12-19-2008, 14:05 | #1 |
Vesveseden kurtulmanın çaresi
Vesveseden kurtulmanın çaresi
http://www.zaman.com.tr/haber.do?hab...lmanin-caresib Geçen hafta ana hatlarıyla vesvese konusu üzerinde durmuştuk. Bu hafta da vesveseden nasıl kurtulabileceğimiz hususuna temas etmek istiyoruz. Vesveseden kurtulmanın en önemli çaresi Bediüzzaman Hazretlerinin de dediği gibi vesvese üzerinde çok durmamaktır. Herkes hayatının değişik dönemlerinde vesveseye maruz kalabilir. Kendi adıma, benim maruz kaldığıma kimsenin maruz kaldığını zannetmiyorum. Vesvese üzerinde her durduğumda o hayal gibi büyür ve adeta bir heyula halini alırdı. Aksine vesvese hayal gibi olduğundan onu küçük gördükçe küçülür, büyük gördükçe de büyür. Üzerinde hassasiyetle durursanız, söküp atamayacağınız bir maraz haline gelir; üzerinde durmaz, yağmur taşımayan bulutlar gibi uğrayıp geçeceğini düşünür ve "Benden bir şey koparamazsın." derseniz o da çeker, gider. O bakımdan vesveseden kurtulmanın çaresi, üzerinde durmamak ve onu ciddi bir dert, bir problem olarak görmemektir. Vesveseyi bir derttir diye kabullenirseniz, zamanla mağlup olabilirsiniz. Vesvese sizin için bir hasımdır. Onu küçük görmek lazımdır. Eğer vesveseye karşı fikren "Allah'ın tevfikiyle altından vurur, üstünden çıkarım." derseniz rahatlıkla onun üstesinden gelebilirsiniz. İkinci çare de, vesvesenin kalbe ait ciddi bir maraz ve dert olmadığını düşünmektir. Aksine o, kalbi rahatsız ve tedirgin eden bir marazdır ama kalbe ait bir maraz değildir. Belki kalbe yakın belli bir noktaya şeytan tarafından atılan okların ifadesidir. Binaenaleyh insan, iradesi ve ihtiyarıyla vesveseye maruz kalmadığı için mesul olmaz. Çünkü insanın iradesini aşkın ona musallat olan bir hastalık, hakiki hastalık değildir. Suç da sayılmaz. O, insanın iradesini aşan bir hadisedir. İşte bundan dolayı kâfirin küfrü vesvese değildir. Mesela, Allah'ı inkâr adına kalemi eline alıp yazı yazan biri, bu işin hesabı ve planı içinde olduğundan onunki vesvese değildir. Onunki, "küfr-i inâdîdir." Öyle ise o, yaptığı şeyden mesul olur. Mü'mine gelince o yakışıksız tahayyüllerden mesul olmaz. Çünkü işin içinde onun iradesi yoktur. Şeytan varsın istediği kadar vesvese versin. Sonunda bir şey koparamayacağını anlayınca vazgeçip gidecektir. Şeytan, insanın kalbine çok farklı şekil ve miktarda dürtülerde bulunabilir. Mesela, -ben o vesveseyi bin hicab içinde söylüyorum- insanlık adına iftihar ettiğimiz Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında insî cinnî şeytanlar, O'nun çok kadınla evlenmesini bir vesvese olarak ortaya atabilir. Bundan kurtulmanın iki çaresi vardır. Evvela, Resûl-i Ekrem 53 yaşına kadar bir kadınla yaşamış, bundan sonra vefatına kadar, 8-9 sene diğerlerini almıştır. Çoğu yaşlı olan bu kadınlarla belki kadın-erkek münasebeti bile olmamıştır. Demek ki Resûl-i Ekrem katiyen kadınlarla beşeri garizelerinden dolayı evlenmemiştir. Kaldı ki, ahirette ona eş olmak için kendisini teklif eden kadınlar bile olmuştu. Mescidde bu şekilde bir vak'a aynıyle cereyan