|
Köşe Yazıları Beğendiğimiz yada kendi yazdığımız köşe yazılarını paylaşabiliriz. |
Seçenekler | Stil |
02-27-2008, 00:39 | #1 |
Castro da İstanbullu çıktı!
Küba, 49 yıldır elinde tuttuğu devlet başkanlığı makamını hastalığı sebebiyle bıraktığını açıklayan Fidel Castro dolayısıyla yeniden gündemde. Şimdi koltuğu, “II. Castro” da denilen kardeşi Raul’da.
Hep Havana puroları, şeker kamışı tarlaları ve Soğuk Savaş döneminde ABD-Sovyetler Birliği arasında patlayan füze kriziyle hatırlanan Orta Amerika’nın bu küçük ülkesi, devrimci Fidel Castro’nun yarım asır süren renkli iktidarı vesilesiyle uzun bir süre daha hatırlanacak gibi görünüyor. Önce Küba hakkında tarihî bir çıkma yapalım. Kristof Kolomb ve Küba Kristof Kolomb (Christophe Colomb), Cenevizli bir Yahudiydi ve sefere çıkmasının asıl sebebi, masumane bir keşif seyahati değil, Hindistan’ı bularak Müslümanları arkadan çevirmek ve orada bulunan ve kendisinden nicedir haber alınamayan Prester John adlı hayalî güçlü Hıristiyan krala işbirliği teklif etmektir. Neyin işbirliği olacak? Şu Avrupa’yı Doğu’nun nimetlerinden koparan ‘kâfirler’i, yani Müslümanları bir sandviç harekâtıyla ortadan kaldırmak ve Kudüs’ü kurtararak Süleyman Tapınağı’nı yeniden inşa etmek için işbirliğidir bu… İşte bu yüzden Pierre Carnac adlı Fransız araştırmacı, Kristof Kolomb’un göğsüne, bu Hıristiyanca gayretkeşliği sebebiyle “İsrailoğullarının 23. büyük peygamberi” (23e grand prophete d’Israel) gibi görkemli bir altın madalyayı layık görmüştür. Nasıl Hz. Musa İsrailoğullarını “arz-ı mev’ud”a götürmüşse, Kolomb da aynı işi Amerika kıtasını bularak başardı demeye getiriyor yazarımız. Rivayet edilir ki, hep batıya doğru giderek doğuya, yani Hindistan’a ulaşmayı hayal eden Kolomb, Amerika kıtasında ilk önce Küba sahillerinde bir yerde karaya çıkmış ve kıyıda rastladığı yerlilere orasının neresi olduğunu sormuş. Yerlilerden “Kuba” gibi bir cevap alınca bu ismi pek bir şeye benzetememiş olacak ki, bundan ‘Anlaşılan Marco Polo’nun bahsettiği Kubilay Han’ın ülkesine çıkmışız’, diyerek ‘doğru yere’ çıktığı sonucunu çıkarmış. Yani ulaşmak istediği Hindistan’ın aşağı yukarı biraz yukarılarına![1] Şimdi ise Küba’nın bugün neredeyse silinmiş bulunan Müslüman çehresine ilişkin bir tespit yapalım. Küba’da izleri silinen Müslümanlar Doktorasını Paris üniversitesi Beşeri bilimler okulunda yapan araştırmacı Sylviane A. Diouf, Türkçeye de çevrilen Amerika’da Köle Müslümanlar adlı çalışmasında yalnız Küba’da değil, Amerika kıtasında yer alan diğer ülkelerde de İslamiyetin derin izlerini araştırıyor ve kitabının bir yerinde şu ilginç sözleri söylüyor: “Amerika’da yaşayan Afrikalıların dinî ve kültürel yaşamlarında çeşitli izler bırakmalarına rağmen, Müslümanlar, birçok alanda kolektif bilinçten silindiler ve bilimsel araştırmalarda yeterli derecede yer edinemediler. Afrikalı Müslümanların nesillerinin tükenmesi, İslam’ın ortadan kaybolmasının açık bir sebebi olabilir. İngiliz ve Fransız sömürgelerine, 1880 ve 90’lardaki son Afrikalı Müslümanlardan kısa bir zaman sonra da sözleşmeli işçiler göçüp gitmiş olabilirler. Amerika [Birleşik Devletleri], Brezilya ve Küba gibi köle ticaretinin uzun süre devam ettiği yerlerde ise Müslümanların, muhtemelen 1920 ve 30’larda ortadan kayboldukları görülür.” Peki bu, gizemli ‘ortadan kayboluş’un sebepleri neler olabilir? Diouf bu soruyu aşağıdaki gibi cevaplandırıyor: “Afrika uygulamalarından uzaklaşma, anlama ve bilgi eksikliği, rahatlık isteme, beyaz ve Hıristiyan yetkililerce cezalandırılma korkusu gibi sebepler, Müslümanların torunlarının, kendi ebeveynlerinin ve atalarının dinleri hakkında neden sessiz kaldıklarını açıklayabilir.”