02-26-2011, 19:40 | #1 |
Osmanlı’da Celî Sülüs
Osmanlı’da Celî Sülüs
Osmanlı’dan önce Selçuklular da dahil, celî sülüs gerek harf yapısı gerek istif olarak basit bir durumda idi. Osmanlı’da Fatih devrine kadar, Selçuklu celî sülüsü tesirini devam ettirmiştir; istif hususundaki tesir ise XIII. yüzyıla kadar devam etmişse de, günden güne bir gelişme söz konusudur. Celî sülüste, aklâm-ı sittede yakalanan başarıya ulaşılmaya çalışılmış, başlangıçta harfler XIX. yüzyıl celî harflerine göre basit olsalar da, Selçuklu celî sülüs harflerine göre, güzele doğru bir arayışa girildiği hemen farkedilir. Erken dönem Osmanlı eserlerinden, m. 1333 – 1334 yılları arasında inşa edilen İznik Hacı Zeynel Camii ve m.1366 yılında inşa edilen Ayvacık, Tuzla Hüdâvendigâr Camii kitabeleri incelendiğinde, Selçuklu celîsinin tesirleri açıkça görülür. Her iki kitabedeki harflerin basitlik ve kütlüğü yanında, özellikle Hüdâvendigâr Camii kitabesindeki dik harflerin yan yana dizilmesi ve istifin giriftliği, Selçuklu celîsinin özelliklerini taşır. 1388 yılında inşa olunan İznik Nilüfer Hatun İmareti kitabesinde Selçuklu celîsinin tesirinden istif olarak ayrılma mevcut ise de harflerde ve zülfelerde kütlük mevcut; harflerin yazılışında bulunması gereken kalem hareketlerinin özellikleri ise yoktur. Yazıda çok az sayıda hareke kullanılmış, zeminde ise hendesî şekillere yer verilmiştir. 1419 yılında inşa olunan Bursa Yeşil Camii celî sülüs yazıları her ne kadar Osmanlı celî sülüsünün erken örnekleri olarak kabul edilse de harfler ve istif oldukça basittir. Bünyesinde bulunması gereken canlılık olmadığı gibi, daha önce inşa olunan Nilüfer Hatun İmareti kitabesine göre, harfler daha basittir. Fakat buradaki celî sülüs istif olarak Selçuklu celîsinden farklıdır. 1437-1447 yılları arasında Sultan II. Murad’ın emriyle inşa olunan Edirne Üç Şerefeli Camii yazılarında, dik harflerin yan yana gelmiş olması sebebiyle istif Selçuklu özelliği taşır. Harfler küt ve basit olmakla birlikte nisbeten canlılık belirtileri vardır. Osmanlı celî sülüsü’nün ilk önemli ve güzel örnekleri Fatih devrinde görülür. Fatih devri hattatlarından Yahya Sûfî ve oğlu Ali b. Yahya Sûfî celî sülüste Râkım’a kadar geçen dönemde dikkati çeken sanatkarlardır. Ali Sûfî’nin, Fatih Camii ve Topkapı Sarayı Bab-ıhümâyun kitabesi, kitabe üstü müsennâ âyet sağ kapı yuvasındaki ayet ile sol kapı yuvasındaki ketebe yazıları şüphesiz Râkım’a kadar celî sülüsün en güzel örnekleri olarak görülür. Bu kitabelerden, özellikle Bab-ı Hümâyûn yazılarında, harf yapısı olarak mükemmel bir seviye yakalanmıştır. Fatih Camii kitabesine göre harflerde kalem hakkının halâvetini, yazılış özelliklerini görmek mümkündür. İstif olarak da, girift ve başarılıdır; müsenna ayet adeta örülerek istif edilmiştir. Bu kitabede, Besmele’yle birlikte âyet, yukarıdan aşağıya doğru istif edilmiştir. Âyette bulunan iki adet “fî” deki yâ’lar belli aralıkla yâ-yı ma’kûse şeklinde yazılarak istif üç parçaya ayrılmıştır. “ Biselâm” daki mim’in ortasına da bir penç motifi işlenmiştir. Yazıda Osmanlı mektebinin kurucusu olan ve aklâm-ı sittenin olgunlaşmasını sağlayan Şeyh Hamdullah sülüs ve nesih eserlerinin yanında İstanbul Fîruzağa, Davutpaşa, Bâyezid camilerinin kitabelerini celî sülüsle yazmıştır. Şeyh bu kitabelerde harfleri satıra dizmiş, dik harflerin dengeli bir şekilde dağılmasına dikkat etmiştir. Bütün bu kitabelerdeki harflerde, devrine göre kalem hareketlerini, harflerdeki canlılığı bir dereceye kadar görmek mümkündür. Bu kitabelerdeki yazılar Osmanlı celî sülüsü’nün gelişme dönemi örneklerinden sayılabilir. Ancak Şeyh’in bu celî yazