01-22-2009, 21:28 | #1 |
Rüyalarla gelen buluşlar
Modern Atom Teorisi Nasıl Keşfedildi :
Niels Bohr adlı bir yüksek okul öğrencisi genç, şöyle bir rüya görür : “Kendisi, güneşin kızgın gazlarla dolu merkezinde duruyor ve gezegenler, ince ipliklerle bağlı oldukları güneşin etrafında dönüyorlardı. Her gezegen Bohr’un yakınından geçerken bir de düdük çalıyordu. Sonra yanan gazlar soğuyup katılaştı, güneş ve gezegenler uzaklaşıp gitti ve Bohr uyandı. Bu rüya, güneş sistemi ile atom yapısı arasında bir benzerlik olduğunu gösteriyordu. Böylece, atomun ilk modern tablosu ortaya çıktı. Ortada bir çekirdek (nucleus) ile bunun etrafında dönen elektronlar... Yani modern atom teorisi, bir rüya ile başlamış oluyordu.” Rüya Bir Başka İlim Adamının Yardımına Koşuyor : 19. Asrın ortalarında ilim adamlarını hayrete düşüren bir olayın hikayesi bilim tarihinin sayfalarında yerini aldı. Kimya ilminde büyük bir adımın atılmasına yol açan olay, Alman kimyacısı Friedrich August Kekule’nin rüyasıydı. 1850 yıllarında İngiltere’nin sisi eksik olmayan şehri Londra’da çalışmalarını sürdüren Kekule, yorgun argın laboratuarından oteline dönerken otobüste uyuyakaldı. Ve biraz sonra da rüya görmeye başladı. Rüyasında atomlar zıplayıp oynayarak karşısında dans ediyorlar, bazıları da elele verip zincir şeklinde bir halka meydana getiriyorlardı. Arabanın fren yapmasıyla Kekule uyandı. Fakat rüyası ona çok şeyler öğretmişti. Gördüklerini formül haline getirip defterine kaydetti. Rüyadan yaralanarak ortaya attığı teori ile meşhur oldu ve kimya ilminde de büyük bir hamlenin öncülüğünü yaptı. Aradan 15 sene geçti. Bir kış günü Kekule, çalışma odasının şöminesinde yanan odunların çıtırtısını dinlerken uyuyakaldı ve yine rüya görmeye başladı. Yine rüyasında atomların hoplayıp zıplayarak dans etmekte olduğunu ve onları birbirine kenetleyen zincirlerin de birer yılana benzediğini gördü. Sonra yılanlardan biri aniden dönerek kendi kuyruğunu ısırdı. Bu esnada da Kekule uyanıverdi. Böylece karbon atomlarının zincirler şeklinde halkalar meydana getirebileceğini rüya sayesinde fark edebilmişti. Bunun sonucu olarak iç yapısı çözümlenemeyen benzinin yapısı anlaşıldı. Dante ve İlahi Komedya : Dante’nin oğlu J. Alighieri, babasının meşhur “İlahi Komedya” adlı eserinin parçalarını toplarken 13 şarkısını bulamıyor. Bütün aramalar boşa çıkıyor. Bir gece rüyasında babasını beyazlar giymiş bir vaziyette görüyor. Dante’nin başında bir ışık, oğlunu hayatında iken oturduğu kendi odasına götürüyor. Eski zaman evlerinin karmakarışık dolapları ile arada kaybolmuş duran, hiç de dolap hissi vermeyen gizli bir yerde bu şarkıların durduğunu gösteriyor. Ertesi gün, rüyasında gördüğü yeri arayıp bulan Alighieri, kayıp olan 13 şarkıyı orada bulur. Bir Operanın Bestelenişi : Richard Wagner “Tristan ve İsolde” adlı operasının çok beğenilmesi, olağanüstü bulunması ve kendisine yapılan iltifatlar karşısında samimi bir arkadaşına şu itirafta bulunur : “- Kıymetli dostum. Bu opera benim dehamın eseri değildir. Rüyamda gördüğüm ve işittiğim sesleri uyanır uyanmaz nota ile tespit ettim. Beğendiğiniz bu müzik, rüyalarımın sesidir. Benim zavallı kafam, böyle bir harikayı asla isteyerek ve düşünerek bulamazdı.” Yine Wagner, meşhur “Rhinegold” operasını tamamlamış fakat bir bölümünü zihninde tasarladığı gibi besteleyemediğinden rahatsız oluyordu. Nihayet bir gece uykuya dalmak üzere ilen gördüğü rüyadan faydalanarak eserini istediği şekilde tamamlamayı sonunda başardı. Şeytan Sonatı : Modern keman yayının mucidi