sonforum.org

Anasayfa Facebook Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   sonforum.org > TARİH - KÜLTÜR ve SANAT > Şiirler ve Yazılar > Hikayeler
Kayıt ol Google Üye Listesi Market Girişi


Yeni Konu aç  Cevapla
Seçenekler Stil
Okunmamış 01-19-2009, 19:59   #1
Kullanıcı Adı
Hasret
Standart Türkülerin Hikayeleri....

Ezo Gelin Türküsü...


Ezo Gelin Kimdir? Asıl adı "Zöhre" olan Ezo Gelin, 1909´da Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğdu. Babası, Bozgeyikli oymağından Emir Dede, anası Elif´tir. Nüfus kaydında halen bekar görünen Ezo´nun, üçü erkek, üçü kız altı kardeşi daha vardır. Ezo, erken gençliğinden itibaren, güzelliğiyle dikkatleri üzerinde topluyordu. O kadar ki; düğünlerde gözler, gelinden çok onun üzerinde gezinirdi. Ezo´yu, birçok zenginin yanı sıra, o zamanki Halep ilimizin Carablus ilçesinin Kozbaş köyünde oturan teyzeoğlu Memey (Memet) istiyordu. Taktirde yazılan tedbirde bozulmamış; Ezo´nun ilk evliliği ne bu ağalardan biriyle oldu, ne de teyzeoğluyla… Ezo´nun Güzelliği Anlatanlar, Ezo´nun güzelliğini nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Öykümüze geçmeden, Ezo´nun güzelliği üstüne dillerde dolaşanları özetlemeye çalışalım: - Öylesine güzelmiş ki Ezo; görenler, iki yanağına birer elma oturtulmuş sanırlarmış. - Öyle güzelmiş ki Ezo; bakanlar bakmaya doyzmazlarmış. - Öyle güzelmiş ki, bir yaz günü kapısını çalıp bir kap ayran isteyen gurbetçi bir çerçi, Ezo´nun güzelliği karşısında şaşalayıp, Ezo´nun uzattığı ayran tasını yere düşürüp kırmış. - Öyle güzelmiş ki Ezo; gülümseyerek bakmasıyla, düşmanları barıştırırmış, - Öylesine güzelmiş ki Ezo; olursa o kadar olurmuş… Öykümüz Başlıyor… Ezo´nun güzelliği söyleyen dillere söylence olurken, Barak ovasında bir genç adamın adı dillerde dolaşır olmuştu. Bu komşu Beledin köyünden, "Şitto" Hanefi Açıkgöz´dü. Şitto´nun bağlaması, akarsulara "Siz şırıldamayın, ben şırıldayım"; seside bülbüllere, "Siz şakımayın, ben şakıyayım" diyen cinstendi. O sıralar Hanefi 30; ay´a "Sen doğma ben doğayım" diyen güzeller güzeli Ezo da 20 yaşlarındaydı. Gün o idi ki; Uruş köyünde Hacı Mamuş´un düğünü vardı. Düğüne Ezo da Şitto da çağrılıydılar elbet. Düğünde tüm gözler gelini de güveyi de unutup, Ezo ile Şitto´yu izledi. Şitto, Ezo´ya gönlünü kaptırdı. Şitto Hanefi´nin gönlüyle kafası aynı telden çalıyordu. Bu nedenle, Ezo´ya dünür yolladı. Hanefi, ala ala "düşünelim" cevabı aldı. Araya acımasız zaman girdi. Bu ara Şitto, kendi köyü Beledinden Mehmet Örtürk´le yörenin töresi olan "değişik"i uygulamaya karar verdi.( Bu töreye göre, bir erkek, hısımlarından bir kızı bir arkadaşına verir, arkadaşının hısımı bir kızı alır. Böylece iki tarafta çevrede "kalın" diye anılan başlıktan kurtulmuş olur.) Şitto halası Hazik´i Mehmet´e verecek; buna karşılık Mehmet´in kızkardeşi Selvi´yi alacaktı. Araya girenler girdi; bu "değişik" gerçekleşemedi. Öyle ki; Şitto Hanefi, eş-dostla acı-yüz (yani onların yüzüne bakamaz) oldu. Ezo Şitto İle Evleniyor Derler ya; "İnsan sarayda olmamalı. Sareay insanda olmalı…" Şitto´nun doğru dürüst evi bile yoktu ama, yüreğinde Ezo geziniyordu. Eşin dostun araya girmesiyle, Ezo Şitto´ya çatıldı. "Ele gelin gelir, bize kalın gelir" demişler. Bu evlenmede Şitto´ya kalın (başlık) da