[2] Yazarın demek istediği, Latin Amerika’nın bugünkü Müslüman izlerinden yoksun manzarasını çok eski tarihlere götürmek doğru değil. Belki her yerde Arjantin’de olduğu kadar ‘Türk’e rastlamak mümkün olmayabilir ama özellikle Afrika’dan köle olarak Latin Amerika’ya götürülenlerin hatırı sayılır bir kısmının Müslüman olduğunu da unutmamak gerekiyor. Carlos Menem’den Fidel Castro’ya Osmanlı Ancak bir de 1910’lara kadar Osmanlı topraklarından, özellikle de 1850’lerin sonlarındaki iç savaş sırasında Suriye ve Lübnan’dan göç edenler vardır. Ağırlıklı kısmı Hıristiyan olan Araplar ile Yahudilerin Arjantin, Brezilya, Haiti, Kolombiya, Honduras, Meksika, Bolivya gibi ülkelere dağılmış bulunması, eski Brezilya Suriyeli kökenli eski Arjantin devlet başkanı Carlos Menem gibi örneklerde karşımıza çıkmaya devam ediyor. Buna 1954 yılında Brezilya Merkez Bankası Başkanı’nın Lübnan göçmeni bir Arap olan Ricardo Jafet olduğu bilgisini iliştirebiliriz.[3] Brezilya’yı şimdilik bir kenara bırakarak Fidel Castro’nun (tam adı: Fidel Alejandro Castro Ruz) soy ağacına eğilmemiz gerekiyor. Castro’nun İspanya’da sürgünde yaşayan evlilik dışı kızı Alina Fernandez 1997’de yayınladığı anılarında aile kökenleriyle ilgili ilginç bilgilere yer vermişti. Anılarının “Soy Ağacım” adlı ilk bölümünde Castro’nun atalarından birinin bir zamanlar İspanya’dan İstanbul’a göç etmiş, ardından da İstanbul’dan o tarihlerde İspanya’nın bir sömürgesi olan Küba’ya gitmiş bir Yahudi olduğu yazılı. Buna göre Castro’nun soyadında hala yaşayan “Ruz” kelimesi, atalarının soyadında bulunan “Cruz” gibi bir kelimenin bir harfinin düşmesiyle oluşmuştur. O tarihte göçmen bir “Türk”ün (o zamanlar Küba’da Osmanlı ülkesinden gelenlere milliyeti ve dini ne olursa olsun daima “Türk” diye hitap edilirdi), gün gelip de Küba’nın geleceğini etkileyecek bir toruna sahip olacağı kimsenin aklına gelmezdi elbette. Alina’nın anlatımına göre İngiltere’den, İspanya’dan ve Osmanlı başkentinden üç maceraperest delikanlı, hemen hemen aynı günlerde yollara düştüler. Birbirlerinden habersiz olarak ayrı limanlardan bindikleri gemiler onları Küba topraklarında, başkent Havana’da buluşturdu. İstanbul’dan hareket eden Yahudi genci, Kastilya dilindeki adı olan Fransisco’yu kullanıyordu. İspanyol olan Angel Castro, Küba’da devam eden savaşlar ve karışıklıklardan yılarak memleketine geri dönecekti. İngiliz ise denizcilik mühendisi çıktı ve evlenip çoluk çocuğa karıştı. Fransisco Ruz ise sık sık İstanbul’daki hayatını özlüyor, hayallere dalıp gidiyordu. Francisco Ruz, sonunda Domingo adlı Kübalı bir kadınla evlenmiş ve üç kızı olmuştu. İşte Küba’yı 49 yıl boyunca yöneten Fidel Castro, İstanbullu Fransisco ile Kübalı Domingo’nun Lina adlı kızlarının soyundan gelmektedir. (Akrabalık ilişkilerini daha da karmaşık hale getirmemek için burada kesiyorum. Merak edenler kızı Alina’nın hatıralarına başvurabilirler.[4]) Türkiye’de anti-komünizmin zirve yaptığı yıllarda dahi Küba’ya ve Castro’ya belli bir sempati dalgasının eksik olmayışında belki de atalarıyla aynı ‘Osmanlı güneşi’ altında çamaşır kurutmuşluğumuz yatmaktadır. Kim bilebilir? [1] Pierre Carnac, L’histoire commence a Bimini: L’Atlantide de Christophe Colomb, Editions Robert Laffont, Paris 1973, s. 335 vd. [2] Sylviane A. Diouf, Amerika’da Köle Müslümanlar: Mücadele, Direniş, İsyan, Çeviren: Ahmet Yaşar, İstanbul 2003, Gelenek Yayıncılık, s. 216-217. [3] Theresa Alfaro Velcamp, “The historiography of Arab immigration to Argentina: The intersection of the imaginary and the real country”, Editörler: Ignacio Klich ve Jeffrey Lesser, Arab and Jewish Immigrants in Latin America, Londra 1998, Frank Cass, s. 239-242. [4]Alina Fernández Revuelta, Castro's Daughter: An Exile's Memoir of Cuba, İngilizceye çeviren: Dolores M. Koch, St Martin’s Griffin, New York 1999, s. 1-6. Mustafa Armağan |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|