etmişti. Ancak Efendimiz ona iltifat buyurmamışlardı. Evet, Resûl-i Ekrem'in bu mevzuda katiyen bir zaafı yoktu. Bu şekildeki bir izah, işin akli ve mantıki yönüyle alakalıdır. İkincisi, Kâinatın Efendisi'nin, kâinata neşrettiği nura bakmak lazımdır. Öyle bir insan ki, akidede, amelde, iktisatta, içtimai hayatta ve siyasi hayatta o denli ciddi bir dalgalanma meydana getirmiştir ki, O'ndan sonra olan bütün gelişmeler, bir bulut gibi gelip geçici olmalarına rağmen O'nun getirdikleri hâlâ yepyenidir. Vesvesenin sebebi manevi gıda eksikliği mi? Keza Cenab-ı Hakk'ın Zâtı, sıfatları, esması hakkında da insanın aklına bir şey gelebilir. -Hâşâ- Allah'a insani vasıflar nisbet etme vesvesesi gibi... İnsan, böyle bir vesveseye maruz kaldığında hemen Allah'ın eşi, ortağı, menendi olmadığını düşünmelidir; çünkü bunlar insanlarda çoğalmak için bir kısım ihtiyaçların ve zaafların ifadesidir. İnsan, kâinatta Allah'ın tasarrufuna bakarak O'na acz ve zaaf isnat etmekten uzaklaşmalıdır. Zira bu türlü şeyleri Allah'a isnat etmek katiyen akli ve mantıki değildir. Bunun gibi ibadete de vesvese musallat olabilir. Mesela, abdestte bazı yerlerin kuru kalıp kalmadığı şeklinde sık karşılaşılan bir vesvese vardır. Şayet bu durum, sık sık tekrar ediyorsa, burada yapılacak şey "Abdestim hak mezheplerden birine göre olmuştur." deyip artık üzerinde çok fazla durmamaktır. Vesvesenin, manevi gıda eksikliğinden mi kaynaklandığı soruluyor. Tabii ki bu da bir sebep olabilir. Bunun yanı sıra çok müterakki (kulluk yolunda yüksek mertebelere çıkmış) insanlarda da vesvese olabilir. O bakımdan manevi gıdasızlık, tam bir sebep değildir vesveseye. Bazen fazla gıda alanlarda da vesvese olabilir. Bunun için Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz; Allah, sizi helak eder ve yerinize günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfirete erecek kimseler yaratırdı." (Müslim, Tevbe 9; Tirmizi, Da'avat 105) buyururlar. Zira bazen insan kendini günahsız sanmakla gurura düşüp aldanabilir. Bu da insanın farkına varamayacağı ledünnî bir hastalıktır. Bu ledünnî hastalık daha tehlikeli olduğundan insanın, kendi nefsini levmedeceği, kınayacağı, beğenmeyeceği yola kendisini sevk edecek bir kısım vesileler bulması lazımdır. O da, küçük bir iki zelleyle insanın bilerek veya bilmeyerek sürçmüş veya düşmüş olması gibi şeyler olabilir. Bu durumda insan, kendini beğenme hastalığına da düşmemiş olur. ÖZETLE 1- Herkes değişik dönemlerde vesveseye maruz kalabilir. Ondan kurtulmanın yolu ise üzerinde çok durmamaktır. 2- Vesvese sizin için bir hasımdır. Onu küçük görerek "Allah'ın tevfikiyle altından vurur üstünden çıkarım." derseniz rahatlıkla onun üstesinden gelebilirsiniz. 3- Mü'min, yakışıksız tahayyüllerden mesul olmaz. Çünkü işin içinde onun iradesi yoktur. Şeytan varsın istediği kadar vesvese versin. Sonunda bir şey koparamayacağını anlayınca vazgeçip gidecektir. |
|
|
|
12-19-2008, 14:44 | #2 |
Allah razı olsun alone emeğine ve yüreğine sağlık + rep
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|