sonforum.org

Anasayfa Facebook Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   sonforum.org > GÜNCEL HABERLER - SİYASET > SonForum Siyaset Meydanı
Kayıt ol Google Üye Listesi Market Girişi


SonForum Siyaset Meydanı Siyasetle ilgili haber,yorum,araştırma ,siyasi tartışma bölümü,siyasi serbest kürsünüz .

Yeni Konu aç  Cevapla
Seçenekler Stil
Okunmamış 07-21-2008, 12:52   #1
Kullanıcı Adı
kelebek35
Standart Kapatılacak mı? Kapatılmayacak mı?

AK Parti'nin kapatılması davasında sona yaklaşılıyor. Gerilim filmlerinde olduğu gibi, finale doğru müziğin ritmi oldukça hızlandı; yerel ve uluslararası çevrelerde davaya ilgi şu an had safhada.
AK Parti'nin kapatılması davasında sona yaklaşılıyor. Gerilim filmlerinde olduğu gibi, finale doğru müziğin ritmi oldukça hızlandı; yerel ve uluslararası çevrelerde davaya ilgi şu an had safhada. Artan ilgi, sonuç hakkında spekülasyonları da beraberinde getiriyor; hatta "siyasi falcılık" eğilimi birçok çevrede şu sıralar çok yaygın. ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi Mark Parris geçen hafta dava hakkında görüşlerini ifade ederken kumar terimleri kullanıyor ve "Bugün bahse girmek zorunda kalsaydım, AK Parti'nin kapatılması daha kesin bir bahis olurdu; ama geçen ay gizemli bir şekilde bu konuda matematiğin değişmiş olduğunu derinden hissediyorum." diyordu.

Dışarıdan başka bir oyuncu, Lehman Brothers adlı Amerikan yatırım şirketi ise, ortalıkta yaygın olan kapanma yönündeki görüsü paylaşmadıklarını ve AK Parti'nin ayakta kalma olasılığının eskiye göre şimdi daha yüksek olduğunu beyan ediyordu. Benzer şekilde, bu sayfaların yazarlarından Hüseyin Gülerce, önceleri partinin kapatılmama ihtimalinin yüzde 1 olduğunu belirtirken, şimdi, altını çizerek 'AK Parti kapatılmayacak' diyor. Diğer saygın bir yorumcu Cengiz Çandar ise, geçen haftaki köşesinde, başından beri AK Parti'nin kapatılacağına ve Tayyip Erdoğan'ın yasaklanacağına inananlar kampında yer aldığını; ama "kapatılmama ihtimali"nin, şu sırada, bugüne dek olmadığı ölçüde güçlendiği kanısında olduğunu yazıyordu. Davanın gidişatı hakkında ortalıkta dolaşan "tahminler", "bahisler", "hesaplar", "matematikler" aslında çok acı şeyleri çağrıştırıyor. Sanki, bu davanın hukukî olmaktan çok siyasi bir dava olduğu artık birçok çevrede zımni kabul görmüş durumda. Yoksa hukukta, suç da ceza da üç aşağı beş yukarı bellidir. Davanın sonucu hakkındaki ihtimaller borsa endeksleri gibi gelişmelere göre bir aşağı bir yukarı inip çıkıyorsa ve kimse sonucu kestiremiyorsa, hukukî bir davadan bahsetmek çok zordur.

