02-19-2009, 12:42 | #1 |
Antakya (Hatay) Hakkında Bilgi
Hatay Genel Bilgi
Akdeniz'in doğu kıyılarında Toroslar'ın güney uzantısı Amanos ile Habib Neccar Dağları'nın önündeki Amik orasında kurulmuş olan Hatay ilinin merkezi Antakya (Antiocheia), Anadolu'nun en erken yerleşim merkezlerinden birisidir. Kızıldeniz'den başlayan, Şeria ve Asi Nehir yataklarının çöküntüsü olan Amik Ovası'nı Lübnan Dağları'ndan çıkarak Akdeniz'e dökülen Asi Nehri ikiye bölmektedir. İlin yüzey şekillerini dar kıyı ovaları, bunların gerisinde kıyıya paralel olarak uzanan dağlar ve doğu kesimini kaplayan Kahramanmaraş-Hatay çöküntü oluğu belirlemektedir. İl topraklarını Amanos Dağları engebelendirir. Güneybatı-kuzeybatı doğrultusunda uzanan ve düzenli bir sıradağ oluşturan Amanos Dağları'nın en yüksek noktası Mığırtepe'dir (2.240). Diğer yükseltiler 2.000 m.yi aşmamaktadır. Amanos Dağları'nın 800-1.000 m. yükseklik kuşağında düz basamaklar biçiminde platolar bulunmaktadır. Hatay'ın en önemli akarsuyu Asi Irmağı'dır. Asi Nehri il sınırları içerisine girdikten sonra Karaçay, Afrin Çayı ve Balıklı Gölü Kanalı'nın birleşmesi ile oluşan Küçük Asi Çayı kolunu alır. Samandağı yakınlarında bi delta oluşturarak Akdeniz'e dökülür. Asi ırmağı'nı Hüseyinli, Kavaslı ve Defne dereleri beslemektedir. Ayrıca Amanos Dağları'nın batı yamaçlarından kaynaklanarak Akdeniz'e dökülen Deliçay, Mersin Çayı, Arsuz Çayı, Çoklu Deresi ve Gülcihan Çayı gibi küçük akarsuları da bulunmaktadır. Amik Gölü ise ilin en büyük gölü idi. Asi, Afrin ve Karaçay vadi tabanlarının akarsuların taşıdığı alüvyonlarla dolması sonucu oluşan Amik Ovası ilin en geniş en önemli düzlüğüdür. Amik Gölü'nün kurutularak tarıma açılması ile Amik Ovası'nın alanı 900 km2 olmuştur. Yüzölçümü 5.570 km2 olan ilin toplam nüfusu 1.197.139'dur. Hatay, Akdeniz İkliminin etkisindedir. Amanos Dağları iç ve kıyı kesimleri arasında bazı farklılıklara neden olmaktadır. İlin alçak kesimlerinde ender olmakla birlikte kar yağmaktadır. Bu kesimlerde yazları çok sıcak geçmektedir. İlin ekonomisi sanayii, tarım ve hayvancılığa dayalıdır.Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler; domates, buğday, portakal, soğan, mandalina, pamuk, zeytin, patlıcan, sakız kabağı, üzüm, kavun, dolmalık biber, taze fasulye, yerfıstığı, soya fasulyesi, deri, yumurta, karides ve salatalıktır. İlde bitkisel üretim geliştiğinden hayvancılık gerilemiştir. Sanayide ise demir-çelik, yapay gübre, dokuma, makine, yedek parça, un, bitkisel yağ, sabun, tuğla ve kiremit üretimi yapan fabrikaları bulunmaktadır. Ayrıca il topraklarında dolomi ve manden suları da vardır. Eski adı Antiocheia olan ilin bu ismi, Helen dilinde "Antiochos'un Yurdu" anlamına gelen bir sözcüktür. Bununla beraber Anadolu'da bu ismi taşıyan üç kent daha bulunmaktadır. Antiocheia'da yapılan yüzey araştırmaları ve kazılar yörenin M.Ö.10.000-4.000 arasına tarihlenen Paleolitik Dönem yerleşim izlerini ortaya çıkarmıştır. Prof.Dr. Enver Bostancı ile Prof.Dr.Muzaffer Şenyürek'in Samandağı Mağaracık Köyü yakınındaki Merdivenli Mağara'da yapmış olduğu kazılar Paleolitik Çağ kültür katlarını n ortaya çıkmasına neden olmuştur. İşlenmiş uçlar (point), kazıyıcılar (racloir), deliciler, el baltaları ve yongalar Merdivenli Mağara'da bulunmuştur. Hatay'ın merkezi Antiocheia'nın 12 km. Güneydoğusundaki Altınözü'nde de çakmaktaşı aletler ve el baltaları ele geçmiştir. Çevredeki mağaralar paleolitik Çağ sonlarında da burada bazı yerleşmeler olduğunu göstermiştir. Ne var ki bu mağaralardan bazılarını Romalılar taş ocağı olarak kullanmış ve Prehistorik kalıntıları tamamen yok etmiştir. Hatay yöresinde Orta Paleolitik Çağa tarihlenen insan dişleri, memeli hayvan fosilleri de bulunmuştur. Ayrıca Tıkalı, Kanal ve İncili Mağaralarında da aynı döneme tarihlenen yerleşim katları ve çeşitli buluntular da ortaya çıkarılmıştır. Bunların arasında İncili Mağara'da ele geçen ve Üst Paleolitik Çağa tarihlenen Homo Sapiens Çevliki Yensis fozil kemiklerinin de antropoloji yönünden kendine özgü bir yeri vardır.Seleucus dönemi keramiklerinin de aynı yerde bulunuşu yöredeki yaşamın sonraki yıllarda da sürdüğüne işaret etmektedir. Hatay'ın Amik Ovası'nda, özellikle Reyhanlı yakınlarında Neolitik (MÖ.8.000-5.500), Kalkolitik (M.Ö.5.500-3.500) ve Tunç Çağı'na (M.Ö.3500-1.000) tarihlenen bir takım yerleşim alanları ile karşılaşılmıştır. Bunlar arasında en iyi bulguları, Antakya Reyhanlı Karayolu'nun 22.km.deki Tell Açana (Alallah) ile Tell Tayınat vermiştir. British Museum adına Sir Leonard Woolley Tell Açana kazılarında 17 kültür katını peş peşe ortaya çıkarmıştır. Kalkolitik Çağ'dan başlayarak MÖ.1190'da sona eren bu yerleşim katlarında Girit, Miken Hitit kültürlerinin izleri görülen saraylar, tapınak ve savunma yapıları ile karşılaşılmıştır.M.Ö. XVII.Yüzyılda Hititlerin eline geçen yöre, onların çöküşünden bir süre sonra bağımsız kalmışsa da Asurluların egemenliğine girmiştir. M.