|
Teknoloji - Bilim Teknolojiyle ve bilimle ilgili haberler, araştırma konuları burada |
Seçenekler | Stil |
11-27-2007, 03:15 | #1 |
11 Eylül Sonrasında ABD
11 Eylül Sonrasında ABD:
Algılamalar, Psikolojik Yansımalar ve Yasal Düzenlemeler Didem Yaman* Özet 11 Eylül 2001 tarihinde New York Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a düzenlenmiş olan saldırılar hem ABD’yi, hem dünyayı hem de terörizm tartışmalarını ciddi bir şekilde etkilemiştir. Bu yazı ise daha çok 11 Eylül saldırılarının Amerika’nın iç dengelerine odaklanmaktadır. Saldırıların ardından Amerika’nın yaptığı yasal düzenlemeler, Amerika’nın içeride değişen terör algılaması geniş bir şekilde bu çalışmada ele alınacaktır. Ayrıca saldırılar ile birlikte değişen riskler, belli sektörlerde yapılan özel düzenlemeler de çalışmanın konuları arasındadır. Elbette ABD dış politikası da 11 Eylül’den ziyadesiyle etkilenmiştir. Fakat bu çalışma zaruri haller dışında dış ilişkiler alanına girmemeye özen gösterecektir. Anahtar Kelimeler: 11 Eylül, Terörizm, Ulusal Güvenlik, Yasal Düzenlemeler. Giriş Terör yeni bir olgu değildir ve pek çok ülke uzun yıllar terör eylemlerinin direkt muhatabı olmuştur. Örneğin Fransız Devrimi’nin yaşandığı dönemler Fransa’da, IRA (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu - Ireland Republican Army) sorununun yaşanmasıyla birlikte[1], özellikle 1915’den bu yana İngiltere’de ve 1970’lerden bu yana da Türkiye’de, terör öncelikli bir sorun haline gelmiştir. İsrail devletinin kuruluşunun ardından İsrail ve Filistin için ise terör neredeyse yaşamın doğal bir parçası haline gelmiştir. Ancak terörün dünyadaki algılanışının değişmesi ve geniş boyutlu karşı-terör hareketlerinin başlatılmasında 11 Eylül önemli bir dönüm noktası olmuştur. O tarihe kadar diğer ülkelerdeki terör hareketlerini ‘iç savaş’, ‘bağımsızlık hareketi’ vb. adlar ile değerlendiren ve hatta bir çok terör grubuna açık veya gizli katkı sağladığı iddia edilen büyük devletler, özellikle de ABD, 11 Eylül saldırıları ile birlikte terörün gerçek ve soğuk yüzü ile karşılaşmışlardır. Bu da terörü belki de ilk defa ve gerçek anlamda küresel bir sorun haline getirmiştir. 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne ve diğer Amerikan hedeflerine yapılan saldırılara kadar gerçek anlamda ‘küresel’ bir sorun olarak kabul edilmeyen terörizm, söz konusu saldırılarla birlikte tüm dünya tarafından göz ardı edilemeyecek bir gerçek olarak algılanmaya başlanmıştır. Bunun temel nedeni ise, saldırının Soğuk Savaş’ın galibi ve Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni düzenin lider devleti ABD’ye karşı gerçekleştirilmiş olmasıdır. 11 Eylül saldırıları ABD’ye yönelen ilk terörist saldırılar olmamakla birlikte, ABD’nin kurduğu düzene ve onun hegemon gücüne açık bir başkaldırı niteliğinde olması itibariyle terörü ABD’nin ve dünyanın gündemine taşımıştır.[2] Bu saldırılar ABD’ye Soğuk Savaş döneminde süpergüç SSCB’nin veremediği zararları vermiştir. Diğer taraftan da belki de tarihinde bu kadar çok kendi evinde uğradığı ilk geniş çaplı deniz aşan saldırıdır. Gerçekleştirilen terörist saldırılara verilecek tepki, bir yandan ABD’nin saldırılar sonrasında sarsılan gücünün ve zedelenen prestijinin tamir edilmesi için, diğer yandan da bu tepkileri dikkatle izleyen ve ABD’nin attığı adımları kendi ülkesindeki terörist hareketlere karşı kullanılabilecek şekilde yorumlamaya çalışan (Örneğin Rusya Çeçenistan’daki, İsrail de Filistin’deki eylemlerini ABD söylemleriyle açıklamaktadır) terör muhatabı diğer devletler için de oldukça önemlidir. Bu gelişmeler ışığında ABD, öncelikle terörü tüm dünyaya ‘yükselen yeni küresel tehdit’, diğer bir değişle ‘ortak düşman’ şeklinde sunarak, terörizme karşı topyekün bir savaş başlatma yolunu tercih etmiştir. Mücadelesinde başlangıç noktasını ise, gerek 11 Eylül, gerekse ABD’ye yönelik diğer bir çok terörist eylemin arkasındaki isim olduğuna inanılan El Kaide örgütü ve diğer benzeri yapılanmalar oluşturmuştur.[3] ABD’nin terörle mücadelesinin ikinci aşaması ise, 11 Eylül sonrası yaptığı iç yasal düzenlemelerdir. Söz konusu düzenlemeler, Afganistan müdahalesi ve Irak Savaşı’nın gölgesinde kalmakla birlikte, terörizme karşı bir süper gücün ulusal boyutta aldığı önlemlerin irdelenmesi ve belki de örnek alınabilirliğinin sorgulanması anlamında önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. 11 Eylül sonrası dönemde ABD ve terörle mücadele ekseninde yapılan çalışmaların büyük oranda Afganistan müdahalesi ve Irak Savaşı ekseninde şekillendiği görülmektedir. Bu çalışmanın amacı 11 Eylül sonrası ABD’nin saldırıya içeride nasıl karşılık verdiğini analiz etmektir. Bu tepkiler özelinde gerçekleştirilen yeni yasal düzenlemelerin değerlendirmesi yapılarak, ABD’nin ulusal boyutta nasıl tepki verdiği araştırılacak, bu sayede içeride ve dışarıda 11 Eylül sonrası Amerikan politikalarını anlamaya mütevazı da olsa bir katkı sağlanmaya çalışılacaktır. Bu noktadan hareketle, ABD’nin teröre bakışındaki değişime, saldırıların neden olduğu psikolojik travmaya yer verilecek ve kendisini teröre karşı ciddi bir koruma kalkanıyla örmeyi hedefleyen ABD’nin bu amaç için yurt savunması çerçevesinde ne gibi yasal ve ekonomik düzenlemelere giriştiğine değinilecektir. Bu çalışma ile terörle iç içe yaşayan ve 11 Eylül sonrası gelişmelerden fazlasıyla etkilenen Türkiye için ABD örneğinin iyi bir model olup olmadığı da tartışmaya açılmaktadır. Bilindiği üzere Türkiye de uzun yıllar terör sorunu ile birlikte yaşamıştır ve halen de terör önemli bir gündem maddesidir. Bu durumda Amerika’nın terörle mücadelede tercih ettiği yöntemler, çıkardığı yasalar vs. Türkiye’yi de etkilemektedir. Bu çerçevede yazar bu yasaların ve düzenlemelerin ABD’ye terörü önleme ve daha geniş bir açıdan bakıldığında ne gibi yararlar ve zararlar getirdiğini irdeleyecektir. ABD’nin dış politikasındaki değişimler ise bu çalışmanın temel konusunu oluşturmamaktadır. Zaruri haller dışında dış ilişkilerine girilmeyecek, bu konu bir başka yazıya bırakılacaktır.. Bu nedenledir ki, savaş sonrası ABD’nin dış politikasındaki değişimin detayları bu çalışmadan beklenmemelidir. Çalışma giriş hariç dört ana bölümden oluşmaktadır: İlk üç bölümde ABD’nin terör algılaması, 11 Eylül’ün bu algılama üzerindeki etkileri ve psikolojik etkileri vs. ele alınacaktır. Dördüncü bölüm ise çalışmanın ana konusunu, yani ABD’nin 11 Eylül sonrasında almış olduğu ulusal önlemleri içermektedir. Burada yeni yasalar, ekonomide ve güvenlik alanında yapılan düzenlemeleri bulacaksınız. ABD’nin Teröre Bakışındaki Değişim ABD, 1993’de Dünya Ticaret Merkezi’ne[4] gerçekleştirilen bombalı saldırı, 1995’de Oklahoma Şehri Eyalet Binası’nın bombalanması, 1998’de Tanzanya ve Kenya’daki ABD büyükelçiliklerine yapılan bombalı saldırılar gibi 1990’lar boyunca bir dizi terörist saldırının muhatabı olmuştur. Her ne kadar bu saldırıların yıkıcılığı 11 Eylül kadar fazla olmadıysa da, topluma belli ölçüde bir korku ve endişe saçmıştır. Ancak, ABD yaşadığı bu olaylardan gerekli dersleri çıkaramamış, yaşadığı geçici korku şokunun ardından adeta normal yaşantısına geri dönmüştür.[5] 11 Eylül saldırılarıyla birlikte ABD’nin öncekilerden daha etkin ve kararlı bir terörle mücadele girişimi başlatmasında son saldırıların yıkıcılığının mı, uluslararası sistemin ABD çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılması düşüncesinin mi, yoksa gerçekten terörizmin ulaştığı boyutların ABD tarafından fark edilmiş olmasının mı etkiliği olduğu net olarak söylenememektedir. Gerekçe ne olursa olsun, ABD’nin terörizme bakışında belirgin bir anlayış farklılığının ortaya çıktığı açıktır. ABD’nin bakış açısındaki bu değişimin en önemli göstergelerinden biri, Soğuk Savaş döneminde SSCB’ye karşı kullanmak için Afganistan’da destek verdiği Taliban benzeri örgütlere karşı yeni dönemde başlattığı mücadeledir. Bilindiği gibi Soğuk Savaş döneminde nükleer silahların oluşturduğu caydırıcılık (dehşet dengesi) iki süper gücü sıcak çatışmadan uzak tutmuş, ancak terörizm gibi yeni unsurların, devletlerin birbirlerini kontrol etmede kullanacakları birer araç haline gelmesine neden olmuştur. İki taraf arasında yaşanan bu Soğuk Savaş döneminden kazançlı çıkan ise, iki bloğun destekleriyle giderek güçlenmekte olan terör örgütleri olmuştur. Bu dönemde ABD ve SSCB ya doğrudan, ya da bir müttefikleri aracılığıyla birbirlerine karşı terör örgütlerini desteklemişler, en azından faaliyetlerine izin vermişlerdir. Örneğin Türkiye’ye karşı sayısız saldırılarda bulunan Ermeni terörünü Sovyet desteği ve Soğuk Savaş dengeleri olmaksızın anlayabilmek imkansızdır. ABD, geçen zaman içerisinde dünyadaki terör hareketlerini takip etmiş, fakat çoğu zaman bunlara seyirci kalmakla yetinmiştir. Türkiye’nin yaşamış olduğu PKK sorununu Türkiye’nin iç meselesi kabul edip, bir dönem yaşanan şiddet olaylarına sessiz kalması ABD’nin bu tepkisizliğine iyi bir örnek teşkil etmektedir.[6] Bunun yanı sıra, 11 Eylül 2001 öncesinde, terörle mücadele eden ülkeler çoğu zaman ABD tarafından insan hakları ve demokrasiyi ihlal ettikleri gerekçesiyle de eleştirilmişlerdir. ABD, bu ihlalleri gerekçe göstererek devletlerin iç ve dış karar alma mekanizmalarına müdahalelerde bulunmuş, yapılan bu dış müdahaleler bazı zamanlarda terörle mücadele eden ülkelerin terörist örgütlere karşı hareket kabiliyetini zayıflatmıştır. ABD kendi topraklarında uğradığı saldırıyla birlikte terörle mücadeleye salt insan hakları ve demokrasi ihlali penceresinden bakmaktan vazgeçmiş, ülke ve ulus bütünlüğü, kamu düzeni ve kamu güvenliğini koruma gibi değerler ön plan çıkmıştır. ABD’nin değişen bakış açısını gösteren önemli olaylardan bir diğeri, 11 Eylül sonrası kabul edilen, ulusal güvenliği temel amaç olarak belirleyen ve bu amacı gerçekleştirmek için temel hak ve özgürlüklere dokunulabileceğini söyleyen yeni terörle mücadele yasasıdır.[7] Yasaya dayanarak getirilen, ‘terörist’ yabancılar için özel mahkemelerin oluşturulması ve yargılama usullerinin geliştirilmesi, uzun göz altı süreleri gibi yeni düzenlemeler, temel hak ve özgürlüklerden verilen ciddi tavizlerdir. Bu iki yaklaşımdan hangisinin doğru olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Muhtemeldir ki ABD teröre karşı sergilediği bu iki tavırla ifrat ile tefrit arasında gidip gelmektedir. Fakat şu aşamada bizim için önemli olan böylesine radikal bir değişikliğin olduğudur. İkiz Kuleler’e yapılan saldırı öncesinde ABD’de hakim olan bir diğer düşünce ise, terörizmin sadece sorunun muhataplarını ilgilendiren bir olgu olduğudur. ABD, çoğu zaman bu gerekçeyi öne sürerek ülkelerin yaşamış oldukları terörist saldırılara karşı herhangi bir girişimde bulunmayı reddetmiştir. Örneğin, Türkiye 1980’lerden beri ciddi bir terör tehdidi (PKK terörü) altında yaşamaktadır. Uzun yıllardır verdiği mücadelede NATO’nun 5. maddesinde yer alan ‘ortak savunma mekanizması’ndan yararlanmak istemiş, ancak bu konuda ABD’nin elde ettiği başarıyı elde edememiştir. Hatta Türkiye bu konudaki taleplerini 1. Irak Savaşı’nda Irak’tan gelebilecek saldırı olasılığına karşı da yinelemiş, talepleri kabul edilmemiştir. Yine PKK ile mücadelesinde NATO’nun ve NATO üyelerinin ciddi bir katkısının olduğunu söyleyebilmek güçtür. Çoğu terör uzmanına göre Türkiye terör ile mücadelesindeki başarılarını ‘Batı’ya rağmen’ elde etmiştir. Oysa aynı NATO, 11 Eylül sonrası söz konusu maddeyi eyleme koymuş ve sonrasında aldığı kararlar ile ABD’nin ‘terörle mücadele savaşı’nı bir anlamda kendi mücadelesi haline getirmiştir. ABD’nin IRA’ya uzun yıllar verdiği destek de bilinen, ancak fazlaca ifade edilmeyen bir gerçektir.