Hakeme güvenmeyen kimseye güvenmez

Son cumhurbaşkanlığı seçimi ve HAK-PAR davalarında olduğu gibi, siyasi ve ekonomik havaya göre değişen hukukî kararlar "keyfîlik" doğurur, bu da vatandaşların sistemin adil ve tutarlı olduğuna dair güvenini en tepeden sarsar. Bir kez sosyal kontrat zedelenirse, toplumu bir arada tutan bağlar gevşemeye başlar ve çözülme baş gösterir. Aradaki ihtilaflarda -hem davalı hem de davacı üzerinde - vicdanları rahatlatacak adalet sağlayamayan bir hukuk sistemi bireyle devlet arasında güvensizlik doğurur. Bu da kamu otoritesini ve tarafsızlığını sarsar; kamu düzeni ve ekonomik ilişkiler tehlikeye girer. Hakemin tarafsızlığı ve tutarlılığı hakkında kuşkuya düşen bireyler, zarar göreceği kaygısıyla kimseye güvenmez ve kimseyle kontrat yapmak istemez. Halbuki, bir ekonomide finans piyasalarında işlem gören tüm kâğıtlar, banka ile borçlular arasında imzalanan tüm anlaşmalar, yazılan tüm çekler birer "kontrat"tır. İhtilaf anında hukuk sistemiyle hakkını layıkıyla alamayacağını düşünen bir kişi, kimsenin sözüne itimat etmez ve ekonomik ilişki içerisine girmez. Bu şartlarda, ekonomik ve sosyal ilişkiler sadece en yakınlarla gerçekleştirilir. Sadece yakına, yoldaşa, partidaşa, hemşeriye güvenen bir toplumda "uzak ilişkiler" gelişme, ve o dar çevreli toplumun da yarattığı ekonomi güdük olur. Böyle bir toplumda fonlar çok seyahat etmez, çünkü ya atıl tutulur ya da verimsiz bir yatırım olsa bile ancak eşe dosta verilir. "İtimat/Trust" adlı kitabında ünlü filozof Francis Fukuyama, kişiler arası güvenin bir toplumun ve ekonominin sağlıklı işlemesindeki rolünü tartışır. Orada, toplumları "yüksek ve düşük güven toplumları" diye ikiye ayırır. İlkine Almanya ve Japonya'yı, ikincisine İtalya ve Çin'i örnek gösterir. Yüksek itimat toplumlarında insanlar mevcut hukukun güçlü ve güçsüz herkesi bağladığına, titizlikle icra edildiğine inanırlar ve ekonomik ilişkilerinde cesur hareket ederler. Güven sorunu olan toplumlarda ise, "aşiret" veya "sülale" güven arz eden tek sosyal birimdir ve 'halka dışı' tüm ilişkiler azami dikkat gerektirir. Güvensizliğin hakim olduğu bu tür toplumlarda devlete de güven yoktur. Halbuki, Dünya Bankası yaptığı araştırmalarda, devlete ve hukuka güvenin hakim olduğu toplumlarda yatırımların, kişi başına gelirin ve proje kârlılığının önemli ölçüde arttığını bulmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, sosyal barış, huzur ve istikrar bir ülkede bireylerin performansını artırıyor ve o ülkeyi zenginleştiriyor. Devletle vatandaşlar arasındaki güvensizlik aslında bir yerde kültür meselesidir. Bu, bir babayla çocuğu arasındaki ilişkiye benzer. Doğu ve Batı toplumlarında bu ilişkiler çok farklıdır. Mesela, Amerika'da bir baba çocuğuna daha fazla hürriyet verir; hata yapmasına göz yumar; fazla şımartmaz; ödül ve ceza konusunda sıkı disiplin uygular; ona çok erken yaşta yetişkin gibi davranır ve her ağladığında yanına koşmaz. Türkiye'de ise, çocuklar devamlı koruma altında tutulur, her işlerine yardım edilir, evlenene kadar finanse edilir, hayatları yönlendirilir ve ağladığında hemen yanında bitilir. Çocuklarının hata yapmasından korkan ebeveynler, onların hürriyetini sınırlarlar ve onlar hakkındaki her önemli kararı kendileri almak isterler. Bu tür bir mantalite, devletle vatandaşlar arasındaki ilişkiye de pek tabii yansıyor.

Bizim gibi toplumlarda, vatandaşlar her daim "devlet baba" tarafından çocuk muamelesi görür ve bir türlü artık yetişkin olduğunu kabul ettiremez. O yüzden, halkın hata yapmaması için hürriyetleri kısıtlanır ve tercihleri çoğu zaman gerekli saygıyı görmez. Öyle ki, Ahmet Altan geçen haftaki yazısında, AK Parti'nin kapatılmasını isteyen kesimlerin, demokrasiden ve seçimlerden ümit kestiğini, çünkü halkın "aptal" ve "cahil" olduklarına inandıklarını dile getiriyor. Hatta Altan, bu ümitsizliğin halka karşı nefrete dönüştüğünü ve bunun da anti-demokratik girişimlere müsamaha ve sempati yarattığını ifade ediyor. Vatandaşlarının yetisine ve ferasetine güvenmeyen bir devlet, bütün kararları kendisi almak ve her şeyi kontrol etmek ister. Bu da güdük bir toplum ve ekonomi doğurur. Geçmişte Çin ile Avrupa'nın yaşadığı tecrübe buna örnektir. Ekonomik gelişme için gerekli bütün önemli buluşlar, mesela barut, pusula, kâğıt ve matbaa gibi, hep Çin kaynaklıdır. Çin uzun zamanlar (1400-1800) topluma güvenmeyen ve onları genelde tehlike olarak gören bir yönetim zihniyetine sahipti. Bu yüzden Çin'de devlet hep güçlü halk ise zayıf kalmıştır; önemli avantajlarına rağmen Çin ta bugünlere kadar Avrupa'nın gerisinde kalmıştır.

