01-03-2013, 19:38 | #1 |
tımar sistemi
Tımar Sistemi Nedir Kısaca
Tımar Sistemi Tımar Sistemi Nedir? Tımar Sistemi Tanımı Tımar Sistemi Hakkında Tımar Sistemi:Osmanlı Devleti önceki İslam devletlerinde değişik isim ve şekillerde görülen bu sistemi Selçuklulardan alarak geliştirmiş ve ''tımar sistemi '' adıyla uygulamıştır.I.Murat zamanında gerçek anlamı ile uygulanan tımar sistemi devletin sınırlarının genişlemesiyle orantılı olarak yaygınlaşmış ve gelişmiştir.Osmanlı Devleti tımar sistemi ile bazı topraklarının gelirlerini hizmet karşılığı olarak askerlerine memurlarına vermiştir Devlet tarafından gelir miktarlarına göre ayrılmış hizmet karşılığı devlet görevlilerine verilen topraklara dirlik denilirdi.Dirlik devlete ait miri arazinin en büyük bölümüydü.Bu bölüm belli bir toprağı ve işleyiş tarzını ifade ederdi.Bu toprakları ekip biçenler aynı zamanda tımarlı sipahi adındaki askerlerden yetiştirmek zorundaydı.Bu toprakların en büyük 2 iyi yanı hem üretimde devamlılık sağlanırdı hem de ordunun hazır askeri bulunurdu. Has:Padişaha hanedan üyelerine sadrazama beylerbeyine sancak beyleri ve üst düzey görevlilere verilen topraklardır.Yüz bin akçeden fazla geliri olan bu topraklar emrine verilen görevli görevinden ayrılana kadar aynı kişi de kalırdı. Zeamet:Eyalet merkezlerinde oturan üst düzey yöneticilere verilirdi.Gelirleri yirmi bin ile yüz bin akçe arasında olan topraklardır.Zeamet sahipleri görevde kaldıkları sürede zematlerini kullanırlardı. Tımar:Senelik gelirleri yirmi bin akçeye kadar olan dirlik topraklarına tımar adı verilirdi.Osmanlı Devleti ne hizmeti olan bir kısım asker ve memurlara verilirdi.Tımar sahibi bu kişiler tımarın gelirlerine göre üç bin akçe ''kılç hakkı'' alırlardı.Kalan her 3bin akçe için bir cebelu beslerlerdi.Aynı işi yapacağı koşuluyla bu topraklar miras olarak bırakılabilirdi İltizamatih döneminde tımar sistemi dışında kalan toprakların vergilerini toplamak için getirilen bir düzenlemedir.Bu uygulama 17.yy da tamamen yaygınlaşmıştır.İltizamların açık artırma yolu ile verildiği kişilere mültezim denir.Mültemzimler aynı zamanda iltizamlarının üzerinde insanları ve bölgeyi yönetirlerdi.Osmanlı otoritesi sarsılınca mültezimler vergiyi artırdılar ve derebey gibi olmaya başladılar. Osmanlı devletinde, belirli görev ve hizmet karşılığında kişilere tahsis edilen ve defter yazılarındaki senelik geliri 20 bin akçaya kadar olan askerî dirlikler. Kendisine böyle bir imkân tanınan kişiye de tımar sahibi veya sipahi denir.Tımarın kullanılması ile ilgili kanuna da Tımar Kanunu denir. Tımar Kanununa göre ; 1- Tımar sahipleri devletin birer memurudur ve merkezin emri altında çalışmak zorundadır. 2- Görevini yerine getiremeyen tımar sahipleri görevlerinden azledilirler. 3- Tımar, hizmet karşılığı toprağın gelirinden yararlanıldığından dolayı elde ettikleri haklar veraset yoluyla bir başkasına verilemez. 4- Tımar sahipleri, devletin verdiği işleri yapmak ve verilen yetkileri kullanmakla sorumludurlar. 5- Tımar sahibi özrü olmadan sefere katılmazsa tımarı elinden alınır. 6- Ortak tımarlarda nöbeti geldiği halde gelmeyenlerin tımarına el konur. Tımar sistemi, Osmanlı devletinde toprağın işlenmesi, devletin büyük bir masrafa girmeden askerî kuvvet sağlaması ve ekonomik hayatın gelişmesinde büyük faydalar sağladı. Devletin ekonomik ve askerî gücünü ortaya koyması bakımından önem taşıyan bu sistem bilinmeden bazı konularda doğru ve sağlam fikir sahibi olmak mümkün değildir. Bir beylik olarak ortaya çıkışından itibaren, bünyesinde gerektirdiği değişiklikleri yapmaktan çekinmeyen Osmanlı Devleti, kendisinden önceki Müslüman devletler ile komşu diğer Müslüman devletlerin müessese ve teşkilâtlarından da istifade etmişti. Nitekim "Anadolu Selçuklu Devletinin enkazı üzerinde ve onun bir devamı olarak teşekkül ve inkişaf etmiş bulunan Osmanlı İmparatorluğunun, bu devletin ve onun vasıtası ile daha eski diğer Türk ve İslâm devletlerinin veya İran Moğollarının çok zengin teşkilât ve müesseselerinden de geniş ölçüde faydalanmak imkânlarına sahip bulunduğu tarihî bir hakikattir. Bu sebeple bazı tarihçilerin, Osmanlı tımarının ilk örneklerinin özellikle son dönem Bizans İmparatorluğunda aranması gerektiği şeklindeki görüşleri gerçeklere uygun bir temayül sayılmaz. Nitekim vezir Nizâmü'lMülk'ün, Büyük Selçuklu İmparatorluğunda yapmış olduğu idarî ıslahattan sonra, bu imparatorlukta askerî hizmet mukabili dağıtılmış olan "İkta"lar, Anadolu Selçuklularına ve dolayısıyla Osmanlılara, ana hatları ile bir tımar örneği teşkil edebilecek bazı hususiyetler taşımakta idi". Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi tımar sistemi, Osmanlılardan önceki Müslüman devletlerde de bulunmakta idi. Osmanlılar, bu sistemi onlardan aldılar. Bu sebeple daha devletin kuruluş yıllarında tımar sistemi ve bununla ilgili uygulamaları görmekteyiz. Nitekim Osman Gazi (1299–1326), fethedilen yerleri dirlik (tımar) olarak dağıtmış ve bunlarla ilgili bazı hükümler koymuştur. Âşık paşazade’nin ifadesine göre o, "Her kime kim bir tımar virem anı sebepsiz elinden almayalar ve hem ol öldüğü vakitte oğluna ve eğer küçücük dahi olsa vireler. Hizmetkârları sefer vakti olacak sefere varalar. Ta ol sefere yarayınca" demiştir. Bu ifadelerden şu sonuçlar çıkmaktadır: 1. Sebepsiz yere hiç kimsenin tımarı elinden alınamaz. 2. Tımar sahibinin ölümü halinde tımar oğluna intikal eder. 3. Oğul küçükse, sefere gidecek yaşa gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlarının sefere gitmesi gerekmektedir. Bundan da anlaşıldığı gibi, Osmanlı Devletinde tımar sistemi, mirî arazi rejiminin sonucu olarak ortaya çıktı. Osman Gazinin fetihleri ile başlayan bu sistem, Sultan I. Murad devrinde tam teşkilâtlı bir müessese haline geldi. Devlette önemli bir fonksiyonu bulunan tımar sistemi, Osmanlı toprak rejiminin temelini teşkil eder. Zira bu toplumda ekonomik, sosyal, askerî ve idarî teşkilâtların tamamı büyük ölçüde toprak ekonomisine dayanıyordu. Toplum hayatında en küçük vazife sahibinden devlet hükümdarına kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar, geçimini toprak ürünleri ile temin ediyorlardı. Bu sistem sayesinde devletin güçlendiği tarihçiler tarafından açıkça ortaya konmaktadır. Alman tarihçisi Leopold Von Ranke "XVII. Asırda Osmanlılar ve ispanya" adlı eserinde Osmanlı devletinin kudretini teşkil eden üç unsurdan birinin tımar (dirlik) sistemi olduğunu kaydeder. Toprak taksimatının en küçük bölümü olan tımar, senelik geliri 3–20 bin akça arasında değişen askerî dirliklere verilen bir isimdir. Devrin imkânları göz önünde bulundurularak bir kısım asker ve memurlara geçimlerini temin etme hususunda böyle bir kaynak sağlanıyordu. Nitekim bu manada kanun-namelerde "Zeamet ve tımar ki def-i a'da için tayin olunan mal-ı mukateledir ve asker dahi bunları tasarruf edenlerdir" denilmektedir. Sipahi, reayadan (mirî araziyi ekip biçen, tasarruf eden) miktar ve cinsleri kanunlarla tespit edilmiş olan vergiden fazlasını tahsil edemezdi. Salahiyetini aşandan dirliği (tımarı), bir daha geri verilmemek şartıyla alınırdı. Kendisi de başka bir bölgeye reaya olarak gönderilirdi. Çünkü devletin kendisine verdiği salâhiyeti tecavüz etmiş, güveni kötüye kullanmış ve halka haksızlık etmiş oluyordu. 14 Muharrem 973 (12 Ağustos 1565)' de Sivas Beylerbeyi, Sivas ve Arapkir kadılarına yazılan bir hükümde, Divriği Beyi Kasım'ın şeriat ve kanuna aykırı olarak reayaya haksızlık ettiğinin mahkeme tarafından tespit edilmiş olması cihetiyle sancağının tebdiline karar verildiği bildirilmektedir. Aynı Şekilde 973 (1565) senesinde Avlonya kadısına yazılan bir hükümde de adı geçen kazaya bağlı Aspurokilise adındaki köyde tımar sahibi olan Burhan oğlu Ahmed'in, gerek ehl-i şenaatten olması, gerekse reayaya haksızlık etmesi sebebiyle tımarı elinden alınıp hapsedilmesine karar verilmiştir. Böylece, farklı din, ırk, milliyet ve mezheplere sahip insanları sınırları içinde barındıran Osmanlı Devleti, sipahinin yapabileceği haksızlığın önünü almaya gayret ediyordu. Osmanlı toprak rejiminde sipahi (tımar sahibi), toprağın gerçek sahibi değildi. O, mirî arazinin halka dağıtılmasında devletin bir temsilcisi durumundaydı. Bunun içindir ki devlet, tımarların kapalı bir sistem halinde çalışmasını engellemek, onları devamlı kontrol etmek ve gerektiğinde müdahalede bulunmak için devamlı olarak buralara memurlar gönderiyordu. Bu manada "Toprak Kadısı"nın varlığını zikredebiliriz. Osmanlı Devletinde, Osman Gazi ile başlayan tımar sistemi, Sultan I. Murad zamanında Rumeli bölgesinde de uygulanmaya başladı. 1402 yılında Timur'la yapılan savaştan sonra Osmanlı Devletinin teşkilatlanmasında bir duraklama görüldü. Bu hal, kendisini toprak sisteminde de hissettirdi. Buna karşılık Fatih Sultan Mehmed, devletin artan ihtiyaçları yanında tımar sistemini geliştirmek için kanunlar çıkardı. II. Bâyezid (1481/1512) zamanında tımar teşkilatında önemli bir değişiklik göze çarpmaz. Buna karşılık Yavuz Sultan Selim (1512- 1520) devrinde tımar sistemi mükemmel bir şekilde işlemiş, sipahi ve "cebelilerin (tımar sahiplerinin yanlarında harbe götürmek zorunda olduğu kimseler, askerler) miktarı artış göstermişti. 1514 yılında bunların sayısı 140 bin kişiyi bulmuştu. Bu teşkilât, Kanunî Sultan Süleyman döneminde tekâmülünün zirvesine çıktı. Kanunî'nin konu ile ilgili fermanları ve kanunnamesi, bu hususta önemli birer delil olmaktadır. Bu dönemde irili ufaklı 37521 tımar vardı. Bunlardan 9654'ü kale muhafız tımarı, geriye kalan 27867'si ise tamamıyla "eşkinci" tımarı idi. Osmanlı toprak rejiminde her dirliğin çekirdeğini teşkil eden ve "kılıç" adı verilen bir kısım vardır. Tımarlar, kılıç tabir edilen ve hiç değişmeyen bir çekirdek kısmı ile zamanla bu kısma ilave edilen hisselerden meydana geliyordu. Tımarların bulunduğu bölge ve durumlarına göre farklılık arz eden her "kılıç”a bir tımar sahibi tayin edilir, bir kılıç yerine iki kişi tayin edilemezdi. Rumeli'de bulunan Bubin, Bosna, Tımaşvar Beylerbeyliklerindeki 6000'lik "Tezkireli Tımar”ların kılıçları 3'er bindi. Anadolu, Karaman, Maraş, Rum, Diyarbakır, Erzurum, Haleb, Şam, Bağdad ve Kıbrıs eyaletlerindeki tezkireli tımarların kılıçları ise 2 bindi. Buna göre kılıç hakkının dışında kalan her üç bin akça gelir için tımar sahibi bir "cebeli" yetiştirmek zorundaydı. Osmanlı toprak düzeninde tımarlar bir kaç kısma ayrılıyordu; A-Tımar Arazisinin Mülk Olarak Verilip Verilmemesi Açısından 1 ) Mülk Tımarlar: Anadolu'nun bazı vilâyetlerinde mevcut olan bu neviden tımar sahipleri sefer esnasında yerlerine cebelilerini gönderebiliyorlardı. Bu mükellefiyetini yerine getirmeyen tımar sahibinin bir yıllık geliri hazine tarafından alınıyordu. Ölümü halinde tımar oğluna, oğlu yoksa diğer mirasçılarına kalıyordu. 2) Mülk Olmayan Tımarlar: Bunlar hizmet karşılığı varidatın bir kısmının tahsisi suretiyle verilen tımarlardı. Osmanlı tımarlarının çoğu bu nevidendir. B- Tımar Sahiplerinin Gördüğü İşlere Göre 1 ) Eşkinci Tımarları: Bunların sahipleri alaybeyinin sancağı altında sefere eşerler (giderler). Cebelileri ile birlikte sefere gitmek zorunda olan bu tip tımarların mutasarrıfları, sefere gitmedikleri zaman tımarları ellerinden alınırdı. 2) Mustahfız Tımarları: Bu tımarların sahipleri, bağlı bulundukları kalelerin muhafızları idiler. Hizmetleri devam ettiği müddetçe tımarları da devam ederdi. 3) Hizmet Tımarları: Hudud boylarında bulunan camilerin imamet ve hitabetinde bulunanlar ile saraya hizmet edenlere verilen tımarlardır. C- Veriliş Şekillerine Göre Tımarların, Beylerbeyi tarafından veya devlet merkezinden verilmesine göre sınıflandırılması ile ilgilidir. Buna göre de tımarlar ikiye ayrılıyordu: 1) Tezkireli tımar: Beylerbeyilerin, bir tezkire ile devlet merkezine teklif ettikleri tımarlardı. 2) Tezkiresiz tımar: Beylerbeylerin kendi beratları ile verdikleri tımarlardı. Küçük tımarların dağıtılmasında beylerin salahiyetleri büyüktü. Muhtelif eyaletlerde değişik baremlerde olmak üzere defter yazıları belirli bir rakamın altında olan tımarların sahiplerini beylerbeyleri kendi tuğralarını taşıyan beratlarla tayin edebiliyorlardı. Daha büyük gelir sağlayan tımarlarda ise beylerbeyi o tımara hak kazanmış olan sipahinin eline bir "tezkire" vererek tayin işini devlet merkezine teklif ederdi. Beylerbeyinden böyle bir tezkire alan sipahi, İstanbul'a gelip altı ay içinde beratını almak zorunda idi. D- Malî Durumlarına Göre 1) Serbest Tımarlar: Tımar sahibinin, "resm-i erûs", "resm-i tapu", "kışlak", "yaylak", "cürüm, cinayet" vs. gibi vergileri alma hakkına sahip bulunduğu tımarlardı. 2) Serbest Olmayan Tımarlar: Böyle bir tımarı tasarruf eden sipahinin serbest tımar sahipleri gibi yetkileri yoktu. Kanunî Sultan Süleyman döneminde tekâmülünün zirvesine erişen tımar sistemi, bu hükümdarın ölümünden sonra bozulma temayülü göstermeye başladı. III. Sultan Murad (1574–1595) devrinde bozulma belirtileri açıkça ortaya çıktı. Bu dönemde eski kanunlara riayet edilmeyerek çeşitli yollardan tımar sahibi olan kimseler ortaya çıktı. Koçi Bey, bu konuda eski kanun ve şer'-i şerife uyulmadığını anlatır. Kuruluşundan beri, Osmanlı Devleti tarihinde büyük bir rol oynamış olan tımar rejimi, birkaç asırdan beri buhranlar içinde geçen hayatının son safhasında sessiz sedasız bir şekilde ve herhangi bir sarsıntıya sebep olmadan ortadan kalktı. Tarihe mal olması çeşitli safhalar geçiren bu sistemin kaldırılış esnasındaki ilk tatbikatı, 1703 tarihinde Girit Adası'nda başladı. Ülkenin diğer mıntıkalarındaki tımarlar ise 1812 tarihinden itibaren boşaldıkça başkalarına verilmemeye başlandı. Nihayet Yeniçeri ocağının yürürlükten kaldırılarak muntazam bir askerî sınıf vücuda getirildikten sonra intizam ve disiplinlerini büsbütün kaybetmiş olan tımar sahiplerinin de eskiden olduğu gibi bırakılmaları uygun görülmeyerek H. 1263 (M. 1848) senesinde bütün tımar sahipleri emekliye sevk edilerek tımar sistemine son verildi. |
|
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|