Ö.1.800-1.600) Babil'e bağımlı Yamhad Krallığı'nın egemenliğine giren yöredeki buluntular Hitit, Hurri-Mitanni ve Mısır etkisinin burada sürdüğünü açıkça göstermektedir. Amik Ovası yerleşimlerinde görülen saray mimarisi kalıntıları, Tunç Çağının siyasi yapı ve yaşayışı ile ilgili bazı bilgiler yanında, bu yerleşimlerin beylikler biçiminde örgütlendiğini de ortaya koymuştur. İlk Tunç Çağı sonunda Amik ovasındaki beylikler Mezopotomya’dan gelen Akadların egemenliği altına girmiş, fakat bu egemenlik kısa sürmüştür. Bundan sonraki dönemde kuzeyden gelen kavimlerinde etkisiyle başlayan kargaşa dönemi M.Ö. 1800 yıllarına kadar devam etmiştir. M.Ö. 1800-1600 yılları arasında yöre, merkezi Halpa (Halep) olan Yamhad Krallığı’na bağlı bir beyliğin toprakları içinde yer almıştır. Başkenti Alalah (Atçana) olan bu beylik iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Yamhad Krallığı’na bağlıydı. Bir ara Yamhad Krallığı’nın merkezi Atçana’ya taşınmış ve Kral Hammurabi burada M.Ö. 1780-1750 dönemine tarihlenen ve kalıntıları bu günde görülen surlarla çevrili bir saray yaptırmıştır. Hammuribi’nin yerini Babil Kralı Hammurabi’yle çağdaş olan ve hakimiyeti M.Ö. 1686 yılına kadar Yarim-Lim almıştır. Yarim-Lim döneminde Orta Anadolu’da ortaya çıkan Hitit krallığı, güçlenip birliği sağladıktan sonra güneye yönelmiş, Amik ovası üzerinden Yamhad krallığının üzerine yürümüştür. M.Ö. 1620 yılında Hitit Kralı Hattuşil ölünce sefer sonuçlanmamamış, Onun yerini alan oğlu Murşil, Yamhad Krallığı üzerine yeniden seferler düzenlemiş, Atçana ve çevresindeki yerleşim yerleri ile Halpa şehrini ele geçirerek, şehri yakıp yıkmıştır.Ardından seferine devam ederek Babil’i ele geçirmiş, çok sayıda esirle Hattuşaş’a dönmüştür. Bundan sonra Antakya ve çevresi Murşil’in ölümüne kadar Hitit egemenliği altında kalmıştır. Onun ölümünden sonra yöredeki prenslikler Hitit egemenliğine baş kaldırmışlarsa da Prens İlim-İlimma’nın başında bulunduğu Atçana Beyliği ile diğer kentler M.Ö. 1490’larda Mısır egemenliğini kabul ederek Firavun Tutmasis III’e bağlanmışlardır. M.Ö. 15. yüzyıl ortalarında Yamhad Krallığı Hitit egemenliği altına girdi. II. Hattuşil döneminde Yamhad Krallığı ve diğer yöre devletleri bir süre bağımsız kalabildilerse de, I. Şuppiluliuma bu yöreleri tekrar ele geçirmiştir. Daha sonra Şuppiluliuma ikinci bir sefer daha düzenleyerek bölgeleki Hitit egemenliğini kesinleştirmiş ve bu durum M.Ö. XIII. yüzyıla kadar devam etmiştir. XIII.yüzyılda Kral Tukulti-Ninurta zamanında Asurlular Güneydoğu Anadolu’yu ele geçirmiştir. M.Ö. 1200’lü yıllarda Hitit devleti zayıflayınca Güney Anadolu’da Fırat kıyıları ile Konya arasındaki bölgede çok sayıda yeni küçük devletler ortaya çıkmıştır. Etnik kökenleri, dilleri ve gelenekleri farklı olan bu devletçikler uzun süre siyasi bir birlik kuramamışlardır. MÖ.1200'de Yunanistan'dan Anadolu'ya yönelik Dor göçü bu bölgeye kadar uzanmıştır. Bu göçmen grubu Batı Anadolu ve Kıbrıs'ta belirli aralıklarla konakladıktan sonra Amik Ovası'na ulaşmışlardır. Ancak yeni gelenlerin yöredeki kültürlere büyük zararları olmuş yeni gelenlerin baskısına karşı koyamayan Hititler Kuzey Suriye'ye çekilerek küçük devletler kurmuşlardır. Bu arada Arami'ler de Kuzey Suriye'ye gelerek Hititlerle karışmışlardır. Böylece Kuzey Suriye'de öncekilerden çok farklı bir kültür meydana gelmiştir. Büyük İskender, (MÖ.356-323) MÖ.333'te Darius'u İsos'ta yenmesiyle birlikte Anadolu'daki Pers egemenliğine son vermiştir. Makedonya'dan Hindistan'a kadar uzanan İskender İmparatorluğu'nun zamanında Hatay yöresinde Bottias ve İopolis isimli iki küçük Yunan kolonisi bulunuyordu. M.Ö. 334-333 yıllarında Anadolu’yu baştan başa aşıp, Gülek Boğazından Çukurova’ya geçen Büyük İskender Akdeniz’in kuzeydoğu ucunda, bir sahil kasabası olan Myriandros’ta (bugünkü İskenderun) kamp kurmuştur. Bu sırada bölgede bulunan Pers İmparatoru III. Dareios da Amanos dağlarını aşıp bu günkü Dörtyol’un bulunduğu ovaya inmiş, Pinaros çayı (Deliçay) kıyısında savaş düzeni almıştır. Bunun üzerine İskender Dörtyol ovasına geri dönmüş ve iki ordu, İssos’ta savaşa başlamış ve İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmıştır (333). Bundan sonra İskender kazandığı zaferin anısına Myriandros’ın adını “Alexandria” olarak değiştirmiş, Amanos dağlarını aşarak Amik ovasından geçip yoluna devam etmiştir. İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümü imparatorluğunun generalleri arasında paylaşılmasına neden olmuştur.Bunlardan Seleukos I Nicador Suriye ve çevresindeki Hatay yöresini de kapsamına alan topraklarda Seleucus devletini kurmuştur. M.Ö. 312 yılında I. Antigonos’u yenen Seleukos, Asur ülkesi ile İran’daki satrapları kendisine bağlamış, Dicle kıyısındaki Seleukeia kentini merkez yapmıştır. M.Ö. 307 yılında Antigonos, bugünkü Antakya’nın kuzeyinde Akdeniz sahilinden doğuya uzanan yol üzerinde, Asi Nehri kenarında bir şehir kurmuş ve bu şehre “Antigonia” adını vermiştir. Seleukos Nikator, M.Ö. 23 Nisan 300 tarihinde Akdeniz kıyısında Seleukia (bugünkü Samandağ-Çevlik) kentini kurmuş ve başkenti buraya taşımıştır. Seleukeia’da şehir surları içinde bir de liman inşa ettirmiştir. Daha sonra I. Seleukos Antigonia’yı yıktırıp, daha güneyde, dağ eteğinde (Antakya’nın bugünkü yerinde) yeni bir şehir yapılmasını istemiş ve şehrin temeli M.