Aynı dönemde, Avrupa'da idareciler pragmatik davranmışlar, gittikçe güçlerini tebalarıyla paylaşmaya gitmişler, insanların kişilik haklarına saygı göstermişler, keşiflerle çıkan fırsatları tüccarlarla paylaşmışlar, komşularıyla refah için rekabete soyunmuşlar ve bunun için de kişisel buluşları ve girişimcilik ruhunu desteklemişlerdir. Çin'de ise özellikle Ming hanedanından hükümdarlar, rejimlerine karşı gerçek tehdidin dışarıda değil içeride yattığına inanmışlardır. Bu yüzden halka karşı hep mesafeli durmuşlar ve asırlarca güçlerini muhafaza etmekle uğraşmışlardır. Hatta, kendilerine tehdit arz eder diye, işadamlarının ve toplumun güçlenmesini engellemişlerdir; çünkü ekonominin gelişmesini ve piyasaların güçlenmesini kendilerine zarar olarak algılamışlardır. Daha ileri gidip, dış ticareti yasaklamışlar, sanayileşmeyi ve keşifleri engellemişler, tarım ekonomisine dönülmesini istemişlerdir. Öyle ki, bir zamanlar dünya çapında donanmaya sahip olan Çin, 16. asır ortalarında gemi yapımcılığını tamamen unutmuştur. Ming hanedanı, anlaşılan, kendileri pastadan daha büyük payı aldığı müddetçe, ülkelerinin yüzyıllar boyu geri kalmasına göz yummuşlardır.

Türkiye, son zamanlarda çok kritik dönemeçlerden geçiyor. AK Parti kapatılırsa ne olacağı önemli bir gündem maddesi. 2002'den beri AK Parti döneminde, taraflı veya tarafsız otoritelerin ifade ettiği gibi, ekonomi alanında önemli mesafeler elde edilmiştir. Bir partinin politikalarına gerekli notu verecek olan, o ülkenin hissedarlarıdır; yani vatandaşlarıdır. Bunu birkaç yolla yaparlar; mesela sandıkta siyasi görüşlerini bildirirken; ya da borsada bütün ekonomik ve siyasi şartları göz önüne alarak şirket değerlendirirken. AK Parti, 2002'den 2007'ye oylarını % 34'ten % 47'ye çıkarmıştır. Borsa şirketleri de bu süre zarfında ortalama değerini 4,5 kat artırmıştır. Ekonominin aynası addedilen borsa gösteriyor ki, AK Parti hükümetinin ilk döneminde şirketler kabaca 4 kat zenginleşmiştir. Yalnız ikinci dönemde baş gösteren siyasî ve hukukî istikrarsızlık, bu zenginliğin önemli bir bölümünü kemirmiştir.

AKP kapatılırsa ekonomi etkilenmez, diyenlere

Ekonominin en başındaki otoritelere göre, siyasî istikrarsızlığın toplam maliyeti 100 milyar dolar civarındadır (artan faizlerle Hazine zararı 20 milyar dolar; 80 milyar dolar da borsa değer kaybı). AK Parti kapatılırsa, oluşan siyasî ve ekonomik belirsizlik, elbette bu zararı tırmandıracaktır. Hiçbir şey olmaz diyenler, borsanın geçen hafta Anayasa Mahkemesi raportörünün verdiği kapatmama yönündeki olumlu raporundan sonra nasıl canlandığını ve YTL'nin dolar karşısında nasıl hızlı bir yükselişe geçtiğini unutmamalı. Ayrıca, böyle düşünenlerin, Başsavcı'nın mart ayında kapatma başvurusundan sonra, borsanın iki günde % 7,5 değer kaybı yaşadığını da ayrıca bir kenara not etmeleri gerekir.

