12-27-2008, 14:45 | #1 |
İki Küçük Kutu
Yer yer kayboluşlarıma dökülen simlerin, yüzümden önce içime düştüğü gölgelik bir akşam vakti... Kollarıma dolanmış ölümün derecesini hissedebilmek için zaman yok... Sıcakla soğuk arasında, tanımsız... Belki de o durağın yerinde ben olmalıydım... Çekmeceyi aç, bıraktığın gibi her şey yerli yerinde... Ne sensizliğin başucundan ne de yalnızlığın kuluçka anından bir şey eksildi... His duygusunun yaralayıcı etkisine bulaştırmak istemedim yokluğunu. Elime aldığımda canlanacak karelerin acımasızlığına ve kaybolmuşluğumuza dair resmedilmiş her şeye bir adım bile olsa uzaktan bakmayı tercih ettim... Dört duvar yalnızlık... Dört duvarda içine hapsettiğin duyguların baskısı... Çık artık kemirgen duyguların hapsinden!! İki küçük kutu... Birinde sarımtrak, altın rengine bulanmış küçük kareler; diğerindeyse gümüş renginde simetrisi asimetriyle sağlanmış başkaldırışlarım... Çilek kokusunun nabız üstü kalıcılığı ve aşkın büyülü ağusu... Hepsinden içtim... ve ben senin bildiğin kadar temiz değilim... Bir zamanlar eteklerinde beş taşlarını ölürcesine gizleyen küçük bir kız vardı. Bilezik telaşlarında saklı heyecanları yüreğinde avuç avuç saklayan ve dualarında geleceğin aynasını gözlerine resmeden... Şimdiyse eteklerimde koskoca bir evin ağırlığı var... Heyecanlarımdan geriye kalanları topluyor ve ruhumu ele geçirmeye çalışan duyguları ayıklıyorum... Bir adım bile önüme geçme yâr... Toprak kokusunu doluyor odama yokluğunda ve beynime baskılanmış yüzlerce ses... Bir adım bile uzak yolların ezgisine kaptırma kendini yâr... Sazın teli işlediğinde yüreğime göz pınarlarım doluyor ve ben uzak bir gölgede konaklıyorum yapayalnız... Küçük bir sigara molası... İki saat sonra şehir, aykırı bakışların hüzünlü bakışlarından düşecek... Daralan kumaşların küçük bir dikiş hilesiyle başkalaşması... Aşk, bedensiz...!!! Aşk kulvarında çoğalan sayısız cümleler sakladım, varlığınla yokluğun arasında bir yere... Sınırlı bakışlarının altını sabırla kazdım; öncesinde küçük, sonrasında gittikçe büyüyen düş pınarlarım için... Köprünün hep başındaydı aşk ve ben kimi zaman bıraktım kendimi aşağıya... Düş'tüm... Yükselerek kalbine doldum... Kaç kere gidenlerin gemisinde yakaladım yüreğini, yine de vazgeçmedim... Yükseklerin baş döndürücü sokaklarında yürüme yâr... Seni tutamazsam dökülür mermer soğukluğuna güncem... Sene 2005... Yoruma hazırlanmış kelimelerin bir türlü ayıklanamayan kısalığından çekip çıkarttım seni... Kanmadım... Vakit rüzgâr vaktidir, yağmurlu yolların eşiğinde... Göz kapaklarımda ayrılamadığım ışıltılar... Ne zaman derin bir nefes alacak olsam, o küçük kahvaltı masası ve denizin mavi gürültüsü doluyor içime.. Ne uykusuzluk ne de sensizlik krizlerim...Biliyorum hepsi geçecek, sen dudaklarını bana geri verdiğinde... alıntı |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|