İstanbul’un özgeçmişini, seceresini , aile albümünü içinde taşıyan oteller, restaurantlar pastaneler... Gün batana kadar Ebru Kemal’in ,Kemal Ebru’nun. Güneş geceye teslim olana kadar , Ebru cenk’e teslim olana kadar, Kemal yalnızlığa teslim olana kadar... ********************************************** Ebru ile Kemal’in görüştüklerini cenk Kemal’i ilk gördüğü gün - ki aylar sonraydı - anladı. Neden bu kadar uzun zamandır Kemal’in aramadığını da anladı. Kemal cenk’e bakamadı. cenk hem ne kadar aptal, hem de ne kadar saf olduğunu düşündü. hiç birşey sormadı. Kemal’de hiç bir cevap vermedi. Ne diyecekti ki, ne denilebilirdi ki, ne denilmelidir ki. Açıkhava bir çay bahçesinde birbirlerinden gözlerini kaçırarak capon malı bir köprünün gölgesine sığınarak hiç birşey konuşmamaya çalışarak konuştular. Ahmet abilerinin getirdiği sucuklu menemenden yediler. İkiside biliyordu o an yeni bir sessizlik anlaşması yürülüğe girdi. Bu buluşmadan hiçkimselere yani Ebru’ya, yani gecelerin prensesine, yani gündüz perisine söz edilmeyecekti. İki eski dostun görüş vakti kederli bitti. İkisi de biliyordu bir daha görüşmeyeceklerdi . Hiçbirşey söylemediler her zaman nasıl ayrılıyorlarsa öyle ayrılıp gittiler. ************************************************** ********************************************** “Belki”, “acaba” “ya öyleyse”, “ama” şüphesi düşünce, kor bir alev gibi delikanlıların hoyrat alemlerde örselenmeye alışmış yüreklerine,o delikanlılar çaresizliğin yol gösterdiği umutsuzluklar içinde ne yapar? İpucu arar. cenk’in -ah o saf , o akılsız,o ilgisiz,o güzel çehreli cnk’in - bakışları Ebru’nun gözlerinde yaşadıklarına dair bir ipucu arıyor. Küçük kelime oyunları imalar... Şimdi ebru ile cenk’in arasında kansız bir meydan muharebesinin ortasında Kemal dolaşıyor. Cenk soruyor , Ebru susuyor... ebru susuyor , cenk soruyor.. Eğlence bitti. Şimdi yüksek volümlü hüzünler yaşanıyor. cenk şimdi Uluslararası bir aşk gözlemcisi sıfatı ile İstanbul gecelerini turluyor. cenk şimdi Kemal ile hesaplaşıyor. “nerede buluşuyorlar”, “nasıl görüşüyorlar”, “acaba eve de mi geliyorlar” yoksa “yatağımızda bile mi” yatıyorlar...cenk artık evde bir ip ucu arıyor. cenk şimdi Ebru’ya daha bir gevşek sarılıyor, cenk Ebru’nun çantasını açık bulduğunda içine şöyle bir bakıyor ,cenk Ebru’nun o gizemli omuz başını öperken onun vücudunda kendine ait olmayan bir iz arıyor, cenk yapmaz ama bak şimdi Ebru’nun günlüklerinin yerini arıyor. cenk yapmaz ama artık Ebru’ya giderken önceden haber vermeden bir hücre evini basar gibi aniden gidiyor, cenk yapmaz ama yavaş yavaş Ebru’yu takip etmeyi düşünüyor. cenk yapmaz ama... cenk şimdi ebruyu eskisinden on kat, bin kat, onbin kat daha çok seviyor. cenk Ebruyu daha çok kaybetmek istemiyor. cenk şimdi Ebru’da Kemal’i arıyor. ************************************************** Kemal Ebru’ya cenk ile aylar sonra buluştuklarını anlattığında Ebru’da cenk’teki huzursuzluğun nedenini anladı ama “Eeee ne konuştunuz” diye de sormadı. Bir adım atmanın, bir değişiklik yapmanın zamanı geldi işte. Ya ayrılmalılar ya buluşmalı, ya susmalı ya konuşmalı, ya da başka birşey yapmalı ama “bişey” yapmalı. Daha da kötü olmadan , işler daha da sarpa sarmadan bu kavşak noktasında , makas ayrımında yeni bir yöne doğru dümen kırmalı. Kemal Ebru’yu seviyor bunu şimdi anladı. Ebru Kemal’den ayrılmak istemiyor, cenk Ebru’yu çok seviyor. Ebru ne yapacağını bilmiyor. Bilmek istiyor. Ebru , “konuşmalıyız” diyor. Kemal neyi konuşacaklarını bilmiyor. Ebru “anlatmalıyız” diyor, “bir çözüm bulmalıyız” diyor. Kemal nasıl bir çözüm olacağını bilmiyor. Ama “hayır durumu anlatmayalım” da demiyor. Ebru Kemal’den ayrılırken cenk ile konuşmaya karar veriyor. ************************************************** ******** Puslu bir ilkbahar sabahı haliçin bok kokan iki yakasını birbirine bağlayan eski köprünün gece yorgunu sarımtırak ışıkları altındayken , köprünün üzerindeyken , etrafta kimse yokken yüzyıllık bir hüznü kambur sırtında taşıyan bir şafak vakti Ebru cenk’e, Kemal’i anlattı. cenk sessizce dinledi Ebru’yu . Hiç soru sormadı. Sessizce , çocukça dinledi. Ebru ağladı. Yaptıkları için değil yapacakları için ağladı. Anlattıkları için değil anlatamadıkları için ağladı. Sevdiği seviştiği için değil seveceği, sevişeceği için ağladı. cenk sustu, Ebru’ya baktı ama “ dur ağlama ! ” da demedi. Ebru’nun elini tutmadı ama Ebru elini tuttuğunda da çekmedi. Öfkelenmedi, sinirlenmedi. Ebru, “sanırım üçümüz oturup konuşmalıyız” deyince de “hayır olmaz” demedi. “Eve gidelim” dedi. cenk ile Ebru evde hiç konuşmadan seviştiler. iki porno yıldızı, iki sapkın yaratık bir erkek bir dişi olarak , iki deney hayvanı gibi şehvetle birbirlerini dişlediler. Duygusuzdu, sesliydi,hiç olmadığı kadar farklı, zevkliydi. Bittiğinde cenk Ebru’nun duştan çıkmasını beklemedi. Duşsesini evde bıraktı. Ama gece yine buluştular yine seviştiler.Ertesi gece yine , ertesi gece yine... Artık hiçbiryere çıkmıyor , hiçbir yere gitmiyor başka hiçbirşey yapmıyor yalnızca sevişiyorlardı. Geceler kana boyandı, kanlar kasıklara bulandı. Hain bir fısıltı yükseliyor,aralarında ihanetin gölgesi turalıyor, yatakta konuşmalar başladı. Önce filmlerde , sokaklarda konuşulan o kötü, o şehvetli sözcükler sonra insanın içinden bile söylemeye dili varmayan ayıp sözcükler. Yatakta iki ****** var ve bu iki ****** bir parça zevk bir vajina , bir penis...Şehvet düşkünleri , et köleleri durmaz.. Şimdi İstanbul koca bir yatak odası. Beyoğlu’nda bir apartman arası, kırmızı ışıkta bir durma anı, bir kafeteryanın tuvaleti ya da bir insanın aklına hiç bir zaman gelmeyecek İstanbul’un en tenha, en kalabalık, en tutucu , en mütaasıp yerleri. cenk ile Ebru için şimdi tek amaç birbirlerinden zevk almak, zevk vermek , almak , vermek... Alışverişti... *************************************** Ebru Kemal ile buluştuğunda bir kaç dakika önceden , bir kaç saat önceden vücudunda boynunda , kolunda , bacaklarında kalan morlukları çürükleri, tırnak izlerini gizlemiyor, gizleme gereği görmüyor. Kemal her seferinde inatla ve detayla tek tek göstererek bu ne zaman, şu ne zaman, o nasıl oldu diye soruyor. Ebru anlatıyor Kemal tarifsiz acılar içinde dinliyor. Her duyduğu hikayenin ardından Ebru’dan biraz daha soğuyor ve onu yitirmemek , sahip olmak için biraz daha fazla istek duyuyor.Ebru da Kemal de cenk debirbirlerinden , çıkmaz sokaklardan , kurtkapanlarından kurtulmak istiyor.Kurtulamıyorlar. Bu yüzden birbirlerini yaralayacak herşeyi yapıyor , en kırıcı kelimeleri birbirleri için kullanmaktan sakınmıyorlar ama sonunda , her seferinde bu defa yeni yaralarla birlikte yaşamaya, beraber olmaya devam ediyorlar. Aşk şehvet ve nefret şeytan üçgeni arasında sırayla köşeleri tutuyorlar. Kemal Ebru’ya verdiği, aldığı, paylaştığı herşeyin kendisine ait olduğunu (cenk’e)gösterir bir iz bırakıyor, cenk her seferinde bu izleri bulup cevabını şehvetli bir ısırış bir tokat ya da sert bir hareketinin Ebrunun vücudunda bıraktığı izle cevaplıyor. Ebru ise postacıların görev azmi ile ile bu karışık ilişkiden vazgeçmeye niyetli gözükmüyor. Kemal Ebru’ya karşı tüm kozlarını kullanmaya ve onu bir tercihe zorlamaya başladığında cenk yüzyıllık sessizliğini korumaya devam ediyordu. Kemal erkekliğine yediremediği bu durum karşısında çaresizlik içinde öfke nöbetleri geçirirken cenk bir ölü sessizliğine gömülmüş gözüküyordu. cenk ile Ebru’nun ilişkisini Kemal, Kemal ile Ebru’nun ilişkisini ise cenk besliyordu. İlişkiye gerekli kan dışarıdan geliyordu. Her ikisi de tamamen bir rastlantı eseri mi bilinmez Ebru’ya aynı günler içinde evlenme teklif edince ,Ebru bir kararvaktinin geldiğini ve alınacak kararı hep beraber almaları gerektiğini anladı. “Konuşalım” dedi. İkisine de ayrı ayrı.Rumelihisarındaki kahvede, Ahmet abi eşliğinde, capon köprünün gölgesinin izni ile... “Tamam.” “Tamam.” “Konuşalım...” ********************************* Bir el duşu açtı .Heyhat hayat yine paralel kurgulanmaya başlandı. Duşsesi tüm boğazı kaplıyor. Önce Kemal geldi, sonra Ebru. Sular bir anda alkanlara boyandı. Kemal ile Ebru koşsa akan şu kana pansuman yapsa. Küvete akan duşun suyu kan rengi şimdi ,üstelik duşun sesi de boğaza akıyor . Önlerinden geçen kaçbintonluk bir gros tanker boğazın kankırmızısı sularını yararak yol alıyor. Ebru ya da Kemal susuyor. cenksiz olmaz ikisi de biliyor. cenk gelmedi. İki yorgun ruh üçüncünün gelmesini sessizce bekliyor. Duş sesi kanları temizliyor şimdi , kan yerini tertemiz akan suyun serinliğine bırakır. şimdi 8 mmlik bir film şeridinde eski bir sevgili şehrin sokakları boşalır , trafik sıkışır , yağmur başlar birazdan, her damla duşaltındaki kanı şehrin logarlarından kalbine itiyor. Gelmedi, gelmez gelemez CENK - ah çocuk...-. Gelmedi. Ebru ile Kemal tek bir kelime etmedi. Boğazın suyu kan kırmızı akıyor. Ahmet abi !!! “bir ses var.” “Duşsesi” , “düşsesi...” |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|