Ö. 22 Mayıs 300 tarihinde atılmış, yapımı tamamlanınca da devlet merkezi buraya nakledilmiştir. Seleukos şehre babasının (ya da oğlunun) anısına “Antiokheia” adını vermiştir. Başkent Antiocheia hızla gelişerek önemli bir merkez olmuştur. I.Seleukos döneminde su kanalları yapılarak Defne (Harbiye) çağlayanlarından Antakya’ya su getirilerek, şehirde su depoları ve dağıtım şebekeleri yapılmıştır. Bu çalışmalar sonraki krallar zamanında da devam ettirilmiştir. Antiocheia'da MÖ.64'te yeni bir dönem başlamıştır.General Pompeus'un Roma İmparatorluğu topraklarına kattığı Antiocheia kısa sürede gelişmiş, nüfusu 500.000'e ulaşmış ve şehir ekonomik, siyasi ve kültürel bir kimlik kazanmıştır. Bunun sonucu olarak da Roma ve İskenderiye'den sonra Roma İmparatorluğu'nun üçüncü büyük kenti olmuş ve Doğunun Altın Şehri ismi buraya yakıştırılmıştır. Antiocheia'da MÖ.195'te başlayan ve MS.VI.yüzyıla kadar süren olimpiyat oyunlarına benzer spor yarışmaları düzenlenmiştir. Bu oyunlar İmparator Claudius zamanında olimpiyat adıyla kurumlaşmıştır. Roma İmparatoru Octavioanus (MÖ.63-MS.14) Marcus Ulpius Traianus (MS.98-117), Tiberius (MS.14-MS.37) Antiocheia'ya yakın ilgi göstermişlerdir. Antoninus Pius (138-161) uzun süre burada yaşamıştır. Roma iç savaşlarında Antiocheialılar C.Julius Caesar'dan (MÖ12/13-MÖ.44) yana olmuştur. Bundan hoşlanan J.Caesar Antiocheia'da dokuz gün kalmış, halka verilen imtiyazları yenilemiş, yukarı mahallelere su getirmiş ve bir de tiyatro yaptırmıştır. C.Julius Caesar'ın ölümünden sonra Partlar kente girmişse de Romalılar yeniden yöreye egemen olmuşlardır. Bu dönemde hipodrom, sirk ve tiyatrolar onarılmış, yeni devlet binaları yapılmıştır. İmparator Tiberius zamanında Habib-ül Neccar Dağı'ndan aşağıya inen sularla kent kuşatılmıştır. İstanbul'dan sonra en uzun surlar olarak nitelenen Antiocheia surları 12 km. uzunluğa ulaşmaktaydı. Ne yazık ki, bunlardan günümüze pek azı gelebilmiştir. Asi nehri ağzında bulunan ve eski çağlardan beri kullanılan El Mina, yöredeki kentlerin ticari bağlantısını sağlayan önemli bir limandır. Bu limandan IV. Yüzyıla kadar küçük gemiler nehir yoluyla Antakya’ya kadar gelebiliyorlardı. Seleukeia Pieria limanı hizmete girince deniz ticaretinin ağırlığı bu limana kaymış ve El Mina önemini yitirmiştir. Burası aynı zamanda Roma İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz’deki en önemli askeri üssü konumundaydı. Judea Kralı Herot kenti güneyden kuzeye doğru kesen, granitten bir yol yaptırmış, İmparator Octavianus Augustus da (MÖ.23-MS.14) yolu kuzey kapısına kadar uzatmıştır. İmparator Tiberius bu yola revaklar eklemiş, kenti tunç ve altın yaldızlı heykellerle süslemiştir. Bu dönemde altın ve tunçtan yapılmış Tyche heykeli Antiocheia'nın sembolü olmuştur. Tyche heykelinin en güzel yapıtı Eutühides tarafından yapılmış olup, Roma Vatikan Müzesi'ndedir. Roma kaynaklarından ve bazı kalıntılardan kentte oldukça ileri düzeyde bir hamam sisteminin geliştirildiği öğrenilmektedir. Bu konuda yapılan araştırmalar kentte gerçek isimleri bilinmediğinden A, C, E olarak tanımlanan hamamlar bulunuyordu. Ayrıca Apolausis hamamı da onlara eklenmektedir. Bunlardan C hamamının her iki eksenine göre simetrik, E hamamının da ikisi simetrik olmak üzere üç büyük nişli caldiriumu (sıcaklık) vardı. Geç Roma Çağı'nda İtalya'da görülen yol kavşaklarına yerleştirilen anıt tipindeki tetrapilonlardan birisi de İmparator Caligula Cermanicus (MS.31-41) yıllarında yapıldığı sanılmaktadır. Antiocheia'nın 9 km. doğusundaki Daphne (Harbiye) Romalıların sayfiye yeri idi. Romalı kumandan ve zenginlerin villalarının mozaikleri kentin önemini, zenginliğini bir kat daha gözler önüne sermektedir. Buradaki Apollon, Artemis, Herakles ve İsis tapınaklarının isimleri kaynaklarda geçerse de onlarla ilgili hiç bir kalıntı günümüze ulaşamamıştır. Âsi Nehri üzerindeki İmparator Diocletianus'un (MS.245-316) yaptırmış olduğu üç gözlü köprü ne yazık ki, 1970'den sonra yeni bir köprünün yapılabilmesi için yıktırılmıştır. MÖ.300'lü yıllarda İmparator Vespasianus (MS.17-79) zamanında Samandağ'da sel sularını önlemek amacıyla 138 m. uzunluğu, 6.m.genişliği ve 7 m. yüksekliği olan bir tünelin yapımına başlanmıştır. Sonraki yıllarda İmparator Titus Vespaianus Augustos (MS.39-81) tarafından tamamlanmıştır. Antiocheia (Antakya) Hıristiyanlığın başlangıç ve yayılma dönemlerinde önemli bir dini merkez konumuna gelmiştir. Hz.