![]() |
|
Köşe Yazıları Beğendiğimiz yada kendi yazdığımız köşe yazılarını paylaşabiliriz. |
|
Seçenekler | Stil |
![]() |
#1 |
![]() Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor. Ben muhafazakar bir düşünce yapısında olsam da Saadet Partisi, yapı itibariyle benim için analiz edilmesi en zor olan siyasi hareket olduğunu itiraf etmeliyim.
Bir vatandaş olarak, Erbakan hareketini Milli Nizam Partisi olarak yola çıktığı 1972’den bu yana takip ediyorum. Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının siyaset yapma tarzları, hep dikkat çekici oldu. Ama bu hareket içinde hep iki çeşit insan grubu yer aldı. Birincisi siyaset yapmaktan amacın kayıtsız şartsız Necmettin Erbakan’ı partinin başında tutmak. İkinci grup insan ise Erbakan Hoca’nın 40 yıl önce ortaya koyduğu “Milli Görüş” ilkeleri doğrultusunda ülkede siyaset yapmak isteyenler. Bu hareketin içindeki dostlarım, bu tespitime karşı çıkacaklar ama bu iki grup, hareketin ortaya çıktığı günden bu yana mücadele halinde oldu. Bu iki grup arasındaki görüş ayrılığı ilk olarak, 26 Ocak 1974’te kurulan CHP-MSP koalisyon ortaklığı döneminde su yüzüne çıktı. “Her şey Erbakan’ı iktidara taşımak” diye hareket edenler, o zaman bu koalisyonu yapmakta beis görmediler. Hareket içindeki öteki “sessiz kitle” ise böyle iktidar uğruna yelpazenin öte tarafında bulunan CHP ile aynı hükümet içinde bulunmanın ülkeye yarar getirmeyeceği görüşünde idiler. Tabii o zamanlar, parti içinde bu birlikteliğe karşı çıkanlar, bu düşüncesini sesli ifade edebilecek durumda değillerdi elbette. Erbakan, pragmatist düşünüp CHP-MSP koalisyonunu başında bulunduğu hareket için bir fırsat olarak görmüştü. Ama aslında bu ortaklık hareketin önünün kesildiği dönem oldu. Hem de hareketin lideri Erbakan tarafından… Muhtemelen, bu koalisyon denemesi olmasa idi, MSP Haziran 1977 seçimlerinde, çok daha fazla başarı elde edebilirdi. Nitekim, hareket içindeki“ikinci grup” kendini daha o yıllarda göstermişti. Sonrasında Türkiye’de siyaset bir dizi travmalar yaşadı. Siyasetin üzerinden 12 Eylül silindiri geçti. Darbeci general Kenan Evren ve arkadaşları, bütün siyasi partileri kapatıp siyaseti yeniden yoğurmaya çalıştı. Siyasi partilerin faaliyetlerine yeniden izin verildiğinde, eski liderler ancak“emanetçiler” ile boy gösterebildiler. 19 Temmuz 1983’te Ali Türkmenbaşkanlığında kurulan Refah Partisi’nin (veto edildiği için, kurucular arasında bulunan ve tırpan yemediği için Ahmet Tekdal genel başkan olmuştu) başınaErbakan’ın geçmesi ancak, referandumla 6 Eylül 1987’de siyasi yasakların kalkmasından sonra olabildi. “Bir siyasi hareketin önü kaç kez kesilebilir?” diye bir soru aklınıza geliyorsa iki kesimdeki partiye bakmak yeterli. Kürt kökenli ve İslam referanslı partiler size gereken cevabı verir. Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsanız bu sorunun doğru cevabı, maalesef “sayısız” olur. Nitekim, Erbakan ve hareketinin “yasal” gerekçelerle önünün kesilmesinde hiç sınır olmadı. Esas itibariyle baktığınızda ise bu hareketin önünü kesen “yasal tırpanlar” olmadı. Çünkü toplumsal hareketlerin önü, yasalarla dünyanın hiçbir yerinde kesilemedi. Devletin idarî mekanizmalarını elinde bulunduranların vurmaya çalıştığı darbeler, her zaman o hareketin daha güç kazanmasına neden olageldi. Milli Görüş hareketine esas darbeyi vuran ise bunun “bir lideri başa geçirme hareketi mi” yoksa “bir düşünce hareketi mi” olduğu konusunda net bir resim verilememiş olması idi. Bu hareketin içinden 2000’li yılların başında Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının çıkmış olmasını bir tarafa bırakın, son yapılan 4. Olağan Kongre’de yine aynı tablo sergilendi. 11 Temmuz kongresi, “Bu bir düşünce hareketi mi”, yoksa “Erbakan’ı (ya da çocuklarını) başta tutma hareketi mi?” sorusuna cevap aramakla geçti. Bu hareket bu vesayetten çekmedi hiçbir şeyden çektiği kadar. Ünal TANIK / Haber 7 [email protected] |
|
![]() |
![]() |
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|