04-24-2014, 21:52 | #1 |
tasavvuf düşüncesinin oluşumu
tasavvuf düşüncesinin oluşumu
Tasavvuf, VIII. yüzyılın ortalarında oluşan IX. yüzyılın sonlarına doğru kurumsallaşan bir disiplindir. Tasavvuf; insanı, Allah’ı sevmek ve davranışlarında Allah’ın hoşnutluğunu amaç edinmeye yönlendiren dini akımdır. Tasavvufun asıl kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. Tasavvuf yoluna koyulan insana mutasavvıf veya sufi(sofi) denir. Hz. Peygamber zamanında çeşitli eğilimlere sahip olan sahabeler vardı. Bunlardan bir kısmı ilim öğrenmeye, bir kısmı dini tebliğe, bir kısmı cihada, bir kısmı yöneticiliğe daha fazla ilgi duyarken bir kısmı ibadete daha çok önem veriyor, uhrevi kurtuluş üzerinde yoğunlaşıyorlardı. Başta ilk dört halife ve aşerei mübeşşere olmak üzere Osman b. Maz`ûn, Mus`ab, Ammâr, Habbâb, Bilâl, Suhayb, Selmân, Ebû Zer, Mikdâd, Muaz, Ebü'd-Derdâ, Huzeyfe, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr sahâbenin abid ve zahitleri olarak tanınmışlardı. Daha sonraki dönemlerde yaşayan abit, zahit ve dindar Müslümanlar her zaman bunları örnek almışlardı. Tasavvuf zincirinin ilk halkaları bunlardı. Daha sonra eklenen yeni halkalarla bu silsile günümüze kadar gelmiş, bu halkalardaki âlim ve zahitler İslam'ın ilim, ihlâs, takvâ, ihsan, his, heyecan ve züht anlayışını yaşayarak çağımıza taşımışlardır. Bu dönemde özellikle yeni Müslüman olanlar, ibadete, kalp temizliğine, haramlardan kaçınmaya, kötülüklerden uzak durmaya ve insanlarla olan ilişkilere son derece önem vermişlerdir. İlk dönemde inananların hayatları sade ve tertemiz bir dini yaşam içersinde geçmiştir. Onlar, Allah’ın huzurunda büyük bir sorumluluk duygusu içinde hareket ederek, söz ve davranışlarına dikkat etmişlerdir. Hasan Basri ve Rabiatül Adeviyye gibi tanınmış sufiler bu dönemin devamında ortaya çıkmışlardır. Tasavvufi düşüncenin kurumsallaşması IX. yüzyılın sonlarına doğrudur. Tasavvufi teşkilatlanmanın başlangıcını gösteren ilk belirtiler, dini sohbet ve zikir için bir araya gelen Müslümanların oluşturduğu sohbet halkalarıdır. Zamanla özellikle bazı devlet yöneticilerinin adaletsiz yönetimleri, siyasi çıkarlar, servet düşkünlüğünün artması, iç karışıklıklar ve dinin özünden çok dış görünüşüne önem veren uygulamalar sonucunda, bazı Müslümanlar, kendilerini toplumdan soyutlayarak tamamen zikre ve dini sohbetlere yöneldiler. Dünya hayatının dışlanıp sadece ahirete yönelik ibadet etmeyi ilke edinen sufi düşünce, hicretin üçüncü yüzyılında ortaya çıkmıştır. Zinnun Mısri ve Beyazıd Bistami bu dönemin en ünlü sufileridir. Bu dönem mutasavvıflar ile kelamcılar arasında yoğun dini tartışmaların yaşandığı dönemdir. Tasavvuf, 12. yüzyılın sonlarından itibaren, tasavvuf geniş kitleler üzerinde kendini hissettirmiştir. Tarikat, bireyi Allah’a götüren yollardır. Tasavvufi bir oluşum olan tarikatlar, bir alimin etrafında oluşmuşlardır. Bu dini önderlere şeyh adı verilir. Şeyhe tabi olan kimselere ise mürit denir. Tasavvufun üzerinde durduğu ana konu, aşktır. Sufi’ye göre, varlıkların tamamında Allah’ın Cemal (güzellik) sıfatının eserleri bulunmaktadır. Bu yüzden, Yaratılan her şey, Yaratan’dan ötürü sevilmelidir. Sevgiyle bağlanılması gereken asıl varlık, Yüce Allah’tır. Tasavvufi sohbetler hicrî VI. (XII.) asırda daha düzenli, daha disiplinli bir kuruma dönüştü. Bu örgüte tarikat denildi. Selçuklular ve Osmanlılar zamanında ise Mevlevîliğin yanı sıra Anadolu'da Hacı Bektâş-ı Velî'ye (ö. 670/1271) nispet edilen Bektâşiyye, Hacı Bayrâm-ı Velî'ye (ö. 833/1429) nispet edilen Bayramiyye, Aziz Mahmud Hüdâî'ye (ö. 1038/1628) nispet edilen Celvetiyye gibi tasavvuf ekolleri oluştu. Bundan başka Ahî Evran diye bilinen Şeyh Nasîrüddin (ö. 660/1262) Kırşehir'de Ahilik teşkilâtını kurdu. Fütüvvet ehli Anadolu'da birçok şehirde örgütlendi. 1071'de Anadolu fethedildikten sonra Irak'tan, Suriye'den, daha fazla da Horasan'dan gelen gazi dervişler, alperenler ve Horasan erleri İslâmiyet'in Anadolu'da ve Balkanlar'da yayılmasında etkili oldular. Tasavvufi düşünce Türk toplumunun kültürel, manevi, edebi ve dini yaşamı üzerinde çok önemli etkileri olmuştur. Sufiler ise; Türklerin Müslüman olmalarında ve Anadolu’nun İslamlaşmasında önemli rol oynamışlardır. Bütün bilim dallarında ve kurumlarda olduğu gibi tasavvufta da zaman zaman asıldan uzaklaşmalar ve bir takım sapmalar olmuştur. Bozulmanın temel sebebi liyakatsizlik ve cehalettir. Babadan oğula intikal eden şeyhlik anlayışı, liyakatsiz ve ehliyetsiz kimselerin kolayca şeyhlik makamına oturmalarını sağlamış, bu da tabii olarak bozulma sürecini hızlandırmıştır. Tasavvufi oluşumlardaki asıl amaçlardan uzaklaşma neticesinde, Atatürk tarafından tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Tasavvuf veya tasavvufi düşünceler İslam’la özdeşleştirilemez. Bunlar, İslam’ın bir rengidir. Bunlar, mutasavvıfların görüşleri etrafında şekillenen ve zamanla kurumsallaşan dini ekollerdir. Bazı tasavvufi terimler MUTASAVVIF: Gafletten uzak olarak her an Hakk'ı zikreden, kalbini manevi kirlerden temizleyen ve Allah’tan başka her şeyi gönlünden çıkaran, ruhunu Hakk'ın zikri ile süsleyen tasavvuf ehline mutasavvıf denilir. MÜRŞİT: Tasavvuf yolunda kendisinden önceki yetkili kişinin manevi izni ile insanları irşat eden, doğru yolu gösterip yetiştiren ve kemale getiren yani olgunlaştıran tasavvuf terbiyesine ehil kişiye mürşit denilir. Mürşidin olgunluğuna işaret eden bir terim ise "mürşîd-i kâmil"dir. SİLSİLE: Tasavvufi yolların hepsinde günümüzdeki mürşitten Hz. Peygamber’e kadar ulaşan bir manevi zincir söz konusudur. Bu zincirin tarihsel olarak sağlıklı oluşu tasavvufi feyiz ve bereketin intikalinde çok önemlidir. Bir tasavvuf yolunun sağlamlığının en büyük delili sahih bir silsileye sahip oluşudur. MÜRİT: Tasavvuf yolunda bulunan, bir mürşide intisap ederek seyr-ü sülûk ile manevi makamlarda yol almak suretiyle cemal mertebelerine ulaşmak yolunda irade izhar eden demektir. ZİKİR: Zikir, her işte Allah’ı hatırlamak, zihinde tutmak, yâd etmek, unutmamak ve anmak, kendini gafletten kurtarmak, kulun Allah’ı dille ve kalple anması anlamında Kur’an kaynaklı bir tasavvuf kavramıdır. Gaflet de Allah’ı unutmak demektir. Mutasavvıflara göre gerçek zikir, Allah’ı çok sevmek, O’ndan nasıl korkulmak gerekiyorsa öyle korkmaktır. EDEP: Her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi muamelede bulunmaktır. Sünnet üzere yani Peygamberimizin buyurduğu ve davrandığı gibi hareket etmek, hatâya düşmekten sakınmak anlamına gelir. Terbiye ve güzel ahlaka da edep denir. |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|