İsa'nın çarmıha gerilişinden sonra havarileri Hıristiyanlığı yaymaya çalışmış, bu nedenle de Anadolu ile Yunanistan'a sık sık gitmişler, Roma'ya kadar uzanmışlardır. Hıristiyanlıktan önce Antiocheia'da Gentil denilen bir cemaat yaşıyor, Sinagoglarda Eski Ahid'in MÖ.270'de yapılmış çevirileri okunuyordu. Gentiller Yahudilerin yüksek ahlâki ve ruhanî Tanrı kavramı ile inanların ahlâk yasalarının etkisinde kalmışlardı. Aziz Paulos ile Aziz Barnabas bu cemaate vaaz vermeye başlamadan önce Samiriye'de aynı adetleri benimsemiş bir topluluk yaşıyordu. Özellikle Aziz Petrus'u tanımak ve ondan vaaz dinlemek amacıyla (Caesarea'da (Kayseri) bir araya gelen Romalı yüzbaşı Cornelius ile yakınları vaftiz olarak yeni dini kabul etmişlerdi. Bu arada Aziz Petrus da görmüş olduğu bir rüyanın etkisinde kalarak onları ziyarete gelmiştir. Bundan sonra Roma İmparatorluğu'nun Filistin'deki bir kenti olan Judae'daki kilise vecd halini Kutsal Ruhun vaftizi olarak kabul etmişti. Bu arada Antiocheia'da Hıristiyan dinini kabul edenler arasında şiddetli bir tartışma gelişmiş, tartışmanın ana noktasını "Musa'nın adetine göre sünnet olmayanların" durumu oluşturmuştur. Aziz Paulos ile Aziz Barnabas'ın ılımlı görüşlerine Judae'dan gelenler karşı çıkmışlardır. Bu tartışmayı sonuca bağlayabilmek için Aziz Paulos ile Aziz Barnabas Kudüs'e giderek konuya açıklık kazandırmaya çalışmışlardır. Anadolu'daki bazı mucizeler bu toplantıda dile getirilmiş ve sünnetin üzerinde fazla durulmaması, yalnızca Kutsal Ruh'un kabul edilmesi öğütlenmiştir. Bu kararın ardından Aziz Yahuda, Aziz Silas, Aziz Paulus ve Aziz Barnabas'ın Anadolu'ya gönderilmeleri kararlaştırılmıştır. Ayrıca Azizler Antiocheia, Suriye ve Kilikya'daki Gentillerin Hıristiyanlığı kabul ettiklerini bildiren mektubu teslim etmekle de görevlendirilmişlerdir. Bundan sonra da Aziz Paulus ile Aziz Barnabas Hıristiyanlığı yaymak amacıyla Antiocheia'dan yolculuklarına başlamışlardır. MS.252-300 yıllarında Antiocheia'da on kilise toplantısı yapılmış, ayrıca Anadolu Patriği'nin de merkezi olmuştur. Kutsal Kitap'ın MS.IV.yüzyıl sonunda Hieronymus tarafından yapılan Latince çevirisi olan Vulgata'yı hazırlayan Aziz Jerome, Antiocheia'da İsa'nın hayalini gördüğünü söylemiştir. Roma İmparatorluğu'nun 395'te ikiye ayrılmasından sonra Antiocheia Doğu Roma İmparatorluğu'nun (Bizans) sınırları içerisinde kalmıştır. Roma döneminde başlayan Arap akınları Bizans döneminde de sürmüş ve yöreyi tehdit etmiştir. Buna rağmen Antiocheia önemini korumuş Bizans'ın İran'a yaptığı seferlerde de üs olarak kullanılmıştır. İmparator Iustinianus (527-565) Arap akınlarına önlem olarak kenti eskisinden daha küçük surlarla çevirmiş, yollarını taş döşeli olarak yenilemiş, tiyatro, hamam ve su yolları yaptırmıştır. Bizanslılardan arta kalan dört sur kapısından yalnızca Demir Kapı (Halep kapısı) günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Antiocheia bu yıllarda doğal afetlerden büyük zarar görmüş; M.S. 35,37 ve 41-45 arası, 115, 341, 365, 396, 458, 526, 528 ve 531-534 arası, 532, 551, 557, 588, 589 depremleri kenti baştan başa yıkmıştır. Bunlardan en şiddetli ve en çok can kaybına yol açanı, 29 Mayıs 526 tarihinde meydana gelen depremdir. Bu depremde 250.000 kişi ölmüş ve Antakya ile birlikte Daphne ve Seleukia Pieria de yerle bir olmuştur. 528 yılında meydana gelen deprem de de en az önceki kadar şiddetli ise de can kaybı diğerlerine göre daha az olmuştur. 526 ve 528 depremlerinden sonra yeniden kurulan yeni Antiocheia'da 542 yılında bir veba salgını yaşanmıştır. İranlılar Antiocheia ve civarını yakıp yıkarak, 611-628 yılları arasında işgal etmişlerdir. İmparator Herakleios (575-641) bölgeyi İranlılardan kurtarmak istemişse de 622'de kentin önünde yapılan savaşta yenilmiştir. Bunun üzerine İranlılar Antiocheia'yı boşaltarak orada yaşayanları İran'a gitmeye zorlamıştır. Bizanslılar yöreyi yeniden ele geçirmişlerse de Yermük Savaşı'ndan sonra (636), Übeyde Bin Cerrah komutasındaki Arap orduları bir kez daha Antiocheia'yı kuşatmıştır. Hz.Ömer'in isteği ile herhangi bir çatışmaya girilmemiş ve kent teslim olmuştur (638). Antiocheia'lılar zaman zaman Araplar'a karşı ayaklanmışlarsa da bundan sonuç alamamışlardır. Muaviye ve Velid Bin Abdülmelik kentte nüfusu çoğaltabilmek için Araplar'ı buraya yerleştirmiştir. Antiocheia, Abbasiler döneminde sakin bir devir yaşamış, Halife Harun Reşid kenti ziyaret etmiştir. 843-849 yılları arasında İbn Ebu Davud harap durumdaki İskenderun kalesini tamir ve kısmen de yenilemiştir. Abbasilerden sonra Tulunoğulları, İhşidiler, Hamidoğulları da yöreye egemen olmuş, ancak Bizans İmparatoru II.Nikephoros Phokas (963-969) kenti geri almıştır (968). Selçuklular 1070 ve 1075'de şekri kuşatmış ancak 20.000 altın karşılığında kuşatmayı kaldırmışlardır. Kutalmışoğlu Süleyman Şah bir süre sonra kenti ele geçirmiş ve halka çok iyi davranmıştır. Bu arada Mar Cassianus Kilisesi camiye çevrilmiş, buna karşılık iki kiliselik arsa Hıristiyanlara verilmiştir. Süleyman Şah'ın ölümünden sonra Melik şah'ın egemenliği burada çok fazla sürmemiş, 21 Ekim 1097'de haçlı ordusu Antiocheia önünde görülmüştür. Antiocheia Haçlı'lara karşı bir süre direnmişse de sonunda kent düşmüş ve halk kılıçtan geçirilmiştir. Bundan sonra Haçlılar yöreye egemen olmuş ve Antiocheia da prenslik olarak yönetilmiştir. Daha sonraki dönemlerde 1. ve 2. Haçlı seferleri sırasında Suriye bölgesi Bizanslıların elinden tamamen çıkmış bölge Arap beylikleri ile Latinler arasında paylaşılmıştır. Bu dönemde Antakya’da Ceyhan Irmağından Lazkiye’ye kadar olan bölgeyi kapsayan ve Kudüs’e bağlı olan bir dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kurulmuştur. Antakya 1137 yılında Kilikya seferine çıkmış olan Bizans İmparatoru Ioannes II. Komnenos (1118-1143) tarafından ele geçirilmiştir. 