[8] Bunun yanı sıra, ABD’nin Adana Protokolü’yle, protokolün imza tarihi olan Ekim 1998’e kadar, PKK’ya verdiği desteği açıkça ilan eden Suriye’nin Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne üye seçilmesine veto yetkisi olmasına rağmen engel olmaması da dikkat çekicidir.[9] Bu da göstermektedir ki ABD’nin tek önceliği terör olmamış, realist ve pragmatik bir dış politika anlayışı sergilenmiştir. Amerika Başkanı George W. Bush, 11 Eylül saldırıları sonrası yaptığı açıklamada, sadece teröristleri değil, teröre destek veren devletleri de uyarmış ve onların da ABD’nin teröre karşı açtığı savaşta düşman kabul edileceklerini söylemiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi bir zamanlar teröre destek veren veya göz yumabilen ABD, artık sadece direkt terörist örgütleri değil, destekçilerini de kendine hedef seçmekte, fakat bir zamanlar kendisinin teröre destek verdiği ya da teröre destek veren devletlere karşı sessiz kaldığı gerçeğini göz ardı etmektedir. Yaşanan terörist saldırıların ertesinde, ABD bu saldırıları demokrasi, özgürlük gibi dünyada savunuculuğunu yaptığı değerlere de bir saldırı olarak tanımlamış, Amerika savunmasını kutsallaştırma gayreti içine girmiştir. Bu nedenledir ki, ABD yönetimi terörizme karşı başlattığı mücadelede, insan hakları ve demokrasiyi korumak, başta Amerikalılar olmak üzere, tüm dünya halklarının huzur içerisinde yaşamasını sağlamak gerekçesiyle hareket ettiğini dile getirmektedir. Bu tarz evrensel değerleri yok etmeye yönelik terörist eylemlerle mücadele etme yolunda bir süper gücün harekete geçmesi, terör tehdidi altındaki diğer devletler için cesaret verici olmanın yanı sıra, uluslararası işbirliği kalkanının oluşturulması açısından da oldukça olumlu bir gelişme sayılabilir. Ancak 11 Eylül öncesinde yaşanmış olan terör eylemlerinin de insan hakları ve demokrasi gibi değerlere zarar verdiği düşünüldüğünde, ABD hükümet(ler)i dünyada yıllardır bir çok ülkede yaşanan terör olaylarına neden sessiz kaldıklarını açıklayamamaktadırlar. Ayrıca ABD’nin sözü geçen söyleminde ne kadar samimi olduğu da tartışmalıdır. Hatırlanacağı üzere buna benzer bir söylem Soğuk Savaş döneminde Sovyet Bloku’na karşı da kullanılmıştı. Bu sayede müttefiklerini arttıran ve çevresindeki cepheyi genişletme fırsatı bulan ABD, komünizme karşı en sert önlemleri alırken dahi meşruiyet sıkıntısı çekmemişti. Bu bağlamda 11 Eylül sonrasının ‘terör-karşıtlığı’ söylemi ne kadar samimidir bilemiyoruz. Fakat ABD’nin bu söylemle sadece özgürlükleri, demokrasiyi ve istikrarı korumayı hedeflemediğini, geçmişteki tecrübelerden hareketle iddia edebiliriz. 11 Eylül’ün bir gün öncesine ve bir gün sonrasına bakıldığında, 24 saatlik bir zaman diliminin ABD’nin teröre bakışında yarattığı değişimi verilen örnekler ışığında fark etmemek imkansızdır. Saldırı sonrası dünya ABD’nin kriterleri doğrultusunda çok hızlı bir şekilde ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımlaşmasına gitmiş, Birleşik Devletler artık diğer devletleri ikna edebilmek için diplomatik yöntemleri değil, tehdidi ve gücü daha çok kullanmaya başlamıştır. Türkiye’de daha önce ABD Büyükelçiliği görevinde de bulunmuş olan Mark Paris’in, Irak Savaşı’nda gerekli desteği vermeyen Türkiye’nin savaş sonrası Washington telefonlarında bekletileceğini ifade etmesi[10], yöneltilen üstü kapalı tehditlere ve ABD’nin bakış açısındaki değişime iyi bir örnek teşkil etmektedir. Hatta Başkan George W. Bush teröre mücadelelerinde tarafsız kalmanın dahi mümkün olmadığını, ülkelerin ya ABD’nin yanında yer alacağını, ya da karşısında olacaklarını söylemiştir. 2. 11 Eylül ve Sonrası Yaşanan Gelişmeler 11 Eylül günü yaşanan saldırıların ardından tüm dünya ciddi bir kaos yaşamıştır. Dünya çapındaki haberleşme ağlarının gelişmiş olması sebebiyle saldırılar sonrasında gerek ABD’deki, gerekse saldırılardan etkilenen diğer ülkelerdeki gelişmeler yakından takip edilebilmiştir. Uluslararası haber kanalları ve internet faktörünün de etkisiyle sakin başlayan bir günün nasıl bir trajediyle noktalandığı, an ve an yayınlanan haberlerle dünya kamuoyuna ulaşmıştır. Bu noktada, saldırıların ABD’de meydana getirdiği değişimlerin analizinin yapılabilmesi için hem saldırıların yaşandığı ana, hem de onu takip eden aylarda yaşanan gelişmelere dönmek uygun olacaktır.[11] Bilindiği gibi 11 Eylül saldırıları, sırasıyla önce Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey ve güney kulelerine, ardından da Pentagon’a (Amerikan Savunma Bakanlığı) olmak üzere üç yolcu uçağının söz konusu binalara çarpmasıyla gerçekleştirilmiştir. Saldırıların hemen ertesinde yeni bir saldırının gerçekleşebileceği ihtimaline karşılık Pentagon, Beyaz Saray, Adalet Bakanlığı, CIA Merkezi ve Washington’daki tüm hükümet binalarının tahliyesinin yanı sıra, ABD tarihinde ilk kez hava trafiği de ülke çapında durdurulmuştur. Başkan Bush’un içinde bulunduğu uçak (Air Force 1) herhangi bir saldırı olasılığına karşılık uzun süre havada kalmış ve olayın terörist bir saldırı olduğu Başkan’ın Sarasota’da yaptığı açıklamayla halka duyurulmuştur. Önce İkiz Kuleler’in ve ardından da Pentagon’un bir bölümünün çökmesiyle sonuçlanan saldırılar, bir yandan çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden olmuş, diğer yandan da oldukça gelişmiş savunma sistemlerine sahip bir ülke olan ABD’nin bile ulusal güvenliğini sağlamak konusunda ciddi eksiklikleri olduğunu göstererek terörizmin ulaştığı boyutlara dikkatleri çekmiştir. Olayların üzerinden henüz 24 saat geçmesinin ardından, 50 bin yedek kuvvetin aktif göreve çağrılması için askeri yetkililere verilen talimatı, ulusal acil durum ilan edilmesi ve istihbarat birimlerinin yürüttüğü çalışmalar sonrasında uçakları kaçıran 19 kişinin isimlerinin yayınlanması takip etmiştir. Terörist saldırıların üzerinden bir hafta geçtikten sonra saldırılar sonrasında yürütülen istihbarat çalışmaları ve ABD hükümetinin halktaki huzursuzluğu giderme ihtiyacının da bir gereği olarak, şüphelerin Üsame Bin Ladin üzerinde yoğunlaştığı dile getirilmeye başlanmıştır. Bu durum ABD hükümetinde, bir yandan düşmanın belirlenmiş olması sebebiyle operasyonel bir rahatlama yaratırken, öte yandan Taliban militanlarıyla ABD arasında gerilimlerin doğmasına yol açmıştır. Çünkü bu dönemde Bin Ladin’in Taliban yönetimindeki Afganistan’da olduğu bilinmektedir. Bu gerginliğin yanı sıra Taliban yetkililerinin, Bin Ladin’i sakladıkları gerekçesiyle Amerika kendilerine saldırırsa intikam alacaklarını ve cihat ilan edeceklerini belirtir nitelikte söylemlerde bulunmaları da, yeni terörist saldırı ihtimallerini düşündürmeye başlamıştır. Yaşanan bu gerilim, terör olgusu yanında ‘cihat’ kavramına da vurgu yapılmasıyla, ‘dinci terör’ ve ‘Medeniyetler Çatışması’ gibi kavramların yeniden gündeme gelmeye başlanmasına neden olmuştur. Ancak terörle mücadelede öncelikle işbirliği arayışında olan ABD yönetimi, uluslararası işbirliğinin sağlanabilmesi için Bin Ladin’e yönelik şüphelerin belgelerle sabitlenmesi gereğinin bilincinde olduklarını ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın 23 Eylül 2001’de Üsame bin Ladin aleyhine deliller bulmaya söz veren[12] açıklamasıyla dile getirmiştir. Bu esnada Taliban ve Bin Ladin konusunda küresel bir propaganda çalışması ise aralıksız devam etmiştir. Adeta Afganistan işgalinin zemini hazırlanmak istenircesine önce Taliban ile El Kaide arasında fark olmadığı işlenmiş, ardından da Taliban yönetimin Afganistan’daki uygulamaları detaylı bir bombardıman şeklinde dünya kamuoyuna verilmiştir. ABD yetkilileri, Bin Ladin’e yönelik iddialarını ispatlama arayışlarını sürdürürken terörizmle mücadelede uluslararası işbirliğini sağlama girişimleri çerçevesinde çeşitli temaslarda da bulunmuşlardır. Bu çerçevede ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in önderliğinde Suudi Arabistan, Umman, Mısır ve Özbekistan liderlerinin bir araya geldiği bir toplantı gerçekleştirilmiştir. Bu gelişmelerin yanı sıra uluslararası alanda ABD’nin terörizmle mücadelede işbirliği arayışları İngiltere, Pakistan[13] ve NATO’dan gelen destekle de güçlenmiştir. Özellikle NATO Genel Sekreterinin ABD’nin, Üsame Bin Ladin’in saldırılara dahil olduğuna dair sunduğu kanıtları ‘açık ve zorlayıcı’ olarak nitelemesi ve buna bağlı olarak ittifakın, ABD’ye terörle savaş kapsamında hava sahalarına ve liman kentlerine giriş, buralarda gemilerini ve radar uçaklarını konuşlandırma izni vermesi[14] terörle mücadelede uluslararası işbirliği yolunda atılan önemli adımlardır. Açıkçası Afganistan müdahalesi öncesinde ABD’ye güçlü bir destek oluşmuştur. Çünkü ABD bu dönemde gerçekten mağdur görünümündedir ve Afganistan’daki yönetim dünyanın kabul edebileceği bir yönetim değildir. Garip olan ise Taliban yönetiminin zamanında Pakistan-ABD işbirliği ile güçlendirilmesi olmuştur. Biraz öncede belirtildiği üzere ABD-Taliban ve ABD-Bin Ladin mücadelesinde Türkiye ve AB de dahil olmak üzere tüm dünya ABD’ye hak vermiş ve mücadelesine bir çok ülke doğrudan destek vermiştir. Fakat bu destek ABD’nin özel çabasının bir ürünü olmaktan daha çok, şartların doğal bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. ABD bir yandan terörizme karşı destek arayışlarını sürdürürken diğer yandan da Taliban’a yönelik yapacağı operasyonlar için hazırlıklara başlamıştır. Bu hazırlıklar içerisinde savaş uçaklarının İran Körfezi’ne konuşlandırılması, yurt içerisinde yurt savunmasına yönelik kabine seviyesinde bir ofis oluşturma girişimlerinde bulunulması da yer almaktadır. ABD ve Taliban arasında giderek artan gerilimin yanı sıra, terörizmin uluslararası finansmanı da ABD tarafından terörizmle mücadelede sıkça vurgulanmaya başlanmıştır. Bu çerçevede teröristlere destek veren 27 kişi ve kuruluşun mal varlıklarını donduran bir emir imzalanmış ve yabancı bankalardan da aynı şekilde davranmaları istenmiştir. 