G. Tartini, rüyasında Şeytan’a esir olduğunu görmüştü. Gene bu rüyada Tartini şeytan ile alay etmek üzere, ona bir keman vermişti. Fakat ne görse beğenirsiniz : Şeytan en derin hayallerin bile meydana getiremeyeceği kadar güzel bir sonat çalıyordu. Tartini uyanınca bu müzikten hatırladığı kadarını yazarak, “Şeytan Sonatı’ nı meydana getirdi. Tartini bu rüya hikayesini 1766’da astronom Joseph Lalande’a anlatmıştı. Beethoven, Mozart, Schumann ve Saint-Saens gibi ünlü kompozitörler, bestelerinin bir kısmını rüyalarında görerek notaya almışlardır. İcat edici rüya görenler, rüyada gördükleri şeyleri ya doğrudan doğruya kullanmakta veya onlara sembolik bir anlam vermektedirler. Şairin Rüyası : Şair Coleridge, Kubilay Han’la ilgili bir kitabı okumakta iken uykuya dalmıştı. Üç saat kadar iskemlesinde öylece uyudu ve bu sırada rüyasında 200-300 satırlık bir şiir yazdığını gördü. Bu rüyada, şiirle ilgili hayaller maddeleşmiş olarak belirmişti. Coloridge uyanır uyanmaz rüyadan hatırladığı satırları yazmaya başladı. Bu sırada bir ziyaretçi geldi., bu nedenle çalışmalarına bir saat ara vermek zorunda kaldı. Sonra rüyanın kalan kısmını yazmak istedi, fakat o satırları unutup gitmişti. İşte Kubilay şiiri böyle meydana geldi. Korkulu Rüyanın Hayırlı Neticesi : Mühendis Elias Howe, uzun çalışmalar sonunda dikiş makinesi yapmayı başardı. İlk yaptığı iğnelerde delik, iğnenin ortasında idi. Fakat, iğne üzerindeki deliğin uygun yere açılmayışı istenilen sonucu vermiyor, ve bunun sonucu olarak dikiş dikmek de mümkün olmuyordu. Howe, gece gündüz beynini buna yoruyor ama bir çıkış yolu bulamıyordu. Bir gece rüyasında vahşi bir kabilenin eline esir düştüğünü gördü. Kabile reisinin önünde iğnesiz bir dikiş makinesi duruyordu. -Elias Howe ! diye kükredi kabile reisi. Sana bu makineyi derhal tamamlamanı emrediyorum, aksi halde öleceksin!.. Zavallı Elias’ın dizlerinin bağı çözüldü, elleri titremeye başladı ve yüzünden soğuk bir ter boşandı. Düşünüyor, taşınıyor, makinenin bu parçasındaki eksikliği bir türlü gideremiyordu. Öyle gerçek gibi görünen bir rüyaydı ki, uykusunda avazı çıktığı kadar bağırdı. Esmer tenli cengaverler, onu ölüm meydanına doğru götürmeye başladılar. İnsan boyunu aşan, yere çakılı kalın gövdeli bir kazığa sıkıca bağlanan Howe her şeyin bittiğini anladı. Kendisinin bile anlayamadığı bir takım dualar mırıldanmaya başladı. Sonra reisin gök gürültüsünü andıran bir sesle “öldürün” dediğini duydu. Yerli muhafızın mızrakları gövdesine saplanmak üzere havaya kalktığında,birden bir şey fark etti. Mızrakların ucunda bulunan göz şeklindeki delikler, düşünüp de bir türlü keşfine eremediği dikiş iğnesinin ta kendisiydi. Mızraklar tam göğsüne saplanırken uyandı. Hemen laboratuarına koşan Howe, böylece rüyası sayesinde dikiş iğnesini de bulmuş ve makinesini çalıştırmıştı. Dickens rüyasını şöyle anlatıyor: “Rüyamda, sırtında kırmızı bir şal olan bir hanım gördüm. Arkasını dönmüştü. Bana doğru döndüğünde onu tanımadığımın farkına vardım. ‘Ben Bayan Napier’im dedi’. Ertesi sabah uyandığımda giyinirken bu saçma rüyayı düşündüm. Çok belirgin ancak hiçbir anlamı olmayan bir rüyaydı. Neden Bayan Napier? Ömrümde Bayan Napier diye birini hiç tanımamıştım. O gece kütüphanede kitap okudum. Az sonra Bayan Boyle ve ağabeyi geldiler. Yanlarında kırmızı şallı genç bir bayan vardı. Onu bana Bayan Napier olarak tanıttılar.” Dickens’ın anlattığı türden rüyaların genelde çok belirgin olarak kendilerine özgü bir yanı vardır. |
|
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|