1142’de düzenlenen ikinci bir seferde Antiocheia çevresindeki köy ve kasabalar tahrip edilmiştir. Onun yerine geçen Manuel Komnenos döneminde Antakya Prensi İstanbul’a gidip, İmparatora bağımlılığınıkabul etmek suretiyle Antakya’da kalabilmiştir. Roma İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmak isteyen Manuel Komnenos, 1158 yılında düzenlediği doğu seferinde Çukurova Ermeni Prensliği üzerinde kesin hakimiyet sağlamıştır. Bundan sonra İmparator Antiocheia’ya geçmiş, Kudüs Kralı Baldwin III. de oraya gelerek Bizans İmparatorluğuna sadakatini belirtmiş, Manuel Kommenos da bir süre sonra İstanbul’a dönmüştür. Eyyubi Sultanı Selahaddin Eyyubi’nin 1187 yılında Halep’i zaptetmesi üzerine zor durumda kalan Antiocheia Prensi III. Bohemond, Sultana elçi göndererek barış istemiş, Sultan bu talebi kabul etmiştir. Bundan sonra bölgedeki birçok kaleyi ele geçiren Selahaddin Eyyubi Eylül 1188’de Haçlıların elinde bulunan Bakras ve Darbsâk kalelerini de ele geçirmiş ve Antiocheia’nın Anadolu ile bağlantısını kesmiştir. Bunun üzerine yöre halkı büyük sıkıntı içine düşmüştür. Şehir, sadece El Mina ve Seleukiea Pieria limanları vasıtasıyla yardım alıyordu. Bu arada Antakya Prensliğinin talebi üzerine kısa süreli barış andlaşması yapılmıştır. Selahaddin Eyyübi, bölgedeki bütün kaleleri ele geçirmek için hazırlık yaparken III. Haçlı Seferi’nin başlaması üzerine bu sefer gerçekleşememiştir. Bunun ardından Eyyubi orduları 1191 yılında bölgeden tümüyle çekilmiştir. XIII. yüzyılda Mısır’a egemen olan Memlûk Devleti’nin orduları Amik ovasına kadar ulaşmış, 1261 ve 1262 yıllarında Antiocheia’yı iki defa kuşatmışlardır. 1268 yılında tekrar yöreye gelen Baybars komutasındaki Memlûk ordusu Koz kalesini zaptettikten sonra Antiocheia’yı kuşatmıştır. 18 Mayıs 1268 tarihinde şiddetli bir savaş sonucunda Antiokheia ele geçirilmiş, yağmalanmış, yakılmış, surlar tahrip edilmiş, iç kalesi yıkılmıştır.Bu arada kentin Seleukeia Pieria (Çevlik) limanını da tahrip ettiren Baybars, Bakras ve Darb-ı sâk kalelerini ele geçirmiştir. Bundan sonra Antiocheia ve Bakras’da birer cami yaptırmış ve kentte imar faaliyetine girişmiştir. Memlûklerin gelişi ile Antakya’da 171 yıl hüküm süren Antakya Haçlı Prensliği sona ermiştir. Bu dönemde bölgeye 40 .000 Türkmen Gazze’den getirilerek Antiocheia ve Sis (Kozan) sınırına kadar, Haçlılardan alınan sahil bölgelerine yerleştirilmiştir. 1394 yılında Timur, Memlûk topraklarına bir sefer düzenlemiş, ancak Antiocheia’ya girememiştir. XIV. ve XV. yüzyıllarda Halep, Antep ve Antiocheia yörelerinde Avşarlar ve Bayatlar çoğunluktaydı. Kuzey Suriye Avşarlarından Gündüzoğulları Amik ovasında, Köpekoğulları Antep’te ve Özeroğulları İskenderun Körfezini çevreleyen bölgede yaşıyorlardı. Dulkadiroğlu Süli Bey’le anlaşan Özeroğlu Davut Bey ,Memlûklere karşı ayaklanarak, Antiocheia’yı ele geçirmiştir. Ancak, 1411 yılında Halep Valisine yenilince şehri Gündüzoğulları’na terkedip çekilmek zorunda kalmıştır. Gündüzoğulları’nın Antakya hakimiyeti de kısa sürmüştür. 1432 yılında Antakya’dan geçen seyyah Bertrandon de la Broquiere’in gözlemlerine göre; o zaman o bölgenin başkenti olan Antiocheia’nın surları içinde üçyüz kadar ev bulunuyordu. XV. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı toprakları güneye doğru genişleyip Memlûk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlar da başladı, 1487 yılında Çukurova’da Memlûk ordusu Osmanlı ordusunu yenerek, komutan Hersekzade Ahmet Paşa’yı esir almıştır. 1488 yılındaki seferde de Osmanlı ordusu Memlûk ordusuna karşı başarı sağlayamamıştır. Nihayet 1490 yılında barış anlaşması yapılmıştır. 1516 yılında Osmanlı ordusu ile Memlük ordusu arasında Mercidabık’ta cereyan eden savaşı Osmanlılar kazanmıştır. Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı ordusunun başında Halep’e girmesiyle Antakya, İskenderun ve çevresi de 1516 yılının Ağustos ayında Osmanlı egemenliği altına girmiş oldu. Şehre ilk vali olarak Bıyıklı Mehmet Paşa tayin edildi. Bundan sonraki yıllarda yöre için en önemli olay, Kanuni Sultan Süleyman’nın buradan geçişidir. Kanuni, Tebriz seferi dönüşünde Aralık 1535 başlarında Antakya-İskenderun üzerinden Adana’ya geçmiş; daha sonraki yıllarda, 1548-1549 kışını geçirdiği Halep’te iken yaptığı gezilerden birinde Antakya’ya tekrar uğramıştır. 