|
Köşe Yazıları Beğendiğimiz yada kendi yazdığımız köşe yazılarını paylaşabiliriz. |
Seçenekler | Stil |
12-15-2009, 16:23 | #1 |
türk halkının birbirinden tuhaf halleri
İstanbul’un boğaza kıyısı olan ilçelerinden birinde büyük bir hastanede doktor olan bir arkadaşım geçtiğimiz aylarda bana, “Size şaşıracağınızı düşündüğüm birşey söyleyeyim. İlçede semt pazarı kurulduğu gün hastanenin polikliniklerine başvuran hasta sayısı yüzde 60-70 civarında azalıyor. Özellikle emekliler ve yaşlılar hastanelere ciddi bir sağlık sorununa bağlı olmaksızın, vakit geçirecek sosyal bir meşgale olarak geliyorlar” dediğinde hakikaten şaşırmıştım. Doktor kuyruğunda diğer hastalarla hasbihal etmeyi bile vakit geçirecek sosyal bir meşgale olarak görmek, gidip kuyruğa girmek, ilaç yazdırmak nasıl bir haldir?
Doktor tavsiyesinden daha çok, konu komşunun “ben kullandım çok iyi geldi” sözüne itibar etmek, öyle ki, konu komşunun sözünü ettiği rahatsızlık diğerinde olmasa da, madem o kullanmış iyi gelmiş, ben de gidip bir görüneyim” demek nasıl bir iştir? Nitekim geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan bir araştırmaya göre, reytingi yüksek diziler sırasında acil servisler bile boşalıyormuş. İzmirli acil servis hekimlerinin yaptığı bir araştırmaya göre, akşam saatlerinde acile başvuran saatlik hasta sayısı ortalaması zirveye ulaşıp 49’u bulurken, özellikle perşembe geceleri yayınlanan dizilerin olduğu saatlerde bu oran 17’ye kadar düşüyormuş. Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniği’nden Dr. Özge Duman Atilla, Dr. Deniz Oray, Dr. Olcay Gürsoy, Dr. Erhan Düzenli ve Dr. Nilay Tefennioğlu tarafından gerçekleştirilen ve Antalya’da düzenlenen 5. Türkiye Acil Tıp Kongresi’nde sunulan araştırma, televizyon izleme çılgınlığının sağlığımızı ne ölçüde etkilediğini ortaya koyuyor. Araştırma çerçevesinde, 1 - 31 Mayıs 2009 tarihleri arasındaki bir aylık süre boyunca 24 saat içinde acile başvuran hasta sayıları kaydedilmiş ve saat başına başvuran ortalama hasta sayıları hesaplanmış. Bu verileri programların günlük reyting oranlarıyla karşılaştırınca, ortaya ilginç bir tablo ortaya çıkmış. Normalde geceleri acil servise başvuran hasta oranı yüzde 49 iken, bu oran reytingi yüksek dizilerin yayınlandığı gecelerde düşüşe geçmiş. En büyük fark Perşembe geceleri yayınlanan dizilerde kendini göstermiş. Perşembe geceleri acil servise gelen hasta oranı yüzde 17'ye kadar gerilemiş. Kahveciler Odası’ndan yapılan bir başka açıklamada da, kahvehanelere ilginin azalmasında, her akşam televizyonlarda yayınlanan onlarca dizinin büyük etkisi olduğunun altı çizilmişti. Dallas kuşağından günümüz nesline... Dünyanın dört bir yanındaki insanların sıradan birer diziymiş gibi izlediği tüm yapımlar aslında bilinçli birer senaryonun ürünüdürler. Onlarla verilmek istenen ve propagandası yapılan belli mesajlar vardır. Örneğin gece soaplarının (dizilerinin) ilk örneğini oluşturan ve modern bir masal havası içinde başlayan Dallas, Hollywood film tarzında çekilmiş en görkemli ve en lüks bir yapımdı. Dizide yer alan masalımsı zenginlikteki Ewing ailesinin fertleri Southfork çiftliğinin verandasında kahvaltı ederek “mutsuz, büyük ve zengin bir aile imajı” içinde yaşamaktaydılar. Dizinin en önemli özelliklerinden birisi, sıradan insana gerçek yaşamda kapalı tutulan zengin şatolarının kapısını aralaması ve bu kapının gerisinde, o insanlarca çok merak edilen bir yaşam biçimini, “hay Allah, onlar bizden de mutsuzmuş” dedirtecek şekilde gözler önüne sermesiydi. Vahşi kapatilizmin acımasızlığı içinde zenginle fakir arasındaki uçurum süratle açılırken, yoksul kesimler, “onlar çok zenginler ama bakın nasıl da mutsuzlar” mesajı verilerek bir terapi yanılsaması ile avutuluyorlardı. Dallas ve diğer soaplarda en fazla dikkat çeken konular, kadının aile ve toplumdaki konumu, cinselliği ve aile mitleri ile ilgili olmasıydı. Örneğin Sue Ellen, Dallas’taki rolü ile ataerkil aile anlayışının kurallarını yıkan bir kadını temsil etmekteydi. Çünkü oğluna bakmayı, onu besleyip büyütmeyi reddetmekte, özel ve iş yaşamında neyi nasıl yapması gerektiğine kendisi karar vermekteydi. Yine Dallas’ta aile kurumunun işleyiş biçimi ilginç özellikler taşımaktaydı. Örneğin evlilik ve mutlu yaşam hemen tüm oyuncular tarafından sürekli arzulanmasına rağmen kalıcı evlilik ve mutluluğu pek azı gerçekleştirebilmekteydi. Oysa egemen aile mitine göre, mutlu bir evlilik ve mutlu bir aile yaşamı ataerkil aile anlayışının en temel ilkelerinden biriydi. Dallas, doğrudan kapitalizmin rationel’ini açıklamaya yaramaktaydı. 