1 Ekim 2001 tarihinde yapılan bir açıklamada, ABD’nin terörist şebekelere akan parayı durdurmak için gösterdiği çabaya destek veren ülkeler tarafından terörist örgütlere gittiği düşünülen 6 milyon dolarlık mal varlığının bloke edildiği ve 50 banka hesabının dondurulduğu bildirilmiştir. Terörizme karşı uluslararası işbirliği arayışlarının ve bu arayışlar çerçevesinde saldırıların sorumlularını tespit etme girişimlerinin yaşandığı 11 Eylül sonrası dönemde, ABD’de görülen şarbon vakaları biyolojik terör tehlikesinin gündeme gelmesine neden olmuştur. Biyolojik terör tehdidinin halkta yarattığı korku, ABD Sağlık Bakanı Tommy Thompson’ın gönderilen şarbonlu mektupların bir terörist eylem olduğuna dair herhangi bir bulgu olmadığı[15] yolunda açıklama yapmasına neden olmuştur. Başkan Bush’un da “Bende şarbon yok, yarın işe gittiğimde güvende olacağımdan eminim”[16] diyerek halkı yatıştırmaya çalışması, ‘alışılmış’ terörist saldırıların yanı sıra artık biyolojik terör tehlikesinin de göz önüne alınması gerektiğini göstermektedir. Ancak bu noktada bir hatırlatmada bulunmamız da zorunludur: Şarbonlu mektuplar kısa bir süre gazetecilere ve önemli siyasetçilere gönderilmiştir ve mektuplar nedeniyle hiç kimse hayatını kaybetmemiştir. Buna karşın kamuoyunda büyük bir panik yaşanmıştır. Sonrasında ise mektuplar bir anda kesilivermiştir. Bu da bazı çevrelerde şarbonlu mektupların bir tür psikolojik savaş ürünü olarak değerlendirilmesine yol açmıştır. Diğer bir ifade ile biyolojik savaş tehlikesinin Amerikan politikalarını meşrulaştırmak için kullanıldığı, onu dünyada daha mağdur bir halde gösterip, eylemlerini daha güçlü bir zeminde yapabilmesini sağlamak için planlandığı iddia edilmiştir. Şüphesiz her komplo iddiası gibi bu iddialar da kanıtlanmamıştır. Fakat unutmamak gerekir bu mektupların kaynağı, arkasında kimlerin olduğu, neden bir anda kesildiği de açıklanamamıştır. Gerek uluslararası işbirliği arayışları, gerekse yapılan istihbarat çalışmaları sonrasında, 7 Ekim 2001’de Amerikan ve İngiliz kuvvetlerinin Taliban askeri hedeflerine ve Afganistan’da Bin Ladin’in eğitim kamplarına yönelik füze saldırılarına başlamalarıyla 11 Eylül saldırıları sonrasında oluşan tepki yeni bir boyut kazanmıştır. Başkan Bush, Beyaz Saray’dan yaptığı açıklamada “tereddüt etmeyeceğiz, yorulmayacağız, duraksamayacağız ve başarısız olmayacağız”[17] derken, Bin Ladin bir video teyp kaydında Tanrı’ya 11 Eylül saldırıları için dua ediyor ve Amerikalıların, ‘kafir orduları’ ‘İslam toprakları’nı terk edene kadar kendilerini asla güvende hissedemeyeceklerine dair yemin ediyordu. 11 Eylül’le başlayan bu süreç, Afganistan müdahalesi ve arkasından yaşanan Irak savaşıyla devam etti. 3. Saldırıların Psikolojik Yansımaları 11 Eylül terör saldırıları ABD’ye maddi ve insani kayıplar vermekle kalmamış, olaya tanıklık eden tüm Amerikalıların ciddi bir psikolojik travma yaşamalarına da neden olmuştur. Saldırıların ABD yasal ve kurumsal sisteminde meydana getirdiği değişikliklerin ötesinde, Amerikan halkının bakış açısındaki farklılaşmalar incelenecek olursa 11 Eylül sonrası Amerika’yı şekillendiren güdüleri anlamak daha kolay olacaktır. Yıllardır hegemon bir gücün vatandaşı olmanın verdiği güvenle ve Amerika’ya özgü ‘sınırsız özgürlükler’le yaşamaya alışmış olan Amerikan halkı, saldırılar sonrasında ciddi bir korku ve paniğe kapılmıştır. Hatta bu korku, halkı, herkesten ve her şeyden şüphe eder bir noktaya getirmiştir. Ancak saldırıların yaratmış olduğu en önemli psikolojik etki sadece korku değildir. Saldırılar sonrasında ortaya çıkan yoğun korku ve kaygı, o güne değin ağırlıklı olarak bireyselci, kamu çıkarıyla fazla ilgilenmeyen Amerikalılar’da ciddi ölçüde bir milliyetçilik ve ulusal dayanışma duygusu da yaratmıştır.[18] ‘Ben’ kavramının hakim olduğu toplumda giderek ‘biz’ söylemleri egemen olmaya başlamıştır. Amerikalılık ruhu giderek güçlenmiş, Amerikan ulusal birliği sıkça vurgulanmaya başlamıştır. Amerikan bayrağı satışlarında yaşanan hızlı artış da bunun bir göstergesi niteliğindedir. Doğrusu terörün etkisine ek olarak Amerikalılık duygusunun güçlendirilmesinde yönetimin bilinçli politikalarının da etkili olduğu söylenebilir. Diğer bir deyişle yaşanan trajik olaylar duygusal ve milliyetçi söylemler ile beslenmiş ve toplumda ulusal bilinç güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bunun sonucu olarak işyerleri ve evlerde Amerikan bayraklarının sayısı hızla artmış, hatta arabaların camlarına dahi çok sayıda bayrak asılmıştır. Bu pozitif milliyetçiliğe karşın Amerikan olmayana karşı duyulan tepki ve kızgınlıkta da önemli bir artış olduğu söylenebilir. Halkın psikolojik durumunu analiz etmek için yapılan anket çalışmaları, genç-yaşlı herkesin saldırılardan sonra normalden çok daha yoğun bir stres altında olduklarını ortaya koymaktadır. Saldırıların oluşturmuş olduğu psikolojik etkilerin ortadan kaldırılması veya en azından hafifletilebilmesi için birçok danışmanlık programı uygulamaya konulmuş, hatta bu programların bazıları, özellikle psikolojik anlamda zayıf olan çocuklar ve öğrenciler gibi özel grupları hedef almıştır.[19] Bunun yanı sıra komedyenler, Üsame Bin Ladin’i şakalarında malzeme olarak kullanmış[20], dini liderler cemaatlerinin güvenini tazelemek için vaazlar vermişlerdir[21]. Bütün bunlar, 11 Eylül saldırılarının Amerikan kamuoyu üzerinde neden olduğu psikolojik etkiyi göstermesi açısından önemlidir. Bu saldırılardan doğrudan zarar görmeyen Amerikalılar ise benzeri bir saldırıya karşı ne kadar savunmasız olduklarını görmüşlerdir.[22] Saldırılar sonrasında, Amerikalılar kendilerinin ya da yakınlarının terörist saldırıların kurbanı olabileceğini düşünmeye başlamışlardır. Amerikan halkında oluşan bu korku beraberinde yabancılara karşı bir kamuoyu tepkisini de tetiklemiştir. Özellikle Ortadoğu ve Müslüman kökenli kişilere yönelik şiddet hareketleri bunların başında gelmektedir. Eylül 2001 itibariyle, Amerika’da yaklaşık 1 milyon Müslüman Arap, 2.5 milyon Hristiyan Arap yaşamaktadır. New York, Detroit ve Los Angeles, Arap asıllı Amerikalıların en yoğun yaşadığı yerlerdir.[23] Ancak terör saldırıları sonrasında bu kişiler ten renkleri veya başörtüsü gibi İslam’a ya da Asyalılığa özgü bir takım fiziksel öğeleri taşıdıkları gerekçesiyle potansiyel birer terörist olarak algılanmış ve saldırılara maruz kalmışlardır. Ermeniler ve Hintliler’in bir kısmının da Müslümanlarla benzerlikleri nedeniyle saldırıya uğradıkları dahi görülmüştür. Terör eylemleri sonrasında artan nefret suçları ve yükselen ırkçı faaliyetler, iş yerlerine yönelik saldırılarla da kendisini göstermektedir. Bir kitapçı mağazasına yapılan saldırı sonrasında mağazaya bırakılan ‘Arap katillere ölüm’ notu[24], nefret suçları ve ırkçı faaliyetlerde gelinen noktayı gösterir niteliktedir. 11 Eylül sonrasında çok sayıda camii, Müslüman okul ve sosyal tesisleri kundaklanmıştır. Binlerce kişinin de ırkçı nedenlerle işlerini kaybettikleri bilinmektedir. Fiziksel saldırıların yanı sıra Müslüman ve Arapların işlerinden hiçbir gerekçe gösterilmeksizin çıkarılmaları, tehdit telefonlarıyla korkutulmaya çalışılmaları ve bu şekilde Müslümanlar üzerinde ‘bizden değilsiniz’ imajının yaratılması da olayın bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Güvenlik güçleri, bu saldırılar sonrasında gereken önlemlerin alındığını vurgulamış, hatta FBI yöneticisi Robert Mueller, kendi başına kuralları uygulamaya çalışan kişilerin Arap asıllı Amerikalılara yönelik tehdit ve saldırılarının tolere edilmeyeceğini belirtmiştir. FBI, Arap asıllı Amerikan vatandaşlara ve kurumlara karşı girişilen saldırılar sonrasında yapılan bildirimlerin ertesinde 40 kişi ve kuruma karşı nefret suçu soruşturması başlatmıştır.[25] Fakat tüm resmi açıklamalara karşın ABD sokakları artık Müslüman ve Müslüman görünümlü kişiler için daha az güvenlidir. Tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi ırkçılar hak ettikleri cezaları ABD’de de almamaktadırlar. Çünkü ırkçılık ve yabancı düşmanlığı birkaç kişiden çok toplumsal bir hastalıktır ve toplum, hatta resmi kurumlar bu kişileri bilerek ya da bilmeyerek korumaktadırlar. Bu tarz saldırıları kınamasına karşın ABD yönetimi, saldırılar sonrası terörle mücadele adı altında olağanüstü güvenlik önlemleri uygulamaya başlamış, 1 Ekim 2001’de ‘Milli Güvenlik Giriş-Çıkış Kayıt Sistemi’ni yürürlüğe koymuştur. Söz konusu sistemin bir gerekliliği olarak Arap ve Müslüman ülkelerin vatandaşları ABD’ye girişte fişlenecek, fotoğrafları çekilecek ve parmak izleri alınacaktır. Ancak ABD’nin Müslüman ülkelerin vatandaşlarına karşı başlatmış olduğu ‘fişleme’ işlemleri bir yönüyle, hükümetin ve ABD Başkanı’nın söylemleriyle çelişmektedir. Fişleme işlemleri çerçevesinde Göçmen ve Vatandaşlık Dairesi (INS) bürolarına parmak izi ve fotoğraf vermek üzere giden çok sayıda Müslüman tutuklanmıştır. Tutuklamalarda gerekçe olarak bu kişilerin vize sürelerinin dolduğu ya da arandıkları öne sürülmüştür. ‘Fişleme’ işlemleri çerçevesinde başlangıçta 19 Müslüman ülkenin vatandaşlarını kapsayan Göçmen ve Vatandaşlık Dairesi bürolarına kayıt yaptırma ve belirli aralıklarla durumlarını bildirme yükümlüğü 2003 yılı itibariyle 23 ülke vatandaşını kapsayacak şekilde genişletilmiştir.[26] Bunlara ek olarak rastlantısal olarak polisin karşılaştığı çok sayıda Müslüman’da çok farklı sebeplerden dolayı göz altına alınmış, tutuklanmış ya da sınır dışı edilmiştir. Bu politikaların yansıması, ABD’deki Müslümanlara yönelik saldırılara dikkat çeken Amerikan İslam İlişkileri Konseyi’nin raporunda kendini göstermektedir. Raporda, saldırılar sonrasında Amerika’da oluşan İslam fobisiyle birlikte Müslümanlar’ın polisin nedensiz şiddetine maruz kaldığı belirtilmiş ve Konsey 2001’e oranla 2002’de yüzde 15 artışla 602 ayrımcılık şikayeti aldığını ortaya koymuştur.[27] Diğer bir ifade ile resmi makamların ırkçı saldırılar için marjinal grupları suçlamasına karşın bu tür saldırılara zemini Washington’ın uygulamaları ve çıkan yasalar hazırlamıştır. Müslümanlar’ı ‘potansiyel suçlu’ olarak gören bu anlayış terörle mücadele etiketi altında bir tür ‘Müslüman avı’na başlamıştır. Bu avda gerçekten suçlu olup da yakalanan sayısı inanılmayacak düzeyde azdır. Buna karşın geniş kitleler huzursuz edilmiş, hatta taciz edilmiştir. 11 Eylül saldırılarının ertesinde Anayasa Araştırma Merkezi adlı bir kuruluşun 1000 yetişkinle yaptığı anket sonuçları da Müslümanlara yönelik tepkinin bir göstergesi niteliğindedir. Ankete göre, Amerikalıların yüzde 48’i hükümetin terörle savaş kapsamında dini grupları gözetim altına almasını doğru bulmakta, yüzde 42’si de güvenlik görevlilerine Müslümanlara denetim uygulamak konusunda daha fazla yetki verilmesi gerektiğini belirtmektedir.[28] Sonuç olarak, 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD yönetiminde ve kamuoyunda potansiyel terör tehdidine bağlı psikolojik bir travma ortaya çıktığı görülmektedir. Bu travma iki önemli sonuca neden olmuştur. Bunlardan ilki, saldırılardan psikolojik olarak etkilenen halk için rehabilitasyon programlarının faaliyete geçirilmesi, ikinci ve daha önemlisi de, saldırıları gerçekleştiren teröristlerle aynı etnik kimliği taşıyan kişilere, Asyalı veya Müslümanlara karşı ciddi bir ayrımcılık politikasının uygulanmasıdır.[29] 4. ABD’nin Terörizme Karşı Aldığı Yeni Önlemler 11 Eylül saldırılarının yaratmış olduğu uluslararası etki ve sonrasında terörizme karşı oluşturulmaya çalışılan küresel işbirliği arayışları terörizmle mücadelede oldukça önemli gelişmelerdir. Ancak terörle mücadelede devletlerin birbirleriyle koordineli bir şekilde alacakları ulusal önlemlerin terörizmle uluslararası mücadeleye sağlayacağı destek göz ardı edilmemelidir. Bu bağlamda, dünyada en fazla yankı uyandıran terörist saldırılardan biri olan 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin almış olduğu ulusal boyuttaki önlemler terör muhatabı diğer devletler için de olumlu veya olumsuz yönde bir örnek oluşturabileceği gibi, terörizmle mücadelede alınabilecek ortak önlemler dizini için bir başlangıç da oluşturabilir. Bu çerçevede çalışmanın bu bölümünde, ABD’nin ‘Yurt Savunması’ kavramı, saldırılar sonrasında açıkladığı ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi’, harcama kalemlerinde meydana gelen değişimler ve 11 Eylül sonrasında hazırladığı yeni yasal düzenlemelere değinilecektir. 4.a Yurt Savunması Açık bir saldırıya uğramış olan ABD, öncelikle ‘meşru müdafaa hakkı’nı dile getirmiş, bunun hemen ertesinde de sadece kendisini değil, tüm dünyayı bu saldırıların muhatabı ilan ederek küresel destek arayışına girmiştir. ABD’nin tanımlamasına göre saldırının hedefi sadece ABD değil eşitlik, özgürlük ve insan haklarıdır; bunları hedef alan saldırganlara karşı da, beraber mücadele edilmelidir. 11 Eylül saldırılarının faillerinin geleneksel düşman tanımlamasına uymaması, yeni düşmana karşı yeni stratejilerin geliştirilmesini de zorunlu kılmaktadır. Nitekim bu saldırılarla birlikte Bill Clinton dönemi ABD politikasında hakim olan ekonomik güç olma ve tüm dünya devletleriyle uluslararası kuruluşlar aracılığıyla ilişkiye girme anlayışının yerini asıl tehdit olarak görülmeye başlanan terörizm ve kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesine yönelik politikalar almaya başlamıştır.[30] Soğuk Savaş boyunca ABD ordusu sürekli olarak sınırları dışındaki konvansiyonel ve nükleer silahların kompleks ağına karşı kendisini örgütlemişken, iç güvenlik sorunlarını daha çok kolluk kuvvetlerine devretmiştir. Ancak 11 Eylül bu eğilimin ciddi ölçüde değişmesine neden olmuş, dikkatler ABD’nin odaklandığı uzun dönemli politikalardan, Amerika’nın güvenlik ihtiyaçlarına ve bu ihtiyaca hizmet edecek etkili araçlara çekilmiştir. ABD ordusu da, ‘Yurt Savunması’ kavramı çerçevesinde yeni bir örgütlenmeye yönelmiştir.[31] Pentagon ve ordu yurt savunmasını; tehditlerin, afetlerin ve saldırıların etkilerini azaltmak, bunlarla mücadele etmek; toplumu, alt yapıyı ve sınırları, gerektiğinde kriz yönetimi çerçevesinde sivil otoriteleri de kullanarak korumayı; kritik ulusal varlıkların üstünlüğü ve devamlılığını sağlamayı hedefleyen aktif ve pasif önlemler olarak tanımlamaktadır.[32] Bir başka tanımda ise, ‘Yurt Savunması’ kavramının, yurt içi hazırlıklılık, operasyonların devamlılığı, hükümetlerin devamlılığı, sınır ve kıyı savunması ve ulusal füze güvenliğini kapsadığı[33] belirtilmiştir. 11 Eylül sonrasında, yurt savunmasını geliştirebilmek için bir takım örgütsel değişimlere gidilmiş, ‘Kamu Güvenliği Bakanlığı’ olarak anılabilecek yeni bir yönetsel yapı oluşturulmuştur. Bu değişimlerde amaç, federal hükümet ile diğer departmanlar arasında yurt savunması faaliyetlerinin yerleştirilmesi ve uygulamaya hazır hale getirilmesidir. Bu amaca hizmet eden en önemli askeri birimlerden biri ‘Kuzey Komutanlığı’dır (NORTHCOM). Bu birim ABD içerisinde oluşabilecek bir acil durumda sivil otoritelerle işbirliğine girerek gereken tedbirlerin alınmasını sağlar. Önceden ‘Ortak Kuvvetler Komutanlığı’ (Joint Forces Command)ınca gerçekleştirilen faaliyetler artık bu birime devredilmiştir. Bu birim dışında yurt savunması konusunda diğer bir yetkili birim ise ‘Savunma Birimi’dir.[34] Amerikan Savunma Birimi (Department of Defence –DoD-) dünyanın en büyük ve en kompleks organizasyonlarındandır. Burada 4 milyon kişi çalışmakta ve faaliyetleri için 400 milyar dolarlık bir bütçe kullanılmaktadır. Yetkileri yurt savunması ve sivil destek olmak üzere ikiye ayrılır. İlk kısımdaki yetkileri, ülkenin sınırları ve kritik altyapıları çeşitli saldırılara karşı korumaktır. İkincisi, federal ve merkezi hükümetlere veya yerel otoritelere acil durumlarda gerekli askeri yardımı sağlamak olarak belirlenmiştir.[35] 4.b Ulusal Güvenlik Stratejisi ABD güvenlik anlayışındaki değişimi, yeni beliren ‘dost’ ve ‘düşmanlar’ı ve terör tehdidine karşı alınacak önlemleri bir ‘paket’ halinde, Eylül 2002’de yayınladığı ‘ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’ başlıklı bir metinde tüm dünyaya duyurmuştur.[36] Bu strateji ABD silahlı kuvvetlerine rehberlik etmenin yanı sıra detaylı ve uzun dönemli askeri planlar için az da olsa bir temel teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra bu belge, 11 Eylül sonrası ABD güvenliğindeki değişimi gösteren ayrıntılı bir belge olması açısından da önemlidir. Bu yeni strateji ABD’nin terörle mücadelesinde bir yol haritası niteliği taşımaktadır. Temelinde ise mevcut sistemi değiştirmek isteyenlere karşı, ‘terörle mücadele’ adı altında askeri bir müdahaleyi öngörmektedir. Bu belgeyle ABD’nin toprak bütünlüğüne, vatandaşlarına ve sistemin işleyişine yönelik saldırılara karşı düşmanla her türlü mücadeleye girme hakkına sahip olduğu ilan edilmektedir.Stratejide, yeni yüzyılda insan hakları, ekonomik ve siyasal özgürlüklere sahip ülkelerin galip gelmesi gerektiği ve bunun için mücadelenin önemi vurgulanmıştır. Bu noktada ‘dünyanın geleceği’, diğer bir deyişle ‘Amerikan tarzı düzen’in devamı için ne tür rejime sahip ulusların koruyucu rolünde savaşacakları belirtilmiş ama hangi ulus veya rejimlerle mücadele edileceği netliğe kavuşturulmamıştır.[37] Bu stratejide dikkat çekici önemli bir yan ise, bazı noktalarda ifadelerin oldukça muğlak ve açık uçlu olmasıdır. Örneğin İslami rejimlerin terörle mücadelede hedef oldukları hiçbir şekilde dile getirilmemiş, onun yerine ‘kız çocuklarının okumasına engel olan rejimler’ denmiştir. Böylelikle hem İslam dünyasından gelebilecek muhtemel tepkiler önlenmeye çalışılmış hem de bu tarz rejimlerin ‘öteki’ kavramı içerisinde yer almasının nedenin, tercih ettikleri din değil kız çocuklarının haklarının kısıtlanması olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır. ABD, giriştiği mücadeledeki önceliklerini de strateji içerisinde sıralamıştır. Öncelikli amacı ekonomik ve siyasal gücü askeri güçle destekleyerek dünyada istikrarı sağlamaktır. Ancak böyle bir amacı tek başına değil özgürlük ve insan hakları yanlısı diğer güçlerle birlikte gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi, ABD’nin terörle mücadelesinde aldığı ilk tedbir teröre karşı küresel bir hareket başlatmak olmuştur. Çünkü ABD tüm dünyada giderek kendisine karşı yükselen bir tepkinin olduğunu fark etmiştir ve zorunlu kalmadıkça tek başına mücadele etmek istememektedir. Hatta yükselen bu tepkileri azaltabilmek için, bir zamanların düşman ülkesi Rusya ile 11 Eylül sonrası yakın ilişkilere girmiştir. 11 Eylül sonrası ülkelerin ABD’ye verdiği destek değerlendirilecek olursa, ABD’nin en büyük iki destekçisinden birinin Rusya olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır[38]. Bu durum da ‘eski düşman’ ‘yeni dost’ tanımlamasını doğrular nitelikte bir gelişmedir. ABD, belgede düşmanın adının terörizm olduğunu açıkça ifade etmekte ancak bir terörist tanımlaması yapmamakta sadece bir takım ip uçları vermekle yetinmektedir. Buna göre terörist: [39] ·kız çocuklarını okutmayanlar (Müslüman toplumlar), ·totaliter rejimler (belirli bir ideoloji çerçevesinde örgütlenmiş tek parti rejimleri), ·tehlikeli teknoloji kullananlar (kim için tehlike oluşturduğu bilinmese de, burada kastedilen kitle imha silâhları bulunduran bazı kişi ve devletlerdir), ·radikal topluluklar, ·tüm bunlara yardım edip kolaylık sağlayanlardır. ABD’nin teröre karşı aldığı önlemlerden bir diğeri ise, ilk kez belgede belirtilen ‘önleyici müdahale’ kavramıyla kendisi göstermektedir. ABD bu kavramla, teröre karşı bir önlemin alınması için direkt bir saldırı olmasını ya da tehdidin doğmasını beklemeyeceğini ifade etmektedir. "ABD doğrunun ve özgürlüğün hamisi olarak dünyanın herhangi bir yerine bu değerlere (insan hakları, özgürlük, demokrasi) yönelik her türlü tehdidi henüz oluşma aşamasındayken yok etme hakkını kendisi için değil, bütün özgür dünya için kullanacaktır. Uluslararası terörizme karsı savaş, demokratik değerlerin ve demokratik hayat nizamının savaşıdır”[40] Bu durum ABD’nin Soğuk Savaş döneminden beri takip ettiği ancak saldırıya uğradığı durumlarda savunma amaçlı karşı saldırıya geçme stratejisinden kesin bir dönüştür[41]. Üstelik bu yeni kavram Birleşmiş Milletlerin ‘meşru müdafaa’ kavramıyla da zıt düşmektedir. Çünkü bu hakkın kullanılabilmesi için öncelikle ülke topraklarına direk bir saldırı gereklidir. Bir tehdit ihtimali karşısında bile bu hakkın işleme konulamayacağı BM tarafından ifade edilmiştir. Bu stratejinin özellikle önem verdiği konulardan biri teröristler ve ‘serseri devletler’den (rogue states) yönelen tehditlerdir. ABD’ye yönelik belirsiz terörist saldırıların sayılarında meydana gelen artış dünya çapındaki terörist örgütlenmelerin komuta-kontrol, iletişim, maddi destek ve finansmanlarını yok etmeyi öngören bir kampanya başlatılmasını sağlamıştır. Bu kampanyanın en önemli yanı ise, uluslararası bir işbirliğini öngörmesidir. Terörizmi yok edebilmek için istihbarat, kolluk kuvvetleri ve askeri yardım anlamında işbirliği kaçınılmazdır. Ancak gerektiğinde ABD yalnız da hareket edebilecektir.[42] ABD’nin oluşturmak istediği küresel güce en önemli destek BM’den gelmiştir. BM Güvenlik Konseyi çıkardığı bir karar tasarısıyla, uluslararası terör örgütlerinin ve bunlara yardım edenlerin mali kaynaklarının dondurulmasına karar vermiştir. ABD tarafından sunulan bu karar, BM’nin 7. bölümü kapsamına alınmış ve böylelikle uyulması zorunlu hale getirilmiştir.[43]ABD, teröre karşı gerçekleştireceği müdahalelerde silahlı kuvvetleri oldukça dikkatli kullanmalıdır. Gereksiz veya yanlış kuvvet kullanımı, ABD’nin kendini koruyamadığı düşüncesini doğurmanın yanı sıra, cihat ve şehitlik inancının propagandası yoluyla terörizmin daha da artış göstermesine neden olabilecektir. Ulusal Güvenlik Stratejisi çerçevesinde Amerikan ordusunda da birtakım değişimler hedeflenmektedir. Terörizmin yanı sıra ABD’nin nükleer ve kitle imha silahları ile siber tehditlerin de tehlikesi altında bulunması, ABD ordusunun kendisini değişen ortamın ortaya çıkardığı bu yeni tehditlere göre de ayarlamasını zorunlu hale getirmiştir[44]. Ordu kendini değişen ortama ve çeşitlenen tehditlere karşı sürekli bir yapılanmaya tabi tutacaktır. Gelişen teknolojiyle birlikte tehditlerin de çeşitlenmesi ABD’yi alarma geçirmiştir. ABD’nin en büyük korkularından biri kitle imha silahlarıdır. Teröristlerin kitle imha silahlarını kullanma olasılığına karşılık yeni ve daha etkin ortak vurucu güçlerin oluşturulması ABD için bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu amaç çerçevesinde ABD’nin önerisi terörizme karşı savaş veren bütün devletleri ortak bir füze savunma sistemi içerisinde birleştirmektir. Karşı-terörizm ve yurt savunması çerçevesinde alınması gerekli görülen bütün bu önlemlerin bütçeye ciddi yansımaları olmaktadır. Örneğin; 2000 yılında terörizmle mücadele için 10 milyar dolar, bunun altyapısının sağlanması için ise 11,4 milyar dolarlık bir harcama yapılmıştır. Harcamaların tespiti konusunda diğer bir önemli husus ise savunma (anti-terörizm) ve saldırıya (karşı-terörizm) eş miktarda finansman sağlanmasıdır.[45]ABD terörle mücadeleye 2003 yılı bütçesinde 45 milyar dolar ayırmıştır. ABD’nin 2003 yılı savunma bütçesi ise 401 milyar dolardır.[46] ABD, yaşadığı olay sonrasında acil durumlar karşısında ordunun tüm sınıflarının hareket ve müdahale kapasitesinin arttırılması gerektiğini görmüştür. Bunun yanı sıra ordunun uzun vadeli hedeflerinin tek bir başlık altında toplanması ve ABD ordusunun dünyanın çeşitli ülkelerine çok fazla yayılmamasının gerektiğine karar verilmiştir. 11 Eylül sonrasında, Bush yönetimi ABD ordusunun temel önceliğinin yurt savunması olduğunu vurgulaması bunun en iyi göstergesidir. ABD ordusunun barışı koruma, istikrar, güvenlik ve işbirliği konularında dünya çapında göstereceği iradenin büyüklüğü bu noktada önem arz etmektedir. Yaşanan değişimin en iyi örneği ise, ABD’nin Avrupa’da kurulacak bir ‘Acil Müdahale Gücü’ne karşı çıkmamasıdır. Balkanlar’da ilerde çıkması muhtemel sorunlara kendi kuvvetlerini gönderip ordusunu anakaradan uzaklaştırmak istemeyen ABD, kurulacak ‘Acil Müdahale Gücü’[47] ile buraları kontrol etmek istemekte ve bu arada da kendi ülkesini savunmasız bırakmamayı hedeflemektedir. Başkan Bush yaptığı bir açıklamada, ‘Kuvvetlerimiz, potansiyel düşmanların ABD'nin gücüne denk olabilmek yada onu geçebilmek ümidi taşıyan askerî yapılanmaları engelleyecek güçte olacaktır.’[48]demektedir. Avrupa ve Balkanlarda tüm yetkiyi Acil Müdahale Gücü’ne vermek yerine çok önemli olaylar yaşanması durumunda NATO’yu devreye sokmayı hedeflemesi, kendi askeri hegemonyasını yıkacak bir devletin belki de Avrupa’da doğmasından endişe ettiğinin bir göstergesidir. Dolayısıyla ABD dünyadaki askeri denetimini tam anlamıyla bırakma niyetinde görülmemektedir. 4.c. 11 Eylül Saldırılarının ABD Son Dönem Bütçe Tasarısı Kalemlerine Yansımaları 11 Eylül terör saldırısının günümüze değin mali etkilerini ve yansımalarını değerlendirebilmek için 2005 ABD Bütçe Tasarısı’nı ele almak doğru olacaktır. Bu şekilde 2001 yılından bugüne ne tür adımların atıldığı ve bunların finanse edilmesi için ne tür programların ortaya konulduğu incelenecektir. ABD son dönem bütçesinde 11 Eylül saldırısının en açık etkileri sigorta programları ve yurt savunması fonu kalemlerinde görülmektedir. Çalışmanın bu bölümünde söz konusu kalemler değerlendirilecektir.[49] 4.c.i. Sigorta Programları 11 Eylül sonrası bir çok özel sigorta şirketi, sigorta poliçelerine terörizm ve savaş gibi güvenlikle ilgili unsurları koymayı reddetmişlerdir. Bunun başlıca sebebi, 11 Eylül’ün yaratmış olduğu maliyetin söz konusu şirketlerin bir seferde tüm sermayelerini yok edecek kadar büyük olmasından dolayı, özel sektörün güvenlik temelli yatırımlara girmekten uzak durmasıdır. Bunun sonucunda Federal Hükümet söz konusu risklere karşı gereken sigorta işlemlerini kendisi yapmaya veya piyasada halen hizmet vermekte olan sigorta şirketlerini bu amaç için sübvanse etmeye mecbur kalmıştır. Federal Hükümet’in bu çabası ‘Terör Risk Güvencesi’ (Terrorism Risk Insurance Act) adlı yasada kendini göstermiştir. 26 Kasım 2002’de çıkarılan yasayla, 11 Eylül saldırıları sonrası piyasadan çekilen çok sayıdaki sigorta şirketinin yaratmış olduğu ekonomik zararı gidermeyi hedeflenmektedir. 11 Eylül sonrası sigorta şirketlerinin piyasadan çekilmeleri ciddi bir belirsizlik meydana getirmiş ve bu nedenle sigorta işlemlerinin maliyeti yükselmiştir. Yasada ortaya konulan programa dahil olan şirketler gelecekte oluşabilecek bir terör saldırısında zarar gördüklerinde yasada ortaya konulmuş olan miktar kadar tazmin edilebileceklerdir. Bu tazminat sigorta şirketinin yetersiz olduğu koşulda hazine tarafından, 100 milyar doları geçmediği sürece karşılanacaktır. Havayolları ve hava taşımacılığında belirebilecek benzer bir riske karşı ise Ulaştırma Bakanlığı kısa vadeli bir önlem almıştır. 2002 Yurt Savunması Yasası, havayolları için Savaş Riski Yasası’nı da içermektedir. Buna göre sigorta poliçeleri, yolcuları / mürettebatı ve uçakla taşınan malları da kapsayacak şekilde 2003 Ağustos ayına kadar uzatılmıştır. Poliçeler 4 milyon dolardan 80 milyon dolara kadar olabilecek ve bunların takibinden de Hava Yolları Sigorta Dönüşüm Fonu sorumlu olacaktır. Bu fon 2003 yılında 125 milyon dolarlık bir sermayeye erişmiştir, ödeyebileceği maksimum miktar ise 218 milyon dolardır. Bunu aşan tutarları Federal Hükümet karşılayacaktır. 4.c.ii. Yurt Savunması Fonu 11 Eylül saldırısı ile giderek artan bir biçimde endişe duyulan terör tehdidine karşı önemi gittikçe artan kalemlerden biri de, Yurt Savunması Fonu’dur (Homeland Security Fund). 2002 Yurt Savunması Yasası’nın 889. bölümü bütçe içerisinde özel bir Yurt Savunması Fonu oluşturulmasını öngörür. Buna göre devlet yapılanmasının her aşamasını içeren bir harcama cetveli oluşturulmuştur. Fon içindeki harcamalar ikiye ayrılmaktadır: Federal ve Federal olmayan harcamalar. Federal Harcamalar* Harcamaların bu bölümü, Federal Hükümet’in yürütme organının yurt savunmasına ilişkin harcamalarını içerir. Her 3 yıllık bütçe oluşturma sürecinde İdare ve Bütçe Komisyonu, tüm federal birimlerin yurt savunması için gerekli harcamalarını tespit eder. Bu konudaki kalemlerin belirlenmesi için Yurt Savunması Yasası’nda belirtilen öğelere uygun bir şekilde her federal birim kendi gereksinimlerini İdare ve Bütçe Komisyonu’na iletir. 11 Eylül sonrasında yurt savunması giderleri, tahmin edilebileceği üzere ciddi bir artış göstermiştir. 2005 yılı için öngörülen yurtiçi savunma giderleri, 47.4 milyar dolardır, yani 2004 yılına göre 6.1 milyar dolarlık bir artış (yüzde 15) öngörülmüştür. Bu artış, federal yönetim düzeyindeki 32 birimin tamamında fark edilmektedir. En fazla artışın görüldüğü birimler ise Yurt Savunması, Güvenlik, Sağlık Hizmetleri, Adalet ve Enerji bölümleridir. Yurt Savunması Fonu’ndaki son dönemde görülen değişiklikleri belirtmek için, bazı federal departmanların 2003-2005 bütçelerindeki harcamalarının karşılaştırılması uygun olacaktır. Tablo 2. Ulusal Stratejinin Görev Alanlarını Oluşturan Kalemlerin Yurt Savunması Bütçesinden Aldığı Paylar Birim 2003’te Yürürlüğe Konan 2003’te İlave Edilen 2004’te Yürürlüğe Konan 2005’te Talep Edilen İstihbarat ve İhbar 125.1 86.0 268.7 474.1 Sınır ve Ulaştırma Güvenliği 15.170.8 1.859.0 15.322.5 17.074.6 İç Karşı Terörizm 2.509.2 522.6 2.994.1 3.419.8 Kritik Altyapıların ve Anahtar Varlıkların Korunması 12.893.1 388.3 12.571.0 14.060.0 Büyük Çaplı Tehditlere Karşı Savunma 2.428.4 201.1 2.827.2 3.358.2 Acil Yardım Ve Mukabele 3.873.2 2.272.0 7.132.5 8.802.4 Diğer 118.3 ............... 191.1 196.5 Toplam 37.118.2 5.329.0 41.307.1 47.385.7 Kaynak: The Budget of the U.S., FY 2005 Online via GPO Access[wais.access.gpo.gov] İstihbarat ve bildirim görev alanları terör tehditlerini tespit etmeyi ve bunları ortadan kaldırmayı hedefler. 2005 bütçesinde, bu konudaki fonların büyük bir kısmı Yurt Savunması Departmanı’na sevk edilmiştir (yüzde 61). Bunlar daha çok veri analizi ve kritik altyapıların korunması için kullanılacaktır. Büyük oranda pay alan diğer birimler ise, sırasıyla şu oranları almışlardır: Adalet Bakanlığı (yüzde 19), FBI ve İstihbarat (yüzde 15). Tablo 3 İç Karşı Terörizm Fonu (Milyon Dolar) Departmanlar 2003’te Yürürlüğe Konan 2003’te İlave Edilen 2004’te Yürürlüğe Konan 2005’te Talep Edilen Yurt Savunması Departmanı 1.012.6 171.7 1.246.2 1.410.1 Adalet Departmanı 1.455.0 350.8 1.677.7 1.938.3 Ulaştırma Departmanı 1.0 ……………….. 21.0 21.0 Hazine Departmanı 40.6 ……………….. 45.2 46.0 Sosyal Güvenlik Yönetimi ………………. ………………. 4.0 4.4 Toplam, İç Kontr Terörizm 2.509.2 522.6 2.994.1 3.419.8 Kaynak: The Budget of the U.S., FY 2005 Online via GPO Access[wais.access.gpo.gov] Adalet Bakanlığı ile FBI ve Yurt Savunması Departmanları 2005 Bütçesi’nden iç karşı-terörizm konusunda en fazla payı alan birimledir. Bu üçü 1.9 milyar dolar ile bütçenin yüzde 57’sine sahip olmuşlardır. Buna göre, iç karşı-terörizme ayrılan fonda 2004 yılına göre yüzde 14’lük bir artış meydana gelmiştir. Karşı-Terörizmle ilgili olarak en ciddi çalışmayı yapan FBI, analitik kabiliyeti yükseltmek, saha çalışmalarını kuvvetlendirmek için 2005 yılı bütçesinde 1.3 milyar dolarlık ek bir fon da elde etmiştir. Federal Olmayan Harcamalar Federal olmayan harcamaları oluşturan özel sektör harcamalarında 11 Eylül sonrasında bazı değişiklikler yaşanmıştır. Öncelikle saldırılar sonrasında, özel sektörde hem işlemlerinin güvenliğini garanti altına alabilmek hem de çalışmalarının herhangi bir terör tehdidi altındayken de devamlılığını sağlayabilmek için bilişim sistemlerine bir kayış yaşanmıştır. Bu şekilde, ciddi bir saldırı gerçekleştirilmiş olsa da, işlemlerine normal şartlarda olduğu gibi devam edebileceklerdir. Ancak özel sektörün ulusal güvenlik harcamalarını merkezi veya federal hükümetinkiler gibi kalem kalem ortaya koymak kolay değildir. Bunun en önemli sebebi; özel sektördeki firmaların büyük bir kısmının, federal ve merkezi hükümetten farklı olarak güvenlik harcamalarını diğer harcamalarından ayıracak bir bütçe sisteminin olmayışıdır. Bu nedenle özel sektörün ulusal güvenlikle ilgili harcamalarını içerecek genel bir organize bilgi sistemi yoktur. Diğer yandan güvenlik harcamaları firmaların bütçelerinde ayrı bir kalem olarak ortaya konsa da, her firmada bu aynı bütçe sistemiyle ortaya konulamadığı için, verileri tek tip başlıklar halinde belirtmek de kolay olmayacaktır. Bu sebeple bazı harcamaların iki defa sayılabilmesi ihtimali vardır. Genel olarak bakıldığında, devlet birimlerinde olduğu gibi özel sektör departmanlarında da 11 Eylül sonrası güvenlik harcamaları artış göstermiştir. 