1552 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği ile Belen’e cami, han, hamam ve imaretin yapımına başlandı. Bunun ardından Belen’e 250 derbentçi yerleştirildi. Birkaç yıl sonra 65 hane daha yerleştirilerek burası köy haline getirildi. Bundan sonra yine yol güvenliğini sağlamak için Payas’taki eski kale ve hendeği sökülüp tümüyle yenilenmiştir (1567-1571). Payas kalesinin karşısında Sokullu Mehmet Paşa’nın 1568 yılında yapımını başlattığı cami, han, hamam, arasta ve imaretten oluşan külliye 1574 yılında tamamlanmıştır. Ayrıca bir iskele ile bir tersane yapılmış, limanı korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına küçük bir kale (Cin kulesi) inşa edilmiştir. Derbentçi olarak buraya 541 aile yerleştirildi. Sokullu aynı dönemde Antakya’da da han, hamam, bedesten, değirmen gibi çoğu günümüze kadar ayakta kalan yapılar inşa ettirmiştir. Yörede bundan sonraki dönemde bilinen tek önemli olay 1607 yılında devlete isyan halinde olan Canbolatoğlu üzerine açılan seferdir. Bu seferde Murat Paşa, Oruç (Ruc) ovasında Canbolatoğlu’nu bozguna uğrattı. XVII. yüzyılda yörede Süveydiye, Payas, İskenderun iskeleleri çalışır durumdaydı. Asi nehri ağzı kumla dolduğundan Antakya, Süveydiye iskelesinden yeterince yararlanamıyordu. İskenderun’un kıyıları bataklıklarla kaplı olmasına rağmen yine de yararlanılabilen bir liman konumundaydı. Nasuh Paşa’nın İskenderun'da başlattığı kale inşaatı yarım kaldığından ötürü güvenlik yeterince sağlanamıyordu. Payas Limanı ise hem ticaret , hem de askeri nakliyat yönünden çok önemliydi. Surre alayları (Hac kafilesi) hacca giderken bu yolu izliyordu. Bununla beraber XVII. yüzyılın sonlarında güvenliğin yeterince sağlanamaması yüzünden yöredeki birçok köy harap olmuş, köylüler yerlerini terketmişlerdir. Bir yandan göçler önlenirken bir yandan da XVII. yüzyıl sonları ile XVIII. yüzyılın başlarında Antakya, Lazkiye, Hama, Humus, Trablusşam dolaylarına konar-göçer halde yaşayan çok sayıda Türkmen aşiret ve oymakları yerleştirildi. Böylece hem üretim dengesi kuruldu, hem de harap yerleşim yerleri imar ve ihya edilmiş oldu. Bu dönemde Karamurt’ta (Bakras civarı) Kanuni’nin yaptırdığı han da harap, iş görmez haldeydi. İskân çalışmalarının devamı olarak 1703-1704 yıllarında Vezir Hasan Paşa aynı yerde büyük bir han ile cami ve imaret yapılmasını emretti, yapım 1706 yılında tamamlandı. Burada aynı zamanda mustahkem bir kasaba inşa edildi ve yol güvenliği için derbent teşkilatı kuruldu. Böylece bölgede güvenlik sağlanmış oldu. Abdurrahman Paşa’nın çabalarıyla da 1769'da Anadolu'dan Belen'e köylüler getirilerek yöre iskân edilmiştir. 1822 yılında meydana gelen deprem İskenderun ve çevresinde büyük yıkıma yol açmış, Seleukeia Pieria’nın son kalıntıları da yıkılmış, Antakya’da birçok ev hasar görmüştür. Osmanlı döneminde Antakya’da Ahilik ilkelerine göre çalışan, lonca halinde örgütlenmiş bir esnaf teşkilatı, hanlar etrafında organize olmuş ve her biri bir mesleğin mensuplarına tahsis edilmiş sokakların oluşturduğu işlek bir çarşısı, Asi nehri üzerinde değirmenler ve sulama için gerekli suyu nehirden sağlayan su dolapları bulunuyordu. 1832 yılında Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa Osmanlı ordusunu yenerek Suriye’yi ele geçirmiştir. Halep’e kabul edilmeyen Ağa Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Beylan (Belen) Boğazı’na çekilerek burada savunma düzeni aldı. Antakya’ya gelen ve ordusunu dinlendiren İbrahim Paşa Osmanlı ordusunun savunmada bıraktığı boşluklardan yararlanarak 28 Temmuz 1832 günü yapılan savaşı kazandı. Osmanlı ordusu ağır kayıplar verdi. İbrahim Paşa ordusu buradan İskenderun’a geçerek yoluna devam etmiş, Anadolu içlerine kadar ilerlemiştir. Antakya ve çevresinde 1839 yılına kadar İbrahim Paşa’nın kurduğu düzen devam etmiştir. Tanzimat’ın ilanıyla tüm Osmanlı ülkesi gibi Antakya ve çevresinin idari teşkilatında da yeni düzenlemeler yapılmıştır. XIX. yüzyılda Gâvurdağı yöresinde asayiş bozulmuş, huzur kalmamış, Sivas vilayeti sınırlarından İskenderun iskelesi, Beylan ve Antakya kazaları sınırına kadar olan geniş bölgede isyan hareketleri baş göstermiştir. Osmanlı Devleti bölgeyi ıslah etmek ve düzeni yeniden kurmak için bir fırka (tümen) oluşturdu. ”Fırkai Islahiye” adı verilen bu ordunun komutanı Müşir Derviş Paşa, mülki konulardaki yetkilisi Ahmet Cevdet Paşa idi. Bu ordu 1865 yılı ortalarında İskenderun’a geldi. Belen yoluyla Amanos Dağları'nı geçerek harekâta başlandı, isyanlar bastırıldı ve bölgede huzur sağlandı. Ordunun konakladığı yerde bir kışla yapıldı. Bundan sonra Hacılar, Tiyek ve Akbez nahiyeleri birleştirilerek bir kaza oluşturuldu, kışla yanında da kaza merkezi olmak üzere birkaç yüz hanelik bir kasaba kuruldu. Buraya ilk önce Hassa taburları ayak bastığı için kasabaya “HASSA” adı verildi. Buraya üç nahiyenin halkından bir kısmı nakledildi. Bundan sonra Halep vilayetinin idare yapısı yeniden düzenlendi. Yeni düzenlemede Antakya, Reyhaniye, Payas, Beylan, İskenderun (İskenderun Belen’e, Belen Payas’a bağlı), Ordu (Cisrişşuğur’a bağlı), Hassa (İslahiyeye bağlı), Halep vilayeti sınırları içinde yer aldı. Süveyş Kanalının açılışı (1869) İskenderun iskelesini, dolayısıyla yöre ekonomisini olumsuz etkilemiş, İskenderun’un ticari yoğunluğu ve buna paralel olarak önemini yitirmiştir. 16 Nisan 1872 tarihinde Antakya’da meydana gelen şiddetli deprem Antakya ve köylerinde büyük tahribat yapmış, 1500 kişi ölmüş ve çok sayıda insan yaralanmıştır. Süveyş Kanalının açılışının İskenderun ve havalisinin ekonomisi üzerinde yaptığı olumsuz etkileri telafi etmek için İskenderun-Halep arasında bir yol yapımına başlanmıştır. Bu yol 1886 yılında tamamlanmıştır. 1904 yılında yapımına başlanan İskenderun-Toprakkale demiryolu hattı ise 1 Kasım 1913 tarihinde tamamlanarak işletmeye açıldı. Nisan 1909’da Adana’da meydana gelen Ermeni olayları Dörtyol, Kırıkhan ve Antakya’ya da yayıldı. 1915 yılında Süveydiye nahiyesi (bugünkü Samandağ) sınırları içindeki Musa Dağı’nda ikinci bir Ermeni olayı yaşandı. Buradaki köylerde yaşayan Ermenilerin büyük bir kısmı devletin tebliğ ettiği zorunlu yer değiştirme (tehcir) emrine uymayarak dağa çıktılar ve devlete isyan ettiler, dağı kuşatan askeri birliklerle silahlı mücadeleye giriştiler. 40 gün süren isyan Ermenilerin Fransız gemileri ile Mısır’a kaçmasıyla sona erdi. I. Dünya Savaşı yıllarında Araplar Osmanlı Devletine karşı isyan hazırlıkları içindeydi. Bu amaçla İngilizler ve müttefikleri ile görüşmeler yapıyorlardı. 1916 yılının Mart ayında Petersburg’da Sykes-Picot-Sazanof (İngiliz-Fransız-Rus temsilcileri) arasında yapılan görüşmelerde de konu Osmanlı topraklarının paylaşılmasıydı. Buna göre Güneydoğu Anadolu’yu ve Suriye’yi Fransa, bunun güneyinde kalan bölgeyi, özellikle Irak’ı (petrol bölgesi) İngiltere alacaktı. I.Dünya Savaşı sonlarına doğru, Mondros mütarekesi öncesinde bu anlaşmanın uygulanacağını anlayan Faysal (Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğlu) Şam’a girip 7 Ekim 1918’de bütün Suriye’yi içine alan bir Arap hükümeti kurduğunu ilân etti. Hemen ardından, diğer şehirlerde de adamları vasıtasıyla kendine bağlı hükümetler ilan edilmesini sağlamaya çalıştı. Bu hedeflerden biri de Antakya idi. I. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Suriye cephesindeki Türk ordusu 25/26 Ekim 1918 gecesi Halep’i terkedip kuzeye çekildi. Bu çekilme sırasında orduya komuta eden Mustafa Kemal Paşa Halep’te sokak muharebelerini yönetti, 28 Ekim’de Türk birlikleri Antakya, Belen, Dircemal, Telrifat hattını korumuş, Mustafa Kemal Paşa bugünkü sınırlara uyan bir hattın korunmasını emretmiş, bir anlamda yeni Türk Devletinin sınırlarını belirlemişti. Bu sırada Antakya’da Faysal taraftarları 27 Ekim 1918 günü bir emrivaki sonunda Faysal’ın güdümünde bir Arap hükümeti ilân ettiler. Hükümet konağındaki Osmanlı bayrağını indirip yerine Arap bayrağı diye bir bayrak astılar. Kaymakam İbrahim Edhem Bey’i hükümet reisliğine getirdiler. 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında Mondros mütarekesi imzalandı. Ertesi gün mütareke hükümleri ordulara ve vilayetlere tebliğ edildi. Bunun ardından, Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığına tayin edilen Mustafa Kemal Paşa 3 Kasım 1918 günü birliklerine verdiği emirde “İskenderun, Antakya, Cebelsam’an, Katma, Kilis havalisi halkının dörtte üç çoğunlukla Arapça konuşan Türk olduğunun her işlemde gözönünde bulundurulmasını” ve mütareke şartları açıklığa kavuşturuluncaya kadar asker çıkartılmasına engel olunmasını emretti. Antakya’dan gelen Arap yanlılarıyla ilgili haberler üzerine Belen’deki 41. Fırka (tümen) merkezinden Antakya’ya bir alay gönderildi. Şehir kuşatılıp Arapların emrindeki askerler silahsızlandırıldı, bunların hapsettiği Türk ileri gelenleri serbest bırakıldı, Arap hükümeti girişiminin elebaşıları hapsedildi. 4 Kasım 1918 günü, İstanbul Hükümetinin de onayıyla 5 Fransız torpidosu İskenderun Körfezi’ndeki mayınları temizledi. Mustafa Kemal Paşa Sadaret makamından gönderilen ve Suriye’deki İngiliz Ordu Komutanına İskenderun limanından faydalanabileceklerinin bildirilmesini isteyen telgrafa olumsuz cevap verdi. Ertesi gün de “İskenderun’a çıkacak İngilizlere ateş edilmesi emrini verdiğini” bildirdi ve 6 Kasım günü İskenderun’a çıkarma girişiminde bulunan İngiliz gemilerine sahilden top atışıyla karşılık verildi. Aynı gün Antakya’da huzur ve güvenliği sağlayan alay, aldığı emir üzerine şehirde bir bölük asker bırakıp Antakya’dan ayrıldı. Askerle birlikte Türk ileri gelenleri ve 100 kadar memur ailesi de şehri terketti. 41. Fırka’nın son askerleri Belen’den 9 Kasım 1918 günü ayrıldı ve protokolla belirlenmiş olan Payas hattının kuzeyine çekildi. Körfezde İtilaf Devletlerine ait savaş gemileri bekliyordu. Aynı gün bir İngiliz müfrezesi İskenderun’a çıktı, oradan Dörtyol’a gitti. Bu sırada Yıldırım Orduları Grubu lağvedildiğinden Mustafa Kemal Paşa 10 Kasım 1918 günü İstanbul’a gitmek zorunda kaldı. Fransızlar 12 Kasım 1918 günü İskenderun’a asker çıkardı. Anlaşmaya göre yörede Osmanlı mülki idaresinin devam etmesi , dolayısıyla idarecilerin yerlerinde kalıp göreve devam etmeleri gerekiyordu. Ama devletin emirlerine uyarak burada kalmak isteyen Kaymakam ve Liman Reisi hakaret ve eziyetler edildikten, hapsedildikten sonra şehirden çıkarıldılar ve bir kayıkla Payas’a gönderildiler. 14 Kasım 1918 günü Fransızlar karaya yeni birlikler çıkararak önce İskenderun’u, 15 Kasım 1918 günüde Belen’i işgal ettiler. 27 Kasım 1918 tarihinde, merkezi Beyrut’ta bulunan Fransız Yüksek Komiserliği bir kararname yayınlayarak, Antakya, İskenderun ve Harim’i içine alan ve “İskenderun Sancağı” adı verilen bir idari birim oluşturdu. Buna göre İskenderun Sancağı'nı bir askeri vali tarafından yönetilecekti. İskenderun’dan 7 Aralık 1918 günü gelen bir Fransız birliği Antakya’yı işgal etti ve “Arap Hükümeti” adıyla sürdürülmekte olan Faysalcı yönetime son verdi. 11 Aralık 1918 günü 400 Ermeniden oluşan bir Fransız taburu Dörtyol’u işgal etti. I. Dünya Savaşı sırasında başka bölgelere göç ettirilen Ermenilerden geri dönenler aynı tarihlerde Dörtyol çevresinde toplanmaları sonucu bu civardaki Ermeni nüfusu 10 000’i aşmış ve Ermeni çeteleri ortaya çıkmıştı. İşgalden kısa süre sonra Fransız taburundaki Ermenilerle, Ermeni çeteleri taşkın ve saldırgan davranışlarıyla yöredeki Türkleri taciz etmeye başladılar. Soygun, saldırı, işkence ve intikam gayesiyle adam öldürme olayları günden güne arttı. Türklerin idari makamlara yaptıkları başvurular sonuçsuz kaldı. Bu arada baskı ve zulüm yüzünden kaçıp dağlara sığınan Türklerin kurdukları çeteler olaylara müdahale etmeye başladılar. Nihayet ilk olay 19 Aralık 1918 günü meydana geldi. O gün Karakese köyüne bir saldırı düzenleyen Ermeni askerlerden oluşan Fransız müfrezesi silahlı direnişle karşılaştı. Köy girişindeki barikatta meydana gelen çatışmada Fransızlar 15 ölü bırakarak çekildiler. Bu çatışma Türk Milli Mücadele tarihinin başlangıç noktası ve Kurtuluş Savaşının ilk kurşunudur. Son Osmanlı Mebusan Meclisi, 28 Ocak 1920’de Misak-ı Millî’yi kabul etti. Nisan 1920’de Reyhanlı mücahitlerinden Tayfur Mürsel (Sökmen) Ankara’ya bir telgraf çekerek “Antakya-İskenderun ve havalisinin Misak-ı Millî’ye dahil olup olmadığını” sordu. Mustafa Kemal Paşa cevabında yörenin Misak-ı Millî’ye dahil olduğunu, Maraş’taki Kolordu ile irtibat kurmaları gerektiğini bildirdi. Çeteler daha sonra Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da başlattığı mücadeleyi desteklemek üzere Kuvayı Milliye’ye katıldılar. Eylül 1920’de Kırıkhan-Hassa arasında düzenli ve takviyeli Fransız birlikleri ile asker takviyeli Türk çeteleri arasında meydana gelen Boklukaya Savaşı çetelerin zaferiyle sonuçlandı. 1921 yılı ilkbaharında Kuseyr’de ve Yayladağı civarında Türk çeteleri duruma hakim iken buraya Antakya’dan ve Lazkiye’den takviye Fransız birlikleri gönderildi. Türk çeteleri bunlara karşı geniş bir cephe oluşturmuş ve mücadeleye başlamışlardı. Ancak Haziran ayında Ankara’da Hükümet ile Fransız temsilci Franklin Bouillon arasında başlamış olan barış görüşmeleri nedeniyle, Maraş’tan mücadelenin durdurulmasını ve çetelerin çekilmesini bildiren bir emir geldi. Bunun üzerine çeteler Temmuz 1921’de mücadeleyi bırakıp Maraş ve Antep taraflarına çekildiler. 8 Ağustos 1921 tarihinde Fransız Yüksek Komiserliği İskenderun Sancağı’nın yönetim şeklini belirleyen yeni bir kararname yayınladı. Bu kararnameye göre İskenderun Sancağı, Fransız işgal bölgesi içinde tam özerkliğe ve özel bir idare sistemine sahip oluyordu. Sancağı bir “Mutasarrıf” yönetecek ve bu mutasarrıf Halep Hükümet Reisinin yetkilerine sahip olacaktı. Sancak’ta Türkçe, Arapça ile birlikte resmi dil olarak kabul edilecek, Sancak’ın kendine özel bütçesi olacaktı. 12 Eylül 1921’de yeni bir kararla Harim (Reyhaniye hariç) Sancak’tan ayrılıp Halep’e, büyük bir Türkmen nüfusunun yaşadığı Bayır-Bucak bölgesi ise Lazkiye’ye bağlandı. Ankara İtilafnamesi Fransa ile Türkiye arasındaki savaşı sona erdirmek için Ankara’da Haziran (1921) ayından beri devam eden görüşmeler Ekim ayında sona erdi ve 20 Ekim 1921 günü Türkiye ile Fransa arasında “Ankara İtilafnamesi” adı verilen ön barış anlaşması imzalandı. İtilafname Türkiye ile Fransa arasında arasında devam etmekte olan savaşı sona erdiriyor ve Türkiye ile Fransız işgal bölgesi olan Suriye arasında bir sınır çizilmesini öngörüyordu. İtilafnamede ana hatları belirlenen ve Payas’tan başlayıp Kilis yönüne doğru ilerleyen ve Fırat’a ulaşan bu sınır İskenderun Sancağı’nı Türkiye dışında bırakıyordu. Aynı İtilafnamenin 7. Maddesine göre, İskenderun için özel bir idare şekli kurulacak, yörede yaşayan Türklerin kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylıktan ve imkanlardan yararlanacak, Türk dili orada resmi dil olacaktı. Ankara İtilafnamesi’nden sonra Çukurova ile güney ve güneydoğu bölgesinde bulunan Fransız birlikleri çekilmeye başladı. Türkiye ile Suriye arasında çizilen sınıra göre Dörtyol (Payas dahil) ve Hassa Türkiye’de kalmış, Fransızlar 1922’nin ilk günlerine kadar Erzin’i ve Dörtyol’u boşalıp Türkiye’ye terkederek güneye çekildiler. İşgal altındaki Belen 1922 yılı sonunda nahiye haline getirildi, kaza teşkilatı halkının çoğu dışardan gelen Ermenilerden oluşan Kırıkhan’a nakledildi; Kırıkhan ilçe, Belen ise Kırıkhan’a bağlı bir nahiye oldu. Lozan Barış Andlaşmasında (24 Temmuz 1923),Türkiye ve Fransa tarafından Ankara İtilafnamesi ile belirlenmiş olan Türkiye-Suriye sınırı aynen kabul edildi. Türkiye'ye katıldıktan sonra 1939 yılında, Adana'nın Dörtyol ve Hassa ilçelerinin bağlanması ile Hatay ili konumuna getirilmiştir. |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|