gelmeyecekti. Çünkü Şitto Ezo´yu almasına karşılık, Ezo´nun ağabeyi Zeynel´e halası Hazik´i verecekti. Alan razı veren razı… Güzün ortanca ayında iki düğün birden kuruldu. Şitto´yla Ezo´nun düğünü Beledin köyünde; Zeynel´le Hazik´in düğünü Uruş´ta kuruldu. Zurna öttü davul vuruldu… Alındı, verildi; iki köyde, gerdeğe girildi. Sen sağ ben selamet. Bu demektir ki iki köyde iki mutlu yuva kuruldu. Şitto ile Ezo, sizlere layık mutlu bir yaşamı sürdürüyordu. Ağızlarının tadı yerindeydi yani. Gelgelelim, mutlulukları göze geldi. Daha doğrusu aralarına arabozucular girdi. Yemediler-içmediler, dedikodu yaptılar. Atalarımız "Söz taşıma taş taşı" demiş ama, bazı kendini bilmezler söz taşıdılar. Hatta kendileri söz uydurup getirdiler, götürdüler… Bir harman sonu evlenmişlerdi; ikinci harman sonuna dek birlikte yaşayamadı Şitto ile Ezo, Şitto öykülerini bir cümlede özetler. "Kötü talih geç buldum; tez yitirdim…" Şitto Ezo´yu boşayınca "değişik" töresince halası Hazik de geri döndü. Ezo´nun İkinci Evliliği Efsanesel güzel Ezo, Şitto Hanefi´den ayrıldıktan sonra altı yıl dul kaldı. Yörenin ağızbirliği etmişçesine anlattıklarına göre Ezo, bu süre boyunca daha bir serpildi, daha bir güzelleşti. Öyle ki görenin gözü kalırdı. Nasıl anlatmalı: O bir ışıktı da, tüm erkekler, onun çevresinde pervane kesilmişlerdi. Genç-yaşlı, zengin-fakir, nice talibi çıktı Ezo´nun. Her talibi, tek tüy isteyen Hz. Süleyman´ın önünde tüm tüylerini döküverdiği söylenen yarasa örneği, neyi var-neyi yoksa önüne seriyorlardı Ezo´nun. Ezo tam altı yıl, evlenme önerilerini geri çevirdi. Sonunda, ailesinin de ısrarı üzerine, kendisine genç kızlığından beri talip olan Teyzeoğlu Memey´le evlenmeye razı lodu. Türkmen oymağından olan Memey Suriye´nin, Calabrus ilçesinin Türkiye sınırına yakın Kozbaş köyünde oturuyordu. Ezo 1936 yılının güzünde Uruş´tan Kozbaş´a gelin gitti. Bu evliliğide değişik töresine göre olmuş; onu alan Memey, bacısı Selvi´yi, Ezo´nun ağabeyi Zeynel Bozgedik´e vermişti. Öykünün Sonu Ezo´yla Memey´in iki kızları oldu. İlki fazla yaşamadan öldü. "Celile" adlı ikinci kızları halen sağdır ve Suriye´de yaşamaktadır. Ezo´nun ikinci kocasıyla geçimi yerindeydi. Ne var ki "gurbet" denilen bir ateş yüreğini yakıyordu da. Türk köylüsü "çalının ardı gurbet" der. Ezo da, Kozbaş´tan Türkiye´yi, Uruş´u görüyordu.Hatta ara sıra doğduğu köye gidip geliyordu ama, bunlar özlemini azaltmıyor, pekiştiriyor, dayanılmaz hale getiriyordu. Yakınları onun "Vara öleyim, tek yurdumda kalayım" dediğini anlatırlar. Ezo bir de "göreceksiniz bu gurbetlik beni öldürecek" der ve öldüğünde, hiç olmazsa Türkiye´yi görecek bir yere gömülmesini dilerdi. Dediği de oldu. Suriye´ye gidişinin yirminci yılında, 1956 güzünde Ezo yatağa düştü. Hastalığının ince hastalık (verem) olduğunu, herkes gibi kendisi de biliyordu. Ezo, kızı Celile´yi yatağının başından ayırmak istemiyordu. Ecelle kavil gününün gelip çattığını anlıyor, tek avuntuyu güzel kızı Celile´de buluyordu. Ve Ezo Gelin güz yağmurlarının düştüğü bir Cuma, yatsı vakti son soluğunu soludu. Eşi ve yakınları, casiyetini dikkate alarak, onu; arasıra tepesine çıkıp yaşlı gözlerle Türkiye´yi seyrettiği Bozhöyük´ün en yüksek noktasına gömdüler. "Mezarı oradadır şimdi-o kum ülkesinde…"