Eski FED Yönetim Kurulu üyesi Frederick Mishkin ve Financial Times başekonomisti Martin Wolf'e göre finansal krizlerin ortak bazı öncülleri vardır: Liberalizasyon, hızlı yabancı sermaye girişi, düşük faiz, hızlı harcama, yüksek iç ve dış borçlanma, büyüyen cari açıklar, konutların ve borsaların aşırı değerlenmesi. Bu olaylar sonucu bir gün balon patlar, yabancı sermaye kaçar, döviz tırmanır, sermaye kaçışını önlemek için faizler artar, yüksek faizler ve kurlar ödenmeyen kredileri artırır, şirketlerin batmasına sebep olur, belirsizlikle beraber risk artar ve sonunda o ülkenin aktif değerleri büyük bir iskontoya tabi tutulur. Meksika, Arjantin ve Endonezya'da görüldüğü gibi ekonomik sıkıntılar, ayrıca sosyal patlamalara ve çalkantılara da sebep olabilir. Deniyor ki, Türkiye'de kapatma ve Ergenekon davaları ve siyasî belirsizliğin yüksek olmasına rağmen, ekonomi çok yara almadı. Yukarıda belirtilen kriz öncesi faktörlerin birçoğu ülkemizde şu an mevcuttur. İşlerin tepetaklak gitmesi için sadece bir kıvılcım gerekiyor. AK Parti'nin kapatılması bu işlevi görebilir.

Ortaya çıkacak yerli veya yabancı çok ciddi bir gelişme, zincirleme olarak ülkeyi tekrar içinden yeni çıktığı uçurumun eşiğine getirebilir. Bu ülkenin treni, son yıllarda küreselleşme, reformlar, teknoloji, demokrasi ve dışarı açılma vesilesiyle önemli bir hıza kavuştu. Geçmiş yıllarda sisteme yapılan anti demokratik müdahaleler saatte 20 kilometre hızla giden bir ekonomiye yapılan müdahalelerdi; dolayısıyla hasar düşük oluyordu. Şimdi ise saatte 80 kilometre yapan bir ekonomiden söz ediyoruz. Böyle bir ekonomiye yapılan herhangi bir "usulsüz" fren, sadece arkadakileri değil, öndekileri de götürür. Karar mekanizmaları "rasyonellik" üzerine bina edildiğinden, piyasalar böyle herkese zarar verecek "çılgın" birinin çıkacağını düşünmüyorlar. Dolayısıyla, yerli ve yabancı yatırımcılar olayı "şaka" gibi görüyor ve panik yapmıyorlar.

Bu noktada üzerinde kafa yorulması gereken birinci kilit soru, tren içerisinde bir intihar bombacısının olup olmadığıdır. Böyle birilerinin varlığından son zamanlarda hepimiz kuşku duyuyoruz. Yalnız, kendilerine ve herkese zarar verecek bu intihar eylemini gerçekleştirmeleri için bu kişilerin çok ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmış olması gerek. Dolayısıyla, bir göz kararması, o meş'um pimi çektirebilir. O zaman ikinci kilit soru, bu kişiler niye ta ilk başta "kuşatılmışlık" ve "umutsuzluk" duygusuna kapıldı? Karşı tarafı isteyerek veya istemeyerek bu kadar geren kesim acaba ani bir hareketle pimin çekilmesine sebep olur mu? İşte tam bu noktada, iki taraf da ellerinde "nükleer silah" bulunduran iki süper güce benziyor. Bu kadar caydırıcı güç, Nash haklıysa, ancak barış getirir.

PROF. DR. İHSAN IŞIK - ROWAN ÜNİVERSİTESİ ÖĞR. ÜYESİ/ AMERİKAN-TÜRK TİCARET ODASI BŞK.

ZAMAN
kelebek35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Sonforum'un önerileri

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz aktif değil dir.

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı


Saat: 00:51


lisanslı Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2022, Jelsoft Enterprises Ltd.
Forum SEO by Zoints
SonForum.org 2007-2025

2007-2025 © SonForum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " İletişim " kısmından bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı