04-10-2013, 19:38 | #1 |
türkiye'nin avrupa birliği serüveni
türkiye'nin avrupa birliği serüveni
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği süreci, 1963 yılında Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık anlaşması imzalamasıyla başlayan ve 1987 yılında tam üyeliğe başvurmasıyla ivme kazanan süreçtir. 1999 yılında AB üyeleri tarafından aday olarak kabul edilen Türkiye, 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başladı. Türkiye ile Avrupa Birliği'nin ilişkileri 31 Temmuz 1959'da Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na yaptığı ortaklık başvurusu ile başlar. AET Bakanlar Konseyi'nin başvuruyu kabul etmesi sonrasında 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Ankara Anlaşması ortaklık yaratan bir anlaşmadır. Bunu 1970 yılında imzalanan Karma Protokol izlemiştir. Türkiye'nin, sonradan Topluluk üyesi olan birçok ülkeden daha önce Topluluk ile ilişkilerini başlatmış olan bu iki önemli belge, o tarihlerden sonra ve 17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi sonrasında halen devam etmekte olan süreçte Türkiye–AB ilişkilerinin hukuki dayanaklarındandır[1]. Tarihçe Ana madde: Türkiye ve Avrupa Birliği kronolojisi Avrupa Birliği 25 Mart 1957 tarihinde imzalanan Roma Antlaşması'yla Avrupa Ekonomik Topluluğu adı altında doğdu. Türkiye 1959 yılında bu topluluğun bir parçası olmak için başvuruda bulundu. 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında bir ortaklık çatısı oluşturdu[2]. Bu antlaşma 12 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girdi. 12 Eylül 1980 Darbesi AET ile Türkiye arasındaki ilişkilerin dondurulmasına yol açtı. 1983 yılında çok partili seçimlerin yapılması üzerine Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiler yeniden canlandı. 14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye resmen tam üyelik başvurusunda bulundu. Avrupa Birliği'yle bütünleşmenin ilk aşaması olarak Türkiye 1 Ocak 1996 tarihinde Avrupa Birliği'yle Gümrük Birliği'ne girdi.[3] 2000'li yıllarda Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma sürecinde bir hızlanma gözlendi. 17 Aralık 2004 tarihinde Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye'nin katılma müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlamasına karar verdiler. Başlayacak müzakerelerin ne kadar sürede tamamlanacağı konusunda kesin bir karar verilmedi. 2007 yılında, Türkiye 2013 yılına kadar AB hukukuna uymayı hedeflediklerini belirtti ancak Brüksel, üyelik için son tarih olarak bunu reddetti. 2006 yılında Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso, üyelik sürecinin en az 2021 yılına kadar süreceğini belirtti. 31 Ekim 2012'de Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Almanya'ya bir ziyarette bulunarak 2023'te Türk Cumhuriyeti'nin 100. kuruluş Yıldönümünde Avrupa Birliğe'ne üyeliği bekliğini açıkça belirtmiştir. İlişkilerde ortaya çıkan sorunlar Ekonomik sorunlar Türkiye'nin 2000'li yıllarda başardığı büyüme hızı Avrupa Birliği ortalamasının çok üstünde olmasına rağmen, bütçe açığı, dış borç ve işsizlik oranları açısından Türkiye hala AB ortalamasının çok altında kalmaktadır. Bazı AB üyeleri bu yüzden Türkiye'nin henüz AB'ye katılmaya hazır olmadığı görüşündedirler. Ayrıca Türkiye'deki