EZOGELİN TÜRKÜSÜ
Ezo gelin benim olsan seni vermem feleğe,
Güzel yosmam başın için salma beni dileğe,
Anası huridir de, kendi benzer meleğe
Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle,
neneyle Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle,
Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılalım gel…
Ezo Gelin çık Suriye dağlarının başına,
Güneş vursun da kemerin kaşına kaşına,
Bizi kınayanın bu ayrılık gelsin başına başına
Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle,
neneyle Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle,
Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılalım gel…
Yöre: Gaziantep Derleyen: Cemil Cahit Güzelbay
Hasret isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Sonforum'un önerileri

Okunmamış 01-19-2009, 20:00   #2
Kullanıcı Adı
Hasret
Standart

Carsambayi Sel Aldi Türküsü....



Ahmet, Abdal Deresi'nin kıyısındaki yoksul köylülerden birinin oğluydu. Kara sevdası karşılık bulmuş, Melek ona kalbini açmıştı. Nişanlandılar ve Ahmet askere gitti. Ağa oğlu Mehmet Ali, Melek'e göz koydu. Melek, Mehmet Ali'yi reddedince, ağa oğlu ve adamları tarafından dağa kaldırıldı. Kötü haberi alınca firar eden Ahmet, silahını alıp, yollara düştü. Gece gündüz Melek'i aradı. Bir gün yağmur yağdı, Yeşilırmak taştı. Çarşamba bir anda göle döndü. Sel, Canik Dağları'ndan aşağı bir çığ gibi, önüne kattığı herşeyi sürükledi. Selin ardından hayat yeniden normale döndü. Abdal Deresi'nin Yeşilırmak'a döküldüğü yerde ahali toplandı. Derenin nehre bağlandığı yerdeki kayanın üstünde, selin getirdiği iki kişinin cesedi görüldü. Cesetler, Melek ve Ahmet'e aitti. Elele tutuşmuş öylece yatıyorlardı. Rivayete göre büyük kaya parçası, yedi yerinden ayrıldı ve her birinden bir servi boyu su fışkırdı. Ahali dua etti. Dualar, yıllardır can alan, insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü.' Çarşamba'yı sel aldı' türküsü de, o acı mırıltılardan doğdu. Kayanın bulunduğu yere daha sonra bir su değirmeni kuruldu ve o yöre 'Değirmenbaşı' olarak anıldı. Ahşap değirmenin yedi taşı vardı. Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldı. Her Hıdırellez'de tekrarlanan gelenek, 1970'lerde değirmenin yıkılmasına kadar sürdü.





