03-06-2009, 14:41 | #1 |
Uhuvvet ve ittifak iradî gayret ister
Uhuvvet ve ittifak iradî gayret ister http://www.zaman.com.tr/haber.do?hab...î-gayret-ister Şefkat Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz kadar ümmetine "düşkün" bir başkasını göstermek mümkün değildir. Bu hakikati ifade sadedinde Kur'an-ı Kerim'de, "Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, mü'minlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir." (Tevbe, 9/128) denilmektedir. Rahmet Peygamberi'nin (aleyhissalâtü vesselâm) ümmet-i Muhammed'e karşı alâkası fevkalâde ve had safhadadır. Müşfik Nebî, şefkat, merhamet, mülâyemet ve ümmetin dertlerini kendi içinde duyma hususlarında çok hassastır. Bir hadisin ifadesiyle, Cehennem'dekileri kurtarmak üzere Cennet'ten çıkmaya ve öfkeli alevleri göğüslemeye hazır olması da O'nun merhametini, duyarlılığını ve vicdan enginliğini aksettirmektedir. O, hayatı boyunca hep ümmetini dilemiş, mü'minler için yalvarıp yakarmış; onların akıbetlerini düşünerek heyecanla çırpınıp durmuş ve çok defa ellerini açıp Cenâb-ı Hakk'a içini dökerek onlar için dua etmiştir. Fahr-i Kâinat Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ), yine bir gün ümmet-i Muhammed'in dertleriyle iki büklümken, Hazreti Rahman u Rahîm'den üç talepte bulunmuştur; ümmetinin açlıkla cezalandırılmaması, geçmiş kavimler gibi toplu helâke uğramaması ve tefrikaya düşmemesi için niyaz etmiştir. Allah Teâlâ, Resûl-ü Ekrem'inin ilk iki duasını kabul eylemiş, fakat, üçüncüsünü belli hikmetlere binâen geri çevirmiştir. Cenâb-ı Zülcelâl Hazretleri, mealen şöyle buyurmuştur: "Habibim, Ben bir hüküm verirsem, artık o öylece gerçekleşir. Sana ahdim olsun ki, ümmetini umumî kıtlıkla cezalandırmayacağım, toplu şekilde helâke uğratmayacağım ve köklerine kibrit suyu akıtıp mevcudiyetlerine tamamen son verecek bir düşmanı onlara musallat etmeyeceğim. Fakat, onlar kendi aralarında kavgaya tutuşup birbirlerine kıyacaklar!.." Evet, başka kavimler isyana daldıkça semavî ve arzî afetler onları bütünüyle kırıp geçirmiştir; ama ümmet-i Muhammed böyle bir akıbetten sıyanet edilmiştir. Ne var ki, inananların da cürüm işledikçe birbirlerine düşmeleri, birlik ve beraberliklerini kaybetmeleri, ihtilaf ve iftiraklarla hırpalanmaları mukadderdir. İşte, Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) Efendimiz, böyle bir felaketin ümmetinden uzak olması için de dua dua yalvarmış; ancak, bazılarını tahmin ettiğimiz ama ekseriyetini bilemeyeceğimiz pek çok hikmete binâen Cenâb-ı Hak, Habîb-i Edîb'inin bu niyazına "kabul" mührü vurmamıştır. Hissî değil, irâdî kardeşlik Kanaatimce, bu hikmetlerden birisi, insan iradesine dikkat çekmek ve ittifakın iradeye vâbeste bir mesele olduğunu bildirmektir. Vifak ve ittifakın temini için insanlardan iradelerinin hakkını vermeleri istenmektedir. Şüphesiz, "hissî kardeşlik" de önemli bir esastır; ancak yeterli değildir. Uhuvvet ve ittifak mevzuu hissîlikten daha çok aklî, mantıkî ve irâdîdir; gerçekleşmesi için de karar, azim ve gayret gereklidir. Mü'minlerin anlaşıp birleşmelerinde ve birbirlerini sevmelerinde esas olan, hissîlikten öte, duygu, düşünce, inanç ve itikat birliğinin, içtimaî mutabakatı iktiza etmesine bağlı mantıkî kardeşliktir. Bundan dolayıdır ki, Nur Müellifi, meselenin daima mantıkî yönlerini ve dinamiklerini nazara vermiştir. Mesela; "Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir, bir, bir... Bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir... Bir, bir, yüze kadar bir, bir!.." demiştir. Öyleyse, insan, bütün bu ortak noktaları nazar-ı itibara almalı, ittifak ve uhuvvetin lüzumunu kavramalı ve sonra da onun tesisi için iradesini ortaya koymalıdır. Aslında, netice itibarıyla kalbleri telif edecek, insanları birbirine sevimli kılacak ve dostluk köprülerinin kurulmasını sağlayacak olan sadece Allah'tır. Nitekim, İlahî Kelam'da "Şayet sen dünyada bulunan her şeyi sarf etseydin, yine de onların kalblerini birleştiremezdin; fakat, Allah onları birleştirdi. Çünkü O Aziz'dir, Hakîm'dir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir)." (Enfal, 8/63) buyurulmuştur. Evet, kalbleri birbirine ısındırmak, insanları bir araya getirmek ve onlardan bir vahdet örgülemek için dünya dolusu altın gümüş sarf edilse yine de yeterli olmaz. Servet harcamak suretiyle çeşitli insanları zâhiren bir araya getirmek imkân dahilindedir; ama, onların kalb ve vicdanlarını barıştırıp yakınlaştırmak bununla kabil değildir. Allah'tır ki kalbleri yumuşatır, insanları uzlaştırır ve aralarında bir vahdet-i ruhiye hasıl eder. Nihaî planda kalbleri birbirine ısındıranın ve kardeşlik duygusunu inkişaf ettirenin Cenâb-ı Hak olduğuna gönülden inanmak ve mü'minleri aynı istikamet çizgisinde buluşturması için her zaman O'na yakarışta bulunmak lazımdır. Ne var ki, bu mevzuda pratik hayatta da bazı şeylerin yapılması gerektiği, bunların şart-ı âdî planında vifak ve ittifaka vesile teşkil edeceği ve fiilî dua yerine geçeceği de unutulmamalıdır. ÖZETLE 1- "Hissî kardeşlik" tek başına yeterli değildir. Uhuvvet ve ittifak mevzuu hissîlikten daha çok aklî, mantıkî ve irâdîdir; gerçekleşmesi için de, azim ve gayret gereklidir. 2- Sadece servet harcayarak insanları bir araya getirip yakınlaştırmak mümkün değildir. Ancak Allah kalbleri yumuşatır ve aralarında bir vahdet-i ruhiye hasıl eder. 3- İnsandan beklenen bazı iç tepkilerini ve reaksiyonlarını irade, mantık ve muhakemesiyle bastırması ve vifakı iradî-mantıkî olarak gerçekleştirmesidir. |
|
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|