1980’lerin ilk çeyreğine kadar yayınlanan Dallas dizisi Yunanistan’da toplum ahlakını zedelediği için yasaklanınca, dizinin bağımlısı Yunanlılar Türkiye’ye yakın adalara geçerek antenlerini İzmir’deki TRT vericilerine çevirmişti. Yıllarca Amerikan televizyonlarında ve gösterildiği çeşitli Avrupa ülkelerinde Dallas dizisinin en büyük rakibi olan ve bazı ülkelerde birinci sıraya yerleşerek Dallas’ın ikinciliğe düşmesine neden olan Hanedan (Dynasty) dizisi de, Carrington ailesinin dertlerini, göz kamaştıran yaşamlarını, aşklarını, ihtiraslarını, güce olan tutkularını konu alan bir yapımdı. Bu filmde de ortaya konulmak istenen bir Amerikan ailesiydi. Bu ailede erkekler, imparatorluklar alıp satacaklar, sevdiklerini en pahalı armağanlarla sevindireceklerdi. İnanılmaz derecede güzel ve çekici olan kadınlar ise en şık giysilerle her zaman göz kamaştıracaklar, ancak bir süs bebeği olmayıp zengin ve güçlü erkelerin yanında güç ve iktidar mücadelesine onlar da katılacaklardı. Her iki dizi de bencillik kurgusu üzerine kurulmuştu. Para ve seks düşkünlüğü iki dizinin de temel unsuruydu. Dizideki karakterlerin yatak odasında geçen olayların borsada değişikliklere neden olması, bu gerçeği gözler önüne sermekteydi. Çeyrek asırdan fazla yayınlanan Yalan Rüzgarı dizisi de, AIDS, alkolizm, gençlik sorunları, plastik cerrahi gibi sosyal ve psikolojik pek çok konuyu işlemiş, içinden çıkılmaz hale gelmiş aşk maceralarıyla Dallas’ı, Hanedan’ı aratmayacak duruma gelmişti. Bu konuya daha sonra devam etmeyi düşünüyorum. Yazıma, Akşam’dan Atılgan Bayar’ın, Türk dizilerinin içler acısı halini anlatan “Kiminle yatacağını şaşırmış aile kadınları” başlıklı yazısından alıntı ile bitirelim: “Aliye'de, kadın zalim kocası ile iyi kalpli sevgilisi arasında gidip gelir... Sıla'daki kadın ise şehirli eski nişanlısıyla doğulu Boran ağa arasında... Bir Bulut Olsam'da Narin, psikopat amcaoğlu ile diğer alternatifler arasında sıkışır... Asi'de, sadece Asi değil, kız kardeşi de 'esas sevdikleri' ile diğer seçenekler arasında her nedense, gidip gelmek zorundadır... Hatırla Sevgili'de ise kadın, aralarında gidip geldiği erkeklerden birinin çocuğunu ondan habersiz doğurur, ancak başka birini o çocuğa baba yaptıktan sonra, eskisine dönebilir... Aşk Yakar'daki kadın, nikahtan önce kendisini terk eden adamı vurur, kendisine sahip çıkan savcı ile unutamadığı eski sevgilisi arasında gel gitler yaşar... Dudaktan Kalbe, sevmesini bilmeyen bir adamın hikayesi olmaktan çıkar; başrol kadını, kemancı ile dayı oğlu arasında gidip gelmekten perişan olur... Aşkı-ı Memnu'nun Bihter'i yaşlı kocası ve kocasının yeğeni arasında metronom çubuğu gibi salınır. Romanda bu duruma fazla dayanamayan Bihter'in intihar etmesine rağmen, dizide bu gidiş geliş daha da uzayabilsin diye intihar olmaz... Daha fazla sayayım mı? Yoksa bu kadar örnek, Türk dizilerindeki hemen hemen bütün kadınların 'aşk' adı altında en az iki seçenek arasında gidip gelen profillere dönüştürüldüğünü; bütün erkeklerin ise boynuz parlatma yarışmalarına aday gösterildiğini anlatmak için yeterli mi?”Diziler kaçmasın diye biyolojik rahatsızlıkları için acil servise gitmeyi bile erteleyenler, evde ekran karşısında envai çeşit sosyal virüslerin etkisine maruz kalıyorlar. Ailece neler seyrettiğinizin ve yan etkilerinin farkında mısınız? Prof. Dr. Osman ÖZSOY |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|