Çarşamba'yı sel aldı
Bir yar sevdim el aldı
Keşke sevmez olaydım
Elim koynunda kaldı

Oy ne imiş ne imiş
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömlek imiş

Çarşamba yollarında
Kelepçe kollarımda
Allah canımı alsın
O yarin kollarında

Oy ne imiş ne imiş
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömlek imiş

Çarşamba yazıları
Körpedir kuzuları
Allah alnıma yazmış
Bu kara yazıları

Oy ne imiş ne imiş
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömlek imiş
Hasret isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 01-19-2009, 20:01   #3
Kullanıcı Adı
Hasret
Standart

Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar


Bu öykü Malkara köylerinden alınmış olup belli bir kişinin dilinden yazıya geçirilmiş değildir. Çevrede herkes tarafından bilinen bir öyküdür. Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür.

Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.

Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür.

Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır.

Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim

Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse

Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim


Kaynak:
Türk Halk Müziği ve Oyunları
Sayfa 164
Cilt1 Sayı4 Yıl1 - 1982
Hasret isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 01-19-2009, 20:02   #4
Kullanıcı Adı
Hasret
Standart

Hastane Önünde İncir Ağacı



Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söyler.Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat'a getiremez., İstanbul'da kalır.


HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI

Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baş tabib geliyo zehirden acı

Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu
Mezarımı kazın bayıra düze

Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun, karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın
Hasret isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 01-19-2009, 20:04   #5
Kullanıcı Adı
Hasret
Standart

Çökertme Türküsü - Çökertme Türküsünün Hikayesi


Çökertme türküsünün kahramanı olan Halıl babası tarafından Van ili , Erciş ilçesi, Bozüyük köyündedir. Ailenin büyükleri önce Van’dan İstanköy’ e gelir ve daha sonra da Bodrum Karabağ’da Bekiroğlu tepesine yerleşirler. Halil’in babası, Demirci Ali usta burada bir çingene kızı ile evlenir ve Halil dünyaya gelir. Halil bir namus meselesinden dolayı kız kardeşini öldürdükten sonra kaçak gezmeye başlar. Sık sık İstanköy’e gitmektedir. Bu gidişlerden birinde düğüne davet edilir. Düğünde iken Halil’i Rumlar ihbar ederler. Yakalatırlar. Sonuçta Halil yedi yıl hapis yatar. Bu olay üzerine Halil Rumlara diş bilemektedir. Hapisten çıkınca da onlara haşin davranır. Böylece Rumlarla Halil arasında bir husumet doğar. Halil bu arada türküde ‘Çakır Gülsüm’ olarak adlandırılan Hafize adlı kadına ilgi duymaya başlar ve Halil ilk olarak Gülsüm’ ü Kara kaya’ da ki bir düğünden zorla kaçırır Gülsüm ve annesi ise o dönemde Bodrum’un yönetiminden sorumlu Çerkes Kaymakam olarak bilinen Ömer Lütfi Bey’in evinde hizmetkarlık yapmaktadır. Türküde adı geçen İbrahim Çavuş, kolculardandır ve Çakır Gülsüm’ ün ilk kocasıdır. Arkadaş olmaları sebebiyle Halil’i devamlı kollamaktadır. Halil ikinci olarak Gülsüm’ ü , Dertlinin Ali’nin Karabağdaki evinden alarak dağa kaldırır. Yalıkavak karşısındaki Güdürde bir in bulur ve Gülsüm’ le burada yaşamaya başlar. Bu olaylara kızan kaymakam Ömer Lütfi Bey , Halil’in üzerine Selam oğlu adlı bir kişiyi gönderir. Selam oğlu Halil’i bulur fakat önceden tanıştıkları için kaymakam konusunda Halil’i uyarır. Halil uyarıları dinleyerek buradan kaçar ve Gülsüm’ le birlikte Yalıkavak yakınındaki Çökertmeye gelir. Amacı bir kayıkla adalara kaçmakdır. Rum gemicilerden ‘Kosta Paho’ ( Kos’lu İstanköylü Paho) ile anlaşır. Rumlarla aralarındaki husumetten dolayı Paho, tayfa Andon vasıtasıyla Halil’i Çerkes kaymakam’a ihbar eder. Kaymakamın emriyle denizden kol kayığı ile kolcubaşı Barka’nın Ali harekete geçer. Ayrıca Paho’ nun demir atacağı karaya yakın yerde de jandarma komutanı Ömer Çavuş önceden pusuya yatırılır. Halil’i adalara götürecek kayık yola çıkar. Paho, Halil’i yakalatabilmek için dalgaları bahane ederek Aspata gitmeyi teklif eder ve deniz durulunca adalara rahat geçebileceklerini söyler. Halil bu teklife inanır. Tekne ; Aspat ‘tan Bitez koyuna gelerek Hırsız Yatağı denen yere yakın olarak açıkta demir atar. Akşam olduğunda teknede içki faslı başlar. Paho, Halil ve Gülsüm’ ün içkilerine ‘Balık Ağısı’ denilen bir bitkinin sersemletici zehrini koyar. Bu zehrin etkisi ile Halil ve gülsün uykuya dalarlar. Ömer Çavuş kara pusudadır. Paho, Halil ve Gülsüm’ ü uyuttuktan sonra demir alır ve teknesini yavaş yavaş kıyıya yanaştırmaya başlar . Ömer Çavuş tam kıyıya yanaşmadan tekneye ateş edilmesi emrini verir. Kurşunların kendisine isabet edeceğinden korkan Paho tekneyi açığa bırakır. Tam bu sırada Kolcu başı Barka’nın Ali de kol kayığı ile Paho’ nun teknesini sarar. Paho Halil’den çekindiği için onu uyandırır. Geçen süre içerisinde Barka’nın Ali tekneye girmiştir. Halil ve Gülsüm sersemlemiş bir vaziyette güverteye çıkartılırlar. Güvertede Halil’in ayağı kayar , Barka’nın Ali Halil’i bacağından yaralar. Halil yaralı bir vaziyette Bodrum’a getirilir ve kaymakamlık binası önünden karaya çıkartılır. Halk kaymakamlık binası önünde toplanmıştır. O sırada ‘Kel Mülazım’ adı verilen jandarma komutanı ‘Hükümete karşı gelenlerin sonu budur’ gibilerden konuşma yapar Halil yaralı bir vaziyette kaymakamlık binası önünde bulunan bir mahsene atılır. Yaraları tımar edilmez. Burada bir süre acı içinde inler. Daha sonra Ömer Çavuş tarafından boğazına çökülerek öldürülür ve sırtındaki elbiseleriyle birlikte alel acele gömülür. Bu olay üzerine Bodrum’dan ‘Üçlü Saçayağı’ olarak adlandırılan türkülerin ikincisi olan ‘Çökertme’ yakılır.(*)