4 d. 11 Eylül Sonrası Çıkarılan Önemli Yasalar Amerika Birleşik Devletleri terörist saldırılar sonrasında ciddi bir güvensizlik ve korku yaşamaya başlamıştır. Bu korkunun en büyük göstergesi saldırıların hemen ertesinde çıkarılan ve oldukça sert düzenlemeleri içeren yeni yasalardır. Söz konusu yasal düzenlemelerin geniş bir alana yayılmış olması ABD’nin hemen hemen her alanda hukuksal denetimi arttırarak kontrol mekanizmasını genişletmek ve etkinleştirmek istemesinin bir göstergesidir. 11 Eylül’ün yasalar çerçevesinde getirdiği en önemli değişiklik yürütmenin yetkilerinin terörle daha etkin mücadele edebilecek şekilde genişletilmesi ve kanun koruyuculardan yana birtakım düzenlemelere gidilmesidir. Yapılan yasal düzenlemeler sonrasında tüm savunma birimleri iç güvenliğin sağlanmasına yönelik faaliyetlerine hız vermişlerdir. Çıkarılan yasaların büyük bir kısmı, kamu güvenliğini arttırıcı önlemler, istihbarat edinimi ile ilgili tedbirler, acil durum planları, terör karşıtı ve karşı-terör/terör önleme tedbirleri ile sınır ve liman güvenliğini kapsamaktadır. Diğer bir kısmı ise saldırıda hayatını kaybeden insanların anısını yaşatmayı ve saldırı sonrasında bölgede çalışmış olan kurtarma/güvenlik güçlerini onurlandırmayı, ayrıca saldırılarda hayatlarını kaybedenlerin geride bıraktığı eş ve çocuklarının maddi ve manevi ihtiyaçlarını gidermeyi amaçlamaktadır. Yasalar 11 Eylül sonrası ortaya çıkabilecek başka terörist faaliyetler için de düzenlemeler getirmektedir. Bunlar oluşabilecek yeni terör saldırılarına karşı maddi ve manevi birtakım düzenleyici tedbirleri ele alan; Mali Anti-terörizm Yasası, Terörizm Risk Korunması Yasası ve 11 Eylül Kurbanları için Vergi Muafiyeti Yasası gibi yasalardır. Afganistan’a yapılacak operasyonla ilgili de, Afganistan’ı Özgürleştirme Yasasının yanı sıra bir takım bildirimlerde ortaya konulmuştur. Söz konusu yasalar içerisinde ABD’nin güvenliğini sağlamayı amaçlayan başlıca yasalar şu şekilde özetlenebilir: Terörizmi Engellemek ve Durdurmak için Gereken Uygun Araçları Sağlayarak ABD’yi Birleştirmek ve Güçlendirmek Yasası. (Patriot Yasası)[50] 11 Eylül terör saldırılarının arkasından saldırılara zemin oluşturduğu gerekçesiyle gündeme gelen iki temel konu vardır. Bunlardan birincisi, ABD’deki sivil hak ve özgürlüklerin çok olması nedeniyle bu özgürlük ortamının teröristlere eylemlerini hazırlayabilmek ve uygulayabilmek için rahat bir ortam sunduğu düşüncesidir. Bu nedenledir ki, 11 Eylülde gerçekleştirilen terörist saldırılar ABD hükümeti yetkililerinin özgürlüklerin sınırlarına yönelik bir takım sorgulamalarda bulunmalarına neden olmuştur. Hükümet güvenlik adına özgürlüklerden yana bir takım kısıtlamalara gidilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Amerikan Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Sandra Day O’Connor, “Önümüzdeki dönemde ülkemizde daha önceden hiç görülmemiş ölçüde kısıtlamalara şahit olacağız... bu durum telefonların gizlice dinlenmesi, göçmenlikle ilgili yasaların yeniden gözden geçirilmesine neden olabilir”[51]diyerek anayasada yapılacak sınırlamaların ilk sinyallerini vermiştir. Saldırılar sonrasında ABD kamuoyunda gündeme gelen ikinci husus ise, istihbarat birimlerinin yeterli bilgi ve donanıma sahip olmamaları ve bu birimler arasında düzgün bir istihbarat akışının sağlanmaması nedeniyle ipuçları verilen 11 Eylül saldırılarının önlenemediği görüşüdür. Şüpheli telefon görüşmelerini dinlemekle görevli Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) 11 Eylül’de bir saldırı düzenleneceğine dair bir Arapça bant kaydettiği ancak bu bandın tercümesinin saldırılardan sonra çevrildiğinin iddia[52]edilmesi, FBI ve CIA’e yönelen tepkilerin daha da artmasına neden olmuştur. Gerek sivil özgürlüklerin kapsamı gerekse istihbarat birimlerinin görev yeterliliklerinden yana varolan şikayetler, Bush yönetiminin yeni bir yasal düzenleme yapmasına neden olmuştur. Yapılan yeni düzenlemeler sonucunda 2 Ekim 2001 tarihinde Vatanseverlik Yasası (Provide Appropriate Tools Required to Intercept and Obstruct Terrorism – Patriot-) yürürlüğe konulmuştur. Patriot yasası dört temel uygulama alanına sahiptir. <LI class=MsoNormal style="MARGIN: 0cm 0cm 0pt; TEXT-ALIGN: justify; tab-stops: list 36.0pt; mso-list: l3 level1 lfo3">Bilgi edinimi ve paylaşımı <LI class=MsoNormal style="MARGIN: 0cm 0cm 0pt; TEXT-ALIGN: justify; tab-stops: list 36.0pt; mso-list: l3 level1 lfo3">Ceza hukuku ve uygulaması konusundaki prosedürler: Yasa ceza kanununda yapılan düzenlemelerle terör suçlularını araştırma, tutuklama ve cezalandırma hususlarında yasa uygulayıcılarının yetkilerini arttırmayı hedeflemektedir. <LI class=MsoNormal style="MARGIN: 0cm 0cm 0pt; TEXT-ALIGN: justify; tab-stops: list 36.0pt; mso-list: l3 level1 lfo3">Terör bağlantılı suçların cezalarının sertleştirilmesi. Sınır kontrolü ve göçmenlik prosedürleri: Göçmen bürolarının yabancıları soruşturma ve gerektiğinde sınır dışı edebilme yetkilerini arttırmaktadır[53]. Yasa, federal kanunların uygulanması, güvenlikten sorumlu birimlerin terör örgütlerinin alt yapılarını zayıflatabilmeleri için gerekli araçların sağlanabilmesi ve düzenlemelerin yapılmasını öngörmektedir. Patriot yasası çıkartılmadan önce FBI kendisi bir konuda araştırma yapmak üzere yetkilendirilmedikçe o konu üzerinde çalışamamakta, söylem ve politik görüşe dayalı herhangi bir soruşturma yapamamaktaydı. Bunun yanı sıra FBI, büyük jürinin bilgilerini veya gizlice dinlenen telefon kayıtlarını da diğer istihbarat birimleriyle paylaşmaya yetkili değildi. Patriot Yasası ile FBI’a bu bilgileri diğer istihbarat birimleriyle paylaşma yetkisi verildi[54]. Bunlara ek olarak yasa ile yürütme ve yargı organlarının izleme ve alıkoyma yetkileri genişletilmekte; hükümete herhangi bir politik grubu ‘terörist’ olarak tanımlama olanağı verilmektedir. Öte yandan, ev ve işyerlerinin habersiz aranmasını yasallaştırmakta ve kişilere ait finans, sağlık, eğitim kayıtlarına izinsiz giriş yetkisinin yanı sıra; telefon dinleme ve Internet üzerindeki iletişimi izleme alanlarında da yürütmeye geniş yetkiler tanımaktadır. Yasa ile hükümet her alanda olduğu gibi teknoloji alanında da denetimi arttırmaktadır. Özellikle bilgisayar teknolojilerinin hızla gelişmesi teröristlerin teknolojik imkanları kullanarak istihbaratı oldukça zor olan yeni saldırılar düzenleme ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Özgürlükleri ciddi oranda kısıtlaması nedeniyle yasa, çeşitli çevrelerden tepki görmüştür. Yasanın geniş denetim ekseninden kütüphane ve kitapçılar da etkilenmektedir.[55] Örneğin bir polis herhangi bir kitapçıya ya da kütüphaneye gelip bir müşterinin hangi kitapları aldığını ya da okuduğunu öğrenme hakkına sahiptir. Bu şekilde, kişiler hakkında okuduklarını kullanarak bir takım veriler elde edinilmesi amaçlanmaktadır. Özellikle ölüm cezasına çarptırılacak suçların çerçevesinin genişletilesi ve Başkan Bush’un, 11 Eylül saldırılarının ikinci yıldönümünde yaptığı konuşmasında, terörizmi finanse edenlere karşı ölüm cezalarını desteklediğini bildirdiği açıklaması,[56] ABD’nin onu özgürlükler ülkesi yapan dinamiklerden giderek uzaklaştığının bir kanıtı niteliğindedir. Patriot yasası Amerikan yaşam tarzına getirmiş olduğu ciddi sınırlamalarla hem içte hem de dışarıda sert tepkilerle karşılaşmıştır. Kendisinin önemle vurguladığı ve bir çok ülkeye yaptığı müdahalelerde eksikliğini gerekçe olarak gösterdiği temel hak ve özgürlükler yasa ile ABD tarafından üstelik kendi ülkesi içerisinde sınırlamalara tabi tutulmaktadır. ABD bu yasaya gerekçe olarak içinde bulunulan terör ortamını göstermektedir. Aslında insan hakları alanında uluslararası garanti getiren bir çok anlaşma doğabilecek bir takım istisnai durumlar karşısında devletlerin sivil ve siyasal haklar alanında barış zamanındaki uygulamalarına paralel olmayacak bir takım sınırlamalar getirmelerinin mümkün olduğunu kabul etmektedir. Ancak burada dikkat çeken husus ABD’nin özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda uygulamış oluğu çifte standarttır. ABD terörle mücadele eden ne ilk ne de tek devlettir. Dolayısıyla bu durum diğer devletlere de aynı şartlar altında aynı uygulamaya başvurma hakkı vermektedir. Bu noktada Türkiye’nin PKK ile mücadelesi sırasında uygulamaya koyduğu ‘olağanüstü hal’ uygulamasının ABD’nin tepkisini çekmiş olmasını uygulamadaki çifte standart olarak yorumlamak doğru olacaktır. Bu tedbirler bir yandan Amerikan halkını alışık olmadığı bir yaşam tarzına sürüklemekte diğer yandan da ‘hukuk devleti’ imajına zarar vermektedir. Amerikan Başkanı ‘düşman savaşçı’ (enemy combat) ilan ettiği kişileri her türlü haktan yoksun tutmakta, işlediği suç konusunda ne kendisine ne ailesine bilgi verilmesini yasaklamakta ve hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olan yargı yetkisini de elinden almaktadır.[57] Sadece Amerikan vatandaşı olmayanların ‘düşman savaşçı’ ilan edilmeleri de dikkat çeken bir diğer noktayı oluşturmaktadır. Çünkü bu durum terörist tanımlamasını kendi içinde yapmakta ve her türlü terör eyleminde Müslüman ya da Arap kökenli yani ‘bizden’ kavramının dışındaki kişileri potansiyel suçlu kabul etmektedir. Nitekim bu durum hukuk devletinin ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Teröristleri Finanse Eden Güçlerle Mücadele Yasası[58] 11 Eylül saldırıları sonrasında, teröristlerin maliyeti gün geçtikçe artan eylemlerini nasıl finanse ettikleri sorusuna verilecek cevap önem kazanmaya başlamıştır. Terörü önleyebilmek için alınacak en önemli tedbirlerden biri, terörist örgütlere giden para akışını kesmek suretiyle örgütsel eylemlerin etkinliği ve yıkıcılığını azaltmaktır. ABD, bu amaca yönelik olarak 24 Eylül 2001’de ‘Teröristleri Finanse Eden Güçlerle Mücadele Yasası’nı çıkartmıştır. ABD Başkanı tarafından ortaya konan yasayla, teröristleri destek fonlarından koparmayı amaçlamaktadır. Ayrıca hazine, harcamalarının bir kısmını terörist örgütlenmelerin finansal desteklerini ortadan kaldırmak için kullanacak, terör örgütlerine destek veren birimleri, kişileri, kurumları ve hatta ülkeleri tespit ederek bunlarla olan hukuki ilişkilerini donduracaktır. Terörizmin mali altyapısını ortadan kaldırmayı hedefleyen bu yasa ile küresel terörizmle bağlantılı tüm kişi ve kurumların etkisiz hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Yasa sadece ABD’de değil tüm dünyada teröre verilen mali desteğin kesilmesini hedeflemektedir. Bu amaç içinde, Orta Doğu başta olmak üzere dünyadaki tüm finansal kuruluşlara terör örgütlerine mali desteği kesmeleri konusunda bildirimlerde bulunulması karara bağlanmıştır. Adı geçen yasayla terörist örgütlere yönelik bir takım kararlar almakla kalınmamış, oluşturulan indeksle hangi örgütlerin terör örgütü sayıldığı da somutlaştırılmıştır. Terörizme Karşı İç Güvenliği Sağlama Yasası ( 2001 ABD Yasası)[59] Yasanın temel amacı, ABD ve dünya üzerinde gerçekleşecek diğer terörist saldırılara karşı kolluk kuvvetlerini güçlendirmek suretiyle terör eylemlerini caydırmak ve cezalandırmaktır. Yasa özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında artan kimyasal silah tehdidine karşıda önlem alınmasının gerekliliğini vurgulamaktadır. Bunun bir sonucu olarak, terör eylemleri için kullanılacak kimyasal silahlar ve teknolojik yapılanmaların kurulmasının engellenmesi, her türlü elektronik ve taktik istihbarat gereçlerinin ortadan kaldırılması yasa ile hükme bağlanmaktadır. Bu amaçla, bunu sağlayabilecek ve gereken yetkilerle donatılmış bir görevli de atanacaktır. Bu görevlinin yetkileri, görev sınırları ve uyması gereken kurallar yasada açık bir biçimde ortaya konulmaktadır. Bu amaçla gerekli her tür dinleme ve istihbarat çalışmaları söz konusu birim ve yetkilinin görev alanına girmektedir. Bu çalışmaların finanse edilebilmesi için bir Karşı-terörizm Fonu’nun oluşturulacağı da yasada belirtilmektedir. Yasa özellikle kritik altyapılara gelebilecek bir terör tehdidine karşı geniş çaplı bir bilgi paylaşımı sitemi kurmayı da hedeflemektedir. Bu yapı ilgili Eyalet ve Federal birimler arasında kurulacak bir iletişim sistemini gerektirmektedir. Yurt Savunmasında Etkin Olarak Kullanılacak Özel Bir Birimin Kurulması Konusundaki Kurucu Yasa[60] 8 Ekim 2001 tarihli yasayla, yurt savunması konusunda Başkana yardım ederek kapsamlı bir ulusal strateji oluşturacak ve bunun uygulanması için gereken misyonları örgütleyecek bir birimin kurulması amaçlanmaktadır. Kurulan bu birim, yürütme organıyla birlikte çalışacaktır. Birim hem yerel hem de federal düzeyde gereken bilgileri edinebilmesi için, ulusal ve uluslararası seviyede yetkilerle donatılacaktır. Görüldüğü üzere yasa, yeni kurulacak bu birime istihbarat edinme konusunda geniş yetkiler verilmesini amaçlamaktadır. Bu sayede ABD’ye yönelebilecek herhangi bir terör saldırısına karşı ülkenin hazırlıklı olma oranı arttırılmakta, ABD’nin kritik altyapıları/enerji üretim ve nakil hatları/ iletişim birimleri ve nükleer enerji santrallerinin korunabilmesi sağlanmaktadır. Ayrıca birim, Ulusal Ekonomik Konsey ile de bir arada çalışarak bir terör saldırısının ekonomik ve mali anlamda ciddi bir etki yaratmasını engellemekle görevlidir. Son olarak, yasaya göre birim, Bütçe İdare Birimi ve Yurt Savunması Departmanı yöneticileriyle konuşarak hazırlayacağı operasyonları için gerekli olan harcama kalemlerini Bütçe Tasarısı Komisyonuna sunmakla yükümlüdür. Birimin görev alanları ve verilen yetkiler dikkate alındığında birimin kurulmasının nedenlerinden birinin de, 11 Eylül saldırıları sonrasında istihbarat birimlerinin yeterince iyi çalışmadıkları ve/veya yetersiz oldukları yolunda çıkan söylentilere bir son vermek ve bu alanda çalışan kurumları kuvvetlendirmek olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. ABD terörle mücadelede istihbaratın ne derece önemli olduğunu yasa ile bir kez daha dile getirmektedir. Askeri Kuvvet Kullanımına Yetki Verme Yasası[61] 18 Eylül 2001 tarihli yasa Amerikan ordusuna; ABD vatandaşlarına ve ülkesine karşı girişilecek bir terörist eylemde kuvvet kullanma konusunda yetki vermekte, ABD’nin meşru müdafaa hakkını kullanabileceğini de tekrar gündeme getirmektedir. Yasanın dikkat çekici noktalarından biri de, ABD Başkanının yetkilerini 11 Eylül eylemlerine doğrudan veya dolaylı yoldan iştirak etmiş kişi, kurum, kuruluş, ulus veya ülkelere karşı gerekli ve uygun güç kullanımı hususlarında arttırmıştır. Operasyona Hazır Askeri Birliklerin Savunma ve Ulaştırma Bakanlığının Emriyle Harekete Geçirilmelerini Öngören Yasa[62] Bu yasa Savunma ve Ulaştırma Bakanlarına, ABD kurucu yasasının 10. maddesinde geçen yetkilere ek olarak ABD’ye gerçekleştirilebilecek herhangi bir terör saldırısı durumunda kara, deniz ve hava kuvvetlerine bağlı harekete hazır birliklerden istediklerini operasyona geçirebilmelerini öngörür. Buna göre ilgili birimlerde görevden ayrılmış olan personel de gerektiğinde tekrar göreve çağrılabilecektir. Bunun yanı sıra, Savunma ve Ulaştırma Bakanları bu yasa ile yetkilendirildikleri alanlarda alacakları kararlar için ABD Başkanının onayına ihtiyaç duymayacaklardır. 2002 Mali Yılı İçin Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası[63] Yasa silahlı kuvvetlerin personel gücünün arttırılması ve Savunma Bakanlığının 2002 yılı bütçesinden alacağı payları belirtmek amacıyla hazırlanmıştır. Yasa çok çeşitli alanlarda yeni düzenlemeler getirmektedir. Yasayla düzenlenen başlıca konuları şu başlıklar altında toplamak mümkündür: oSilahlı Kuvvetler personelinin yetkilendirilmesi, buna bağlı ordu programları ve bu konudaki araştırma, geliştirme, değerlendirme birimlerinin kuvvetlendirilmesi. oBalistik füze savunma sistemi. oHava Kuvvetleri’nin 21. yüzyıla uygun gelişiminin denetlenmesi. o Yasada ortaya konulan birimlerarasında koordinasyonun sağlanması ve bu birimlerin eğitimlerinin denetlenmesi. oİlgili hususların gerçekleştirilmesi için gerekli harcamaların yapılacağı bir fon oluşturulması. Hava Taşımacılığı Güvenliği ve Sistem İstikrarı Yasası[64] Bilindiği gibi 11 Eylül sonrasında ABD’de en ağır darbeyi alan sektör hava ulaşımı olmuştur. Bu yasa, öncelikle saldırılardan zarar gören bu sektörü yeniden canlandırmayı, beraberinde de ABD hava ulaşım sistemini terörist saldırılara karşı korumayı amaçlamaktadır. 22 Eylül 2001’de çıkarılan yasa öncelikle hava yolu taşımacılığına olan kamu inancını sağlamlaştırmak için Başkan’a 3 milyar dolarlık bir harcırah sunmaktadır. Ayrıca yasaya göre, ABD Başkanı gerekli gördüğü takdirde federal kredilendirme araçlarını kullanarak ve Federal Kredi Reform Yasası’na uygun olarak, hava taşımacılığında gereken istikrarı sağlayabilmek için 10 milyar doları geçmeyecek şekilde bir sübvansiyon kullanmaya yetkili kılınmıştır. Bu hak, hava taşımacılığı yapan araçlar için 5 milyar dolardır. Söz konusu sübvansiyonların dışında, bir de hava taşımacılığı İstikrar Kurulu oluşturulacaktır. Bu kurul, federal kredilendirme araçlarının uygun bir şekilde kullanılıp kullanılmadığını denetlemekle yükümlüdür. Yasa ayrıca, hava taşımacığında meydana gelebilecek riskler için oluşturulacak bir fondan gereken sigorta giderlerinin karşılanmasını da öngörmektedir. 11 Eylül’de zarar gören kişilerle ilgili hükümler de yasada yer almaktadır: Alınan karara göre, 11 Eylül terör saldırısından fiziksel zarar gören kişi veya kişilerin kendilerine ve yakınlarına gereken yardımların yapılması ve bu amaca yönelik olarak ‘11 Eylül Kurbanları Tazmin Fonu’nun oluşturulması karara bağlanmıştır. Sonuç 11 Eylül saldırıları, gerek ABD gerekse dünya kamuoyunda daha önce yaşanan bir çok terörist saldırıya oranla oldukça geniş yankılar bulmuştur. Bu oluşumda terörizm olgusunun, çoğu devletin sorunu haline gelmiş olmasının yanı sıra, 11 Eylül saldırılarının muhatabının ABD olması da kuşkusuz çok önemli bir etkendir. Saldırılar sonrasında Amerikan yönetimi terörle mücadele kapsamında ulusal ve uluslararası boyutta iki farklı yol izlemiştir. Uluslararası boyutta terörle mücadele yollarından biri olan uluslararası alanda işbirliği arayışına girilmesi bu anlamda olumlu bir gelişme niteliğindedir. Ancak bu arayışın, terörizmle mücadeleyi büyük oranda Afganistan müdahalesi ve sonrasında yaşanan Irak Savaşı ile sınırlı tutması, terörle mücadelenin söz konusu çabaların gerçek hedef olmadığı izlenimini yaratmaktadır. Öte yandan ABD’nin terörle mücadele için 11 Eylül sonrasında uygulamaya koyduğu yeni yasal düzenlemeler de, bu varsayımı desteklemekte ve ABD’nin uluslararası alanda atacağı adımların ulusal düzenlemelerle meşru kılınmasını sağlamaktadır. Eylül 2002’de yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejisinde vurgulanan “önleyici müdahale” kavramı ABD’ye henüz saldırı gerçekleşmeden mevcut bir tehdit durumu yada ihtimaline karşı harekete geçebilme yetkisi vererek bunu kanıtlamaktadır. Öte yandan ABD, yaptığı yeni yasal düzenlemelerle uluslararası alanda attığı adımları meşrulaştırmaya çalışırken diğer yandan da halkın saldırılara göstermiş olduğu tepkiye paralel olarak yaptığı yasal düzenlemelerle bu tepkileri hafifletmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede; idari, kurumsal ve mali bir takım yeni yapılanmalara gidilmiş, yapılan yeni düzenlemelerle yürütmenin yetkileri arttırılmıştır. Bu bağlamda, kamu güvenliğini arttırıcı önlemlerin yanı sıra karşı terör tedbirlerini içeren yeni düzenlemeler de yapılmıştır. Fakat çıkarılan yasalar içerisinde özellikle “Patriot” yasası uluslararası alanda ciddi tepkiler toplamıştır. Temel hak ve özgürlükler ve demokrasi gerekçesiyle diğer ülkelerin terörle mücadele girişimlerine yer yer müdahalelerde bulunan ABD, bu yasa ile benzer hak ihlallerini kendisi de yapmaya başlamıştır. Bu durum ABD’nin savunuculuğunu yaptığı değerleri gerçekten ne kadar benimsediğinin ve terörle mücadelede temel hak ve özgürlüklerin konumunun yeniden sorgulanmasına yol açmıştır. Terörün çok uluslu bir kaynaktan beslendiğinin kabul edildiği günümüzde, bu sorunun tek tek ulusal bazda atılacak adımlarla çözümlenmesi pek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla terörizm sorununun, çözümlenmesinde uluslararası işbirliği bir gerekliliktir. Söz konusu işbirliği terörle mücadelede tek tek devletlerin ulusal yasalarında bir uyumlaştırmaya gitmeleriyle sağlamlaştırılabilir. Böylelikle bir devletin bir başka devleti kendi sınırları içinde gerçekleştirdiği terörle mücadele girişimlerinde eleştirme yada müdahale etme hakkı ortadan kalkmış olacaktır. Bu bağlamda ABD’nin yaptığı iç düzenlemeler, müzakerelerle geliştirilip eksiklikleri giderilebilir ve çoğunluğun kabul edebileceği bir şekle dönüştürülebilirse terörle mücadelenin üzerinde uzlaşılmış ulusal boyutta uygulanacak ortak yasal bir zemine kavuşulması sağlanabilir. * Didem YAMAN: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi. E-mail: [email protected] Bu çalışma ilk olarak Uluslararası hukuk ve Politika (UHP) dergisinde yayınlanmıştır. USAK'tan yazılı izin alınmaksızın hiç bir şekilde çoğaltılamaz. Kısa alıntılar ve atıflarda lütfen şu künyeyi kullanınız: Didem Yaman, '11 Eylül Sonrasında ABD: Algılamalar, Psikolojik Yansımalar, yasal Düzenlemeler', Uluslararası Hukuk ve Politika (UHP), Kış-İlkbahar 2005, Cilt: 1, Sayı: 1-2, ss. 117-142. [1] İrlanda Sorunu ve terör konusunda bkz.: Sedat Laçiner, İngiltere, Terör, Kuzey İrlanda Sorunu ve İnsan Hakları, (Ankara: Asam yayınları, 2001); J. B. Bell, The Secret Army: The IRA, 1916-1979, (Dublin: The Academy Pres, 1979); R. Buckland, A History of Northern Ireland, (Londra: 2000); Tim Pat Coogan, The IRA, (Londra: Harper Collins Publishers, 1995). [2] Terör ve 11 Eylül saldırılarıyla ilgili detaylı değerlendirme için, bakınız, Ian O. Lesser, Bruce Hoffman, John Arquilla, David F. Ronfeldt, Michele Zanini, Brian Michael Jenkins, Countering The New Terrorism, (RAND, 1999); Brian Michael Jenkins, Terrorism: Current and Long Term Threats, (RAND, Kasım 2001); Bruce Hoffman, ‘Re-thinking Terrorism in Light of a War on Terrorism’, (RAND, Eylül 2001); Bülent Gökay, R.J.B. Walker (Edt), 11 Septenber 2001 War, Terror and Judgement, (Keele European Research Centre, 2002); Ali Tahran, Dünyada ve Türkiye’de Terör, (Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 2002) [3] El Kaide ve terör hakkında daha ayrıntılı bilgi için bakınız, Bruce Hoffman, Al Qaeda, Trends in Terrorism and Future Potentialities: An Assessment, (RAND: 2003); Brian Jenkins, Countering al Qaeda: An Appreciation of the Situation and Suggestions for Strategy, (RAND: 2002); Paul K. Davis, Brian Michael Jenkins, Deterrence and Influence in Counterterrorism: A Component in the War on Al Qaeda, (RAND: 2002); Ruth Wedgwood, ‘Al-Qaeda, Military Commissions and American Self Defense’, Political Science Quarterly, Vol.117, No.3, 2002, ss. 357-373; Daniel Benjamin and Steven Simon, ‘Al-Qaeda’s Dangerous Metamorphosis’, The Los Angeles Times, November 11, 2002; Michael Elliott, ‘Al-Qaeda: Back on The Attack’, Time, October 28, 2002; Jason Burke, Al-Qaeda: Casting a Shadow of Terror, (I.B. Tauris: June 26, 2004); Dr.Sharad S. Chauhan, The Al-Qaeda Threat,(APH Publishing Corp: January 1, 2003); Ben Venzke and Aimee Ibrahim, The al-Qaeda Threat: An Analytical Guide to al-Qaeda's Tactics & Targets,(Tempest Publishing: January 2, 2003); Scott Atran, ‘Combating Al Qaeda's Splinters: Mishandling Suicide Terrorism’, The Washington Quarterly,, 27(3), Summer 2004, ss. 67-90. [4] Dünya Ticaret Merkezine 1993’te gerçekleştirilen saldırı hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız, Russell Watson, Douglas Waller, Bob Cohn, Lucille Beachy, ‘The Hunt Begins’, Newsweek, Vol. CXXI, No: 9, Mart 1993, ss. 18-22 [5] Brian Micheal Jenkins , Terrorism: Current and Long Term Threats, (RAND: November 2001) [6] PKK konusunda bkz. İhsan Bal ve Sedat Laçiner, Ethnic Terrorism in Turkey and the Case of the PKK: Roots, Structure, Survival, and Ideology, (Londra: Frank Cass, 2004); Sedat Laçiner ve İhsan bal, ‘The Ideological and Historical Roots of the Kurdist Movements in Turkey: Ethnicity, Demography, and Politics’, Nationalism and Ethnic Politics, Vol. 10, No. 3, Autumn 2004, ss. 473-504; İhsan Bal, Prevention of Terrorism in Liberal Democracies: The Case Study of Turkey, yayınlanmamış doktora (PhD) tezi, University of Leicester (İngiltere), 1999. [7] Ruhsar Müderrisoğlu, ‘11 Eylül İle Birlikte Yeni Dünya Düzenine (!) Doğru’, içinde Osman Metin Öztürk (Der), Uluslararası Terörizm ve Dış Politika, (Ankara: Biltek Yay., 2002), ss. 17-20; The Uniting and Strengthening America by Providing Appropriate Tools to Intercept and Obstruct Terrorism Act of 2001 (USA Patriot Act), H. R. 2975, September 2, 2001 [8] D.J. Farley, My Fellow Americans: Looking Black on Red Tuesday, In Seraton, P., Beyond September 11 An Anthology of Dissent, (London: Pluton Press, 2002); Laçiner, İngiltere… [9] Osman Metin Öztürk, ‘11 Eylül’deki Saldırı Sonrasında Uluslararası Terörizmin ve Terörle Mücadelenin Yeni Yüzü’, içinde Öztürk (Der), Uluslararası…,s. 33. [10] İhsan Bal ve Sedat Laçiner, ‘Küresel Terörle Mücadelede ABD Güvenlik Politikalarının Türkiye’nin İç Güvenliğine Yansımaları’, içinde Tülin Günşen İçli ve Fatih Karaosmanoğlu, Uluslararası Polislik ve İç Güvenlik , (Ankara: Nobel Yayın, Şubat 2003), ss. 107-121 [11] Bu bölümün hazırlanmasında CNN, Washington Post, Daily Time, Time, The Guardian, ve Hürriyet ve Radikal Gazeteleri arşivlerinden yararlanılmıştır. [12] http://www.september11news.com/DailyTimeline.html [13] Pakistan, ABD’ni sunduğu delilerin olaylarla Bin Ladin’in bağlantısı olduğu konusunda onu suçlamak için yeterli olduğunu açıklayan ve ABD’ye destek veren ilk Müslüman ülke olması bakımından dikkat çekicidir. [14] http://www.september11news.com/DailyTimeline.html [15] ‘NBC’de de Şarbon Çıktı’, Radikal, Ekim 13, 2001 [16] ‘Şarbonlu Dehşet Satırları’, Radikal, Ekim 25, 2001 [17] www.september11news.com/DailyTimeline.htm [18] Theda Skocpol, ‘Will 9/11 and The War on Terror Revitalize American Civic Democracy?’, Political Science & Politics, Vol. 35, Issue 03, September 2002, ss. 537-540 [19] J. Bliss-Holtz, ‘Helping Children Cope with Tragedy’, Comprehensive Pediatric Nursing, 25(1), ss. 1-2 [20] P. K. Barbe, ‘Humor in a Time of Crisis: A Pentadic Analysis of the Responses of David Letterman and Jay Leno to the Events of September 11’, National Communication Association, 2002 [21] J. Maronet, ‘A Survey of New Year Sermons’, European Judaism, 35(1), 2002, ss. 4-29 [22] Larry Powell and William R. Shelf, ‘Personalized Fear, Personalized Control and Reactions to the September 11 Attacks’, North American Journal of Psychology, Vol. 6, No. 1, 2004, ss. 55-70 [23] Patrick Martin, ‘Three Killed as Racist Attacks Increase in US’, 21 September 2001 [24] Thomas Hargrove, ‘Muslim Americans Suffer Terrorist Backlash’, Scripps Howard News Service, September 13, 2001 [25]‘Bush Denounces Muslim Harassment’, September 17, 2001, http://www.cnn.com/2001/US/09/17/gen.hate.crimes/ [26] Emrah Ülker, ‘Amerika ‘Big Brother’ Toplumu Olma Yolunda Hızla İlerliyor’, Zaman, 17 Ocak 2003 [27] ‘ABD’de Hedef İslam’, Radikal, 17 Temmuz, 2003 [28] ‘Özgürlük Bol Geldi’, Radikal, 31 Ağustos, 2002 [29] ABD’de ‘terörle mücadele’ adı altında başlatılan kampanyaların insan hakları ihlallerine etkisi konusunda ayrıca bkz.: Mary Beth Sheridian, ‘U.S.: Bias Against Muslims Up 70%’, Washington Post, 3 May 2004; Gerard Panaro, ‘September 11 Doesn’t Justify Discrimination Against Muslims, Arabs, Others, BankersOnline.com, 23 February 2004; Kenneth Roth, Human Rights, the Bush Administration, and the Fight against Terrorism: The Need for a Positive Vision, (HumanRights Watch Publication, 2003); Human Rights Watch, “Opportunism in the Face of Tragedy: Repression in the name of anti-terrorism” (http://www.hrw.org/campaigns/septemb...h.htm#Zimbabwe); [30] Hasan Kösebalan, ‘Yeni Amerikan Güvenlik Doktrini ve Uluslararası İlişkiler’, 2023 Dergisi, Kasım 2002, ss. 34-38. [31] Richard Brennan, ‘Protecting the Homeland Insight From Army Wargames’, (RAND Arroyo Center: 2002) [32] Army Homeland Security Strategy Planning Guidance: Coodinating Draft Office of Deputy Chief Of Staff, Headquarters Department of Army, (Eylül, 2001) [33] Eric V. Larson, John E. Peters, Preparing the U.S. Army for Homeland Security: Concepts, Issues, and Options, (RAND Arroyo Center: 2001) [34] Jeremy Shapiro ve Lynn E. Davis, ‘The New National Security Strategy’, Jeremy Shapiro & Lynn E. Davis (ed.), The U.S. Army and the New National Security Strategy , (RAND: 2003) [35] David S.C. Chu and Nurith Berstein, ‘Decisionmaking For Defense’, Stuart Johnson, Martin Libicki & Gregory F. Treverton (Edt.), New Challenges, New Tools for Defense Decisionmaking, (RAND: 2003) [36] The National Security Strategy of the United States of America; Seal of the President, September, 2002. http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.html [37] Beril Dedeoğlu, ‘ABD’nin 21.Yüzyıl Stratejisi ve Olası Küresel Etkileri’, 2023 Dergisi, Kasım 2002, ss. 26-32 [38] Diğer destekçi ülke Pakistan’dır. Müslüman bir ülke olan Pakistan’ın , Bin Ladin tarafından İslamiyet’e karşı başlatılmış olduğu iddia edilen bir harekete destek vererek ABD’nin yanında yer alması hem ABD’nin elini Bin Ladin’in iddiaları karşısında güçlendirmekte hem de değişen dengelere güzel bir örnek teşkil etmektedir. [39] Dedeoğlu, ‘ABD’nin 21.Yüzyıl…,’ ss. 26-32 [40] ‘Bush Promises to Pre-empt Terrorist Plans’, The Washington Times, 2 Haziran 2002, s. 7 [41] Kösebalan, ‘Yeni Amerikan…’, ss. 34-38 [42] The National Security Strategy of the United States of America, September, 2002. http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.html [43] Yalçın Sarıkaya, ‘11 Eylüldeki Saldırı ve Uluslar arası Politika Bağlamında Terörün Geleceği’, Osman Metin Öztürk (Der), Uluslararası Terörizm ve Dış Politika, (Ankara: Biltek Yay., 2002), ss. 79-86 [44] Biyolojik Terör ile ilgili ayrıntılı bilgi için, bakınız, Maurice Eisenstein & Brian K. Houghton, ‘Bioterrorism: Homeland Defense’, (RAND: Ekim 2000) [45] Larson ve Peters, Preparing The U.S. Army…ss. 92-95 [46] Ayşe Hür, ‘Terör, İslam ve Amerika’, Radikal, 7 Aralık, 2003 [47] Birgül Demirtaş-Coşkun, ‘11 Eylül Sonrası ABD: Süper Güç Yeni Politika Arayışında’, Avrasya Dosyası BM Özel, Cilt: 8, Sayı: 1, Yaz 2002, ss. 292-298 [48]‘Bush Promises to …,’, s. 30 [49]‘Budget of the United States Government’, Analytical Perspectives, Fiscal Year 2005, ss. 75-111 * Federal ve Federal olmayan harcamalara ilişkin yapılan değerlendirmeler ve kullanılan veriler için bakınız; Analytical Perspectives, Budget of the United States Government, Fiscal Year 2005, Page 25-39, The Budget of the U.S., FY 2005 Online via GPO Access, wais.access.gpo.gov [50] The Uniting and Strengthening America by Providing Appropriate Tools to Intercept and Obstruct Terrorism Act of 2001 (USA Patriot Act), H.R.2975, October 2, 2001. [51] New York Times, September 29, 2001. [52] ’11 Eylül Bantlarda’, Radikal, Haziran 9, 2002. [53] David Teather, ‘Civil Libertarians Prepare to Fight Bush over Tougher Anti-Terror Laws’, The Guardian, September 15, 2003. [54] Ruth Wedgwood, ‘AL Qaeda, Military Commissions, and American Self Defense’, Political Sciene Quarterly, Vol. 117, Number 3, 2002. [55] Nuriye Akman, ‘Cemal Kafadar: ‘Amerika’nın Gidişatı, Türkiye’deki Özgürlük Tartışmalarını Bir Adım Geriye Götürebilir’, Zaman Gazetesi, 12 Nisan 2004, s. 23. [56] David Teather, ‘Civil Libertarians Prepare to Fight Bush over Tougher Anti-Terror Laws’, The Guardian, September 15, 2003 [57] Zühtü Arslan, ‘11 Eylül Leviathan Döndü’, Radikal, Eylül 12, 2002 [58] Fact Sheet on Terrorist Financing Executive Order, September 24, 2001 [59] USA Act of 2001, S. 1510, Calendar No.187, October 4, 2001. [60] Executive Order Establishing Office of Homeland Security Executive Order, October 8, 2001. [61] Joint Resolution for Authorization for Use of Military Force , P. L. 107–40, 115 Stat. 224, September 18, 2001 [62] Federal Register, Vol. 66, No. 181, September 18, 2001, Presidential Documents [63] National Defense Authorization Act for Fiscal Year 2002, H.R. 2586, July 23, 2001 [64]Air Transportation Safety and System Stabilization Act, P. L. 107–42, 115 Stat. 230, September 22, 2001 |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|