yüksek nüfus artış oranı da bazı AB ülkeleri tarafından sorun olarak görülmektedir. Bu büyüme hızıyla AB'ye katıldığı takdirde Türkiye 2020 yılında Almanya'yı geçerek Avrupa Birliği'nin en büyük üyesi olacak ve Avrupa Parlamentosu'nda en fazla üyeye sahip olacaktır. Bu tahminler bazı AB üyelerinde endişe yaratabilmektedir. Türkiye'nin dış ilişkileri Türkiye'nin bazı komşu ülkelerle arasındaki ilişkiler sık sık Avrupa Birliği'yle olan ilişkilerinde gündeme gelmektedir. Bu ilişkilerin başında Kıbrıs Sorunu, Türkiye-Yunanistan ilişkileri ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri gelmektedir. Türkiye'nin kültürel ve tarihsel kimliği Bazı Avrupa Birliği üyeleri Türkiye'nin coğrafi konumunun, kültürel ve tarihsel kimliğinin Avrupa Birliği'ne uygun düşmediğini öne sürmüşlerdir. Avrupa Birliği'nin şu anki üyelerinin hepsi nüfuslarının çoğunluğu Hıristiyan olan ülkelerdir. Avrupa Birliği'ne katılması halinde Türkiye, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ilk Avrupa Birliği üyesi olacaktır. AB'de buna karşı olarak sürülen görüş ise AB'nin bir Hristiyan kulübü olarak ortaya çıkmasının yanlış olduğu görüşüdür. 28 Nisan 2009'da nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Arnavutluk da Avrupa Birliği'ne başvurmuştur. Türkiye'nin coğrafi konum olarak Avrupa'da bulunmadığı görüşü de zaman zaman ortaya atılmıştır. Gerçekten de Türkiye büyük ölçüde Asya kıtasında yer almaktadır. Bazı AB üyeleri Türkiye'nin AB'ye katılması halinde Fas gibi Avrupa'nın uç köşelerinde yer alan bazı ülkelerin de AB'ye katılmak isteyebileceğini ileri sürmüşlerdir. Zaten Fas 20 Temmuz 1987'de AB'nin öncülü Avrupa Topluluğu'na başvurmuş; ancak başvurusu Avrupalı olmadığı için reddedilmiştir. Türkiye'nin tartışmasız bir biçimde Avrupa'da yer alan bölümünün dahi bir çok AB üyelerinin toplam yüzölçümlerinden daha büyük olması, Türkiye'nin Avrupa'yla yüzyıllardır süregelen tarihsel ilişkilerinin bulunması bu görüşlere karşı olarak ileri sürülmektedir. Ayrıca tamamen Asya'da bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin 2004'te AB'ye katılmasıyla bu görüş tamamen güncelliğini yitirmiştir. AB yolu zorlu, mayınlı...“Bu uzun ince bir yoldur. Meşakkatli bir yoldur. Bu yolda bizi caydırmak isteyecekler, hatta küçültücü şeyler yapacaklar. Ama yılmamalıyız.” Bu sözler Avrupa Birliği yolunda Türkiye’ye ivme kazandırmaya çalışan Turgut Özal’a ait. AB adaylığı, rahmetli Adnan Menderes ile başlayan uzun bir hikâye. Bilhassa Süleyman Demirel ve Tansu Çiller ile, Turgut Özal’ın bu uğurda gayretleri olmuştur. 40 yılı aşan uzun yürüyüşte gerek içerde, gerekse dışarıda Türkiye’yi aldatarak caydırmak isteyenler çıktı. Oyaladılar, geciktirdiler, fakat adaylık ve üyeliği engelleyemediler. Türkiye, 31 Temmuz 1959’da, AET’ye ortaklık için başvurdu. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül darbesi ve çeşitli oyunlar ile kesilen bir serüven... Ve 10 Aralık 1999’da Helsinki’de yapılan AB zirvesinde, “adaylık teklifini”, AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi, “resmen” açıklar. Adaylığın kronolojik tarihi ve serüveni bir çırpıda sıralanabilir. Takdir edilir ki, “adaylık” o kadar kolay olmadı. “Üyelik” için de, birçok mayınlar, dikenli teller döşenecektir. Fransa Cumhurbaşkanı eski Başdanışmanı Jacques Attali, “Ekonomi, insan hakları bahane. Avrupa’nın asıl derdi din. Siz Müslümansınız diye sizi almıyorlar” diyerek destek vermişti bu zihniyete geçen senelerde tertiplenen 6. Ulusal Kalite Kongresi’nde... Kimi maksatlı kafalar da, İslâmiyet ve terörü özdeşleştirerek, “Türkiye köktendinci, fundamentalisttir” diye diretiyordu. Oysa, Alman eski Cumhurbaşkanı Roman Herzog, “İslâmiyet insanlığa hoşgörüyü getirmiştir” derken, Alman Yayımcılar Birliği’nin, 1995 yılı Barış Ödülünü Doğu-Batı yakınlaşması çalışmaları dolayısıyla alan Prof. Annemarie Schimel, “İslâm bağnaz değil, fundamentalist hiç değil” diye anlatıyordu o çevrelere. Bunun yanında İngiltere Veliahtı Prens Carls, Fransız düşünürleri ve birçok tarafsız ilim adamı, aynı görüşü paylaşıyordu. Bilhassa Fransa’da birçok sosyal bilimci, politikacı ve idâreci de, müsbet duygular besleyerek, “İslâmiyetten ve Müslümanlardan öğrenecekleri, alacakları pek çok şeyin bulunduğunu” söylüyorlardı. AB Dönem Başkanlığında, Alman Cumhurbaşkanı Herzog, “AB’nin kapısı Türkiye’ye hiçbir zaman kapanmadı. Türkiye, laiklik ve ekonomik meseleyi halletti. Şimdi insan hakları ve hukuk sistemini halletmesi lâzım. AB, problemli bir üye kesinlikle istemiyor!” demişti. *** Aslını isterseniz, “sekiz yıllık eğitim”, imam-hatip okullarının kapatılması ve Kur’ân kurslarının çok sıkı denetim altına alınıp, âdeta kapılarına kilit vurulması; başörtüsüne karşı inanılmaz baskılar; AB’ye adaylığı engellemeye yönelik politikalardı. Çünkü, II. Avrupa “dinî bağları kuvvetli” bir üye istemiyordu! Onlara göre Türkiye “fundamentalist” bir ülke idi. Diğer taraftan, Dr. Theo Sommer, hak, hürriyet ve dinden yana olan I. Avrupa’nın da görüşlerini yansıtarak, “Türkiye’nin AB’ye girmesini engelleyen konu, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması değildir” (Die Zeit Hamburg, 1999) diye açıkça beyan etmişti. *** Biz “AB bizi alır, almaz!”, bâzı Avrupalılar da “Müslüman Türkleri alabiliriz, alamayız!” derken, adaylığımız 1999 Aralık 10’unda tescil edilmiş. Halbuki, NATO’dayız; ama Müslümanız! BM’deyiz; Müslümanız! IMF’deyiz; oysa Müslümanız! UNDP, UNİCEF, WEP, İLO, AFO, UNESCO, WHO, GTTD’yiz vesâire... Öte yandan, Hıristiyan din adamları da, “Türkiye’nin AB’ye üye olması dinî tehdit değil” diye ifâde ederken, kraldan fazla kralcılar, dine, bilhassa İslâmiyete olan kinlerini kusmak için bu iddiâları ileri sürdü. Bundan sonra da sürmeye devam edecektir! Fener Rum Patriği I. Bartholomeos bile, Atina’da yayınlanan Şubat 2000 Elefterotipia gazetesindeki beyanatında, Türkiye’nin dinlere karşı tarafsız laik bir devlet olduğunu, AB’ye tam üye olarak girmesi durumunda dışa karşı herhangi bir dini telkin ya da yönlendirme hareketinde bulunmayacağını ifade ederek, “Ayrıca, sizin tehdit olarak tanımladığınız bir dinin yayılmasına, Ortodoks anlayışına göre siyasî yöntemlerle değil, sadece dinî yöntemlerle karşı konulabilir” diye demokratik bir tavır sergiler. Demek ki, “Müslümansınız!” dayatması, sadece bir oyalamaca-boyalamaca siyasetinin bir taktiğiydi. |
|
|
|
04-10-2013, 19:41 | #2 |
teşekkürler
teşekkürler.
|
|
04-10-2013, 20:23 | #3 |
rica ederiz.
|
|
Konuyu Toplam 4 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 4 Misafir) | |
|
|