TÜRKÜ
Çökertmeden çıktım da Halil’ im aman başım selamet
Bitez de yalısına varmadan Halil’im aman koptu kıyamet
Arkideşim İbram Çavuş Allah’ına emanet
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerimi ateş sardı aman kurşun yarası
Gidelim gidelim Halil’im çökertmeye varalım
Kolcular gelirse Halil’im nerelere kaçalım
Teslim olmayalım Halil’im aman kurşun saçalım
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası
Güvertede gezer iken aman kunduram kaydı
İpeklide mandilimi aman örüzger aldı
Çakırda gözlü Gülsüm’ümü Çerkes kaymakam aldı
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası
Hasret isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 01-19-2009, 20:05   #6
Kullanıcı Adı
Hasret
Standart

Kar Mı Yağdı Kütahya'nın Dağına


Bundan yıllar önce o yılki kazancı kötü olan bir aile Ilıcaya gidemeyeceklerini anlayınca bir çare ararlar ve sonunda evlerinin çatı kiremitlerini satıp döndüğümüzde çalışır tekrar alırız diyerek, Ilıcaya gitmeye karar verirler. Biraz da yazın son dönemi olan güze denk gelir herhalde ki Ilıca’ya giderler. O devirde şimdiki gibi vasıta çok olmadığından, bir atlı araba veya fayton birilerini götürdüğünde dönerken de başkalarını getirdiği gibi , bir başkalarından da “ bizi falan zaman götürüver “ diye sipariş alırlarmış. Bilhassa Ilıca şehir merkezine en uzak kaplıca olduğundan oraya giden bir aile şehire 2 – 3 ay gelmezmiş. Bu olayın kahramanı aile de biraz zamanı uzatırlar ve Kütahya’ya döndüklerinde karşıdan bakıyorlar dağlar karla kaplı “ eyvah yandık “ çığlıklarıyla bir an önce evlerine koşarlar. Kapıyı açtıklarında tüm eşyalarının (Yatak , yastık , yorgan , kilim , minder , giyecekler v.b) kar sularından perişan hale geldiğini görüp otururlar ve başlarlar ağlaşmaya ;

Kar mı yağdı
Kütahya’nın dağına aman
Ateş düştü
Ciğerimin aman , bağına hey!

Diyerek ağıtlar yakarlar. Bu ağıt zaman içinde dilden dile dolaşarak türkü haline gelmiş ve Kütahya folklorunde birinci zeybek oyunu olarak yerini almıştır.


Kar Mı Yağdı Kütahya'nın Dağına

Kar mı yağdı Kütahya'nın dağına
Ateş düştü ciğerimin bağına
Gül donatmış şalvarının ağına

Kayırma sevdiğim gün böyle kalmaz
Yanar yüreğimin ateşi sönmez

Çubuğum yok yol üstüne uzatsam
Dermanım yok yar yolunu gözetsem
Menendin yok seni kime benzetsem

A dağlar ey dağlar laleli dağlar
Elleri koynunda bir gelin ağlar

Melek misin yeşil donlar giyersin
Cellat mısın tatlı cana kıyarsın
Çocuk musun el sözüne uyarsın

Açıldı çiçekler gelmedi yazlar
Elleri koynunda bir gelin ağlar
Hasret isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 01-19-2009, 20:07   #7
Kullanıcı Adı
Hasret
Standart

Arda Boylarinda Kirmizi Erİk


Tekirdağ'ın Kayı köyünden genç bir kız ve bu kızın bir sevgilisi vardır. Fakat kızın ailesi istemeye geldiklerinde kızlarını bu gence vermezler. Aynı köyden bir başka genç ile kızlarını evlendirmeye karar verirler. Düğün günü gelip çatar ve kına gecesi geline kına yakılır. Gelin bu evliliğe karşı olduğu için ertesi gün sabaha karşı herkes uykuda iken kendini denize atar. Halk arasında genç kızın arkasından sevgilisinin de kendisini öldürdüğü söylenmektedir.


ARDA BOYLARINDA KIRMIZI ERİK


Arda boylarında kırmızı erik
Halime'nin ardında on yedi belik

Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni

Alıverin feracemi anneciğim diksin
O gıymatlı İsmail’ e kendisi gitsin

Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni

Uy uyan Recebim senin olayım
Ardalar aldı ya nerde bulayım

Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim

Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni
Hasret isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 01-20-2009, 15:48   #8
Kullanıcı Adı
Hasret
Standart

Ali Ercan, Kara Kaş Gözlerin Elmas ve Niğde Türküleri adlı kitabında "Sabi Baba" isminde bir kişiden dinlediği bu türkünün hikayesini aynen şöyle anlatmaktadır:

"Orta köyde Tahir efendi adında bir halk şairi varmış. Bu zât sazını kendi zevki için çalarmış. Altında atı, terkesinde sazı, şehir şehir, kasaba kasaba dolaşırmış. Günlerden bir yaz mevsimi Ereğli'ye gezmeye gidiyor. Şehre girmeden bir ağaçlık, su kenarında bir kaç aşiret çadırına rastlıyor. Çadırların bir tanesinden güzel bir kız ellerindeki helkeleri,saçları iki bölük,yakınındaki pınara su doldurmaya gidiyor. Tahir efendi kızı görünce aşık oluyor. Kendisini tanıtıyor ve Allah'ın emri ile de kıza evlenme teklifi yapıyor. Kız ise Tahir efendiyi ayaktan başa kadar süzdükten sonra teklifi kabul ediyor. "Yalnız babam Adana'ya gitti, bir hafta sonra gelir, o zaman gel ve beni babamdan iste" diyor.

Tahir efendi hemen geri Ortaköy'e döner ve en yakın akrabasına,eşine,dostuna durumu anlatır ve bir haftayı sabırsızlıkla bekler. O bekleye dursun ,kızın babası üç gün sonra dönüyor. Kızının durumunda bir takım değişiklikler seziyor. Vaziyeti başka bir şahıs tarafından da öğrenen baba,bu işe asla razı olmuyor. Hemen çadırı,çatmayı yüklenip Adana tarafına doğru yollanıyor. Bir hafta geçiyor ve Tahir efendi dünürcülerini toplayıp Ereğli'ye hareket ediyor. Çadırın olduğu yere geldikleri zaman hepsi şaşırıyorlar. Çünkü çadırın yerinde yeller esmektedir. Tahir efendi Sevgili Hüsne'sinin ayak izinden başka hiçbir şeye rastlayamıyor. Sonsuz gam tülüne bürünen Tahir efendi çeker sazını, vurur mızrabını ve bu türküyü yakar."


Kaynak:
ERCAN,Ali,Kara Kaş Gözlerin Elmas ve Niğde Türküleri,s.24,25,Niğde İl Basım
Evi,Niğde,1965
Hasret isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 01-20-2009, 15:49   #9
Kullanıcı Adı
Hasret
Standart

Cemalim

Şen olasın Ürgüp dumanın tütmez
Kıratım acemi konağı tutmaz
Oğlum da pek küçük yerimi tutmaz

Cemalim Cemalim algın Cemalim
Al kanlar içinde kaldım Cemalim

Ürgüp'ten de çıktığımı görmüşler
Taşkadı'nın pınarına inmişler
Beni öldürmeye karar vermişler

Cemalim Cemalim algın Cemalim
Al kanlar içinde kaldım Cemalim

Cemal'in giydiği ketenden yelek
Al kana boyanmış don ile gömlek
Bize nasip değil ecelnen ölmek

Cemalim Cemalim algın Cemalim
Al kanlar içinde kaldım Cemalim

Türkü, öldürülen Cemal'e, karısı Şerife tarafından yakılmıştır. Şerife, 90 yıldan fazla yaşamış, 30 Kasım 1993 günü vefat etmiştir. 14-15 yaşlarında Cemal'le evlenmiş, mutlu geçen birkaç yılı Cemal'in öldürülmesiyle sona ermiş, bu hadiseden sonra bir oğlu ile ortada kalmıştır. Bu hadisenin oluş şekli ve ona yakılan ağıtı/türküyü bana, Şerife'nin daha sonra evlendiği Hayrullah'tan olan oğlu İsmet Aksoy göndermiştir. Cemal'in öldürülme hadisesi ve türkünün tam metni şöyledir:

Ürgüp'ün Karlık köyünün eşrafından ve varlıklı bir ailesinden olan Cemal, kalleşlikle öldürülür. Herkesçe sevip sayılan Cemal'in ölümüne yanmayan kalmaz. Eşi Şerife acılarını yaktığı ağıtla hafifletmeye çalışır. Yetim kalan oğlu Mustafa da, birkaç yıl sonra hasat zamanı bir atın tepmesi sonucu ölmüştür.

Ağıt, Şerife'nin ikinci kocası Hayrullah'ın sonraki yıllar Refik Başaran'a "Herkese bir türkü okudun ama, bana okumadın." diye sitem etmesi üzerine Cemal türküsünü plağa okur. Cemal Hayrullah'ın aynı zamanda amcasıdır. Onun öldürülüşü Şerife kadar Hayrullah'ı da etkiler. Şerife'nin türkünün her çalınışında gözünden iplik iplik yaşlar akıtmasını, Cemal'i bir türlü unutamamasını daima anlayışla karşılamıştır.
Hasret isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Okunmamış 01-20-2009, 15:50   #10
Kullanıcı Adı
Hasret
Standart

Halk arasında “Zahidem” adıyla ün yapan türkünün şairi Aşık Arap Mustafa, 1901 yılında Çiçekdağı’na bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirdi. İlk önce bir akrabasının himayesinde, daha sonraları da onun bunun yanında büyüdü.

Arap Mustafa’nın babası düğünlerde, toplantılarda “Koca Oyunu” adı verilen oyunda “Arap” rölünü üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozadeler’den Mehmet’e çiftçi durdu. Zaman içinde çalışkan, babayiğit, giyimine özen gösteren yakışıklı bir delikanlı olan Arap Mustafa, Ağasının yeni yetişen Zahide’ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı.

20’sinde askere giden Mustafa’nın aklı, deliler gibi sevdiği Zahide’de kalmıştı. Köydeki dostlarına mektuplar göndererek Zahide’den haber almaya çalışan Arap Mustafa, Zahide’nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğünün’ün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmıştır. (1)

Zahide Kurbanım n'olacak Halim
Gene bir laf duydum kırıldı belim
Gelenden gidenden haber sorarım
Zahidem bu hafta oluyor gelin

Hezeli de deli gönül hezeli
Çiçekdağı döktü m'ola gazeli
Dolaştım alemi gurbet gezeli
Bulamadım Zahidem'den güzeli

Ay ile doğar da gün ile aşar,
Zahide’mi görenin tebdili şaşar
İyinin kaderi kötüye düşer,
Diken arasında kalmış gül gibi.

Zahide’m kurbanım kurtar bu dardan
Baban anlamadı bizim bu haldan
Kekiline sürmüş kokulu yağdan,
Derdin beni del’ediyor Zahide’m.

Ziyaret’ten çıktım Cender’in özü
Kum gibi kaynıyor Zahide’m gözü
Aslını sorarsan esalet yerden
Hacı Bürolardan Mehmet’in kızı.

Gurbet ellerinde esinim esir
Zahide’m kurbanım hep bende kusur
Eğer baban seni bana verirse
Nemize yetmiyor el kadar hasır.

Çiçekdağı’nda da hiç gitmez duman
Zahide’rn kurbanım hallarım yaman
Yapamadım şu babayın gönlünü
Fakir diye bana vermedi baban.

Anamdan doğalı çok çektim cefa,
Şu yalan dünyada sürmedim sefa,
Adımı namımı soran olursa,
Orta Hacı Ahmetli Arap Mustafa.

Arapoğlu Mustafa’nın kendisine Mecnun gibi aşık olduğundan etkilenen Zahide, Mustafa için şiirler söylemiştir. Bu şiirin üç kıtasını H. Vahit
Bulut, 1973 yılında Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Zahide’nin yakın arkadaşı ve sırdaşı Fatik’ten derlemiştir.(2) Baştaki iki kıta tarafımızdan derlenmiştir.

Bu nasıl sevdaymış geldi başıma
Felek ağu kattı tatlı aşıma
Sevda çekenlere zor gelir gurbet
Gece gündüz elim kalkmaz işime.

Aşağıda sap kağnısı geliyo
Derdin beni elik elik eliyo
Kurbanlar olayım gara Mustafam
Babam beni yad ellere veriyo.

Arapoğlu derler gayeten atik
Gözleri kara da, kaşları çatık
Git nazlı y de bir haber getir
Bastığın yerlere kurbanım Fatik.

Ağlayarak yayığımı yayarım
Yarim gitti günlerini sayarım
Çıksa Büyüköz’e mendil sallasa
Islık çalsa ıslığını duyarım.

Coşkuna da deli gönül coşkuna
Aşkından Zahide döndü şaşkına
Sensiz edemiyom nazlı civanım
N’olur bir yol görün Allah aşkına.
Hasret isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz aktif değil dir.

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı


Saat: 06:27


lisanslı Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2022, Jelsoft Enterprises Ltd.
Forum SEO by Zoints
SonForum.org 2007-2023

2007-2023 © SonForum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " İletişim " kısmından bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog Snus Satın al düşmeyen takipçi satın al