|
Kitap Dünyası Kitaplarla ilgili tüm paylaşım burada. |
|
Seçenekler | Stil |
|
03-10-2010, 11:35 | #1 |
Yolcu (Sadık Yalsızuçanlar) Özeti,Konusu,Karakterleri
Hayat hikâye, insan yolcu
Yazan: NİHAT DAĞLI Yazı Kaynağı: Kitap Zamanı Doğarak bir hikâyeyi başlatırız. Ortalığa bıraktığımız ilk çığlık, bize hikâyemizin kapılarını aralar. Oradan hikâyemizin içine düşeriz. Bir su gibi akarız ayrıntılara. Kader dediğimiz şey, hikâyemizden başka bir şey değildir. Onu yaşar, yaşarken de yazarız. Hayat hep hikâyenin içinde geçer. Kendi hikâyemizin içine düşüp onu yaşarken ve dahi yazarken yaptığımız şey onu anlamaktır. Anlamak çabamız da hikâyeye dâhildir. Hayatın orta yerinde, dünyanın şurasında burasında, kentlerin kıvrımlarında hikâyeler yaşanıyor ve dolaşıyor. Bize çarpan her bakış, bir şekilde bizimle ilgili olan her durum, gözümüzün kilitlendiği her sima ve ayrıntı, kendimizi yaparken bulduğumuz her uğraş, bir hikâyenin ayrıntısı olarak okunabilir. Hayat ne ki! Bir hikâye gibi başlar, gelişir ve nihayete erer; yaşanmış bir şey olarak hafızalarda yer eder. Hikâye olan hayatta, insan hikâyeden hikâyeye giden yolculuklar yapar. Kutsal metinlerde karşımıza çıkan o ibretli ‘kıssa’larda birer hikâye okuruz, okuduğumuz bu hikâyelerde insanın yeryüzüne vuran insan gölgelerine düşeriz. Attar, Sadi, Mevlana hikâye ile kalplerimizin gözünü açar, hayata ve insana baktırır. Binbir Gece Masalları’nda, Homeros’un destanında, Gılgamış’ta hep bir hikâyenin izini sürer, bu hikâyelerde kendimizi ararız. Yüzlerce biyografik metin, mikro tarihçilik dediğimiz şey, hikâyede uç veren derin anlatı, bize bizi söyler. Biz Yunus’uz, Züleyha’yız, Yakup’uz. Leyla, Mecnun, Enkidu bizi temsilen hikâyelere girmişlerdir. Hikâyeden hikâyeye… İnsan, hep hikâyenin içinde kalır. Gördüğü, dinlediği, okuduğu ve anlattığı hikâye olur. Anne ve babasının hikâyesine doğar; en çok, dinlediği veya okuduğu hikâyelerde kendini bulur. Bu niçin böyledir! Başkalarının hikâyeleri neden bu kadar bizi ilgilendirir! Meramımızı bir hikâyenin ışığında anlatırız, niçin! İnsan kendine yoğunlaşamıyor, aynaya bakamıyor, kendini taşıyamıyor. Biz, biraz da kendimizden kaçarak rahatlıyoruz. Hikâye okumak veya dinlemek, bize bunu veriyor. Hikâyede daha çok başkası var, başkasının yaşanmışlığına seyirci oluyoruz. Karşımızda duran şey, bir trajedi de olsa bu başkasının yaşadığıdır. Bu bizi rahatlatıyor. İnsan bu, daha çok dışarıya bakar; kendinden dışarı duran, kendine benzemeyen şey ilgisini çeker. Hikâye de bu demektir; okuyucu veya dinleyici, kahramanın kendisi değildir, o, hikâyede akıp giden yaşanmışlığın dışındadır. Okur veya dinleyici bir seyirci konumundadır, seyreder, hikâyeyi bir bütünlük içinde değerlendir. Bu durum kendisini ‘güven’de tutarken, hikâye de hissettirmeden muhatabında bir özdeşlik geliştir. Dinleyici veya okuyucu hikâyenin kahramanı değildir; ama fark etmeden kendini kahramanın yerine koyar. Dememiz o ki, bir şeyi hikâye ederek ve hikâyenin dilini kullanarak anlatmak, insana dair bir durumdur. Kutsal kitaplarda, Doğulu ve Batılı metinlerde karşımıza çıkan bu durum, Risale-i Nur Külliyatı’nda da karşılık bulmuş bir usuldür. Üstad Bediüzzaman, o derinlikli meseleleri hep bir öykünün içine boşaltarak meramını anlatmıştır. Attar, Sadi, Mevlana, Şark klasiklerinden istifade ederek, belki de ‘vakıa-i hayaliyye’ denebilecek deneyimlerinden hareketle geliştirdiği öyküleme metoduyla iman hakikatlerini ortaya koymuştur. Risalelerde geçen bu öykülerden bahsetmeye gerek var mı bilmiyorum. Risalelerin okunduğu evlerde, yurdun her köşesinde devam eden derslerde dinleyiciyi bir masalın içine çeken o öykücüklerin hemen sonrasında muhteşem bir hakikat kalplerde tecelli etmiştir. Eserden müessire giden o esaslı tasavvurun aydınlığında iman hakikatleri ‘akıl tutulması’nı çözüvermiştir. Binlerce insan, hayatı çok anlamlı çok katmanlı bir şiir gibi okumuştur. Koskoca felsefe külliyatının altından kalkamadığı sorular bütününün içlere saldığı kara ve kötümser durumlar, Risale okumalarıyla izale edilmiştir. Nur’dan süzülen öyküler Sadık Yalsızuçanlar’ın Yolcu kitabı, Risale-i Nur Külliyatı’ndaki bu öykülemelerin yeniden öykülenmesinden oluşuyor. Kitap, Risalelerde geçen öykülerin yeniden yazılmasından ibaret bir çalışma değil, Bediüzzaman’ın kimi hallerinin, talebelerinin kimi hatıra ve yaşanmışlıklarının bir öykü formu içinde yeniden yazılmalarını da içeriyor. ‘Niçin böyle bir kitap!’ sorusuna, Yalsızuçanlar’ın cevabı şudur: “Ben, Bediüzzaman’ın yaşamını çok gizemli buluyorum. Öteden beri beslendiğim bir kaynak olarak Risale-i Nur’un oluşumu ve müellifinin bu eserin hikâyesi içindeki öyküsü ilgimi çekiyordu. Bediüzzaman’ın manevi yaşamını konu alan bir roman düşlüyorum. Bu, üzerinde yıllardır kafa yorduğum bir şey. Simyacı’dan çok daha derin ve gizemli bir öyküsü var Üstad’ın. Tabii, ‘Ricalar’ olsun, Sözler’deki öyküler olsun, Bediüzzaman’ın vakıaları ve vizyonları da edebi bakımdan olağanüstü değerde benim için. Bu düşüncelerle, romana bir hazırlık, bir giriş çalışması olarak ortaya çıktı kitap. Seyyit Erkal’ın özendirmesini de anmalıyım. Bir bakıma, editörle yazıcı arasındaki bir diyalojik konuşmanın tanığı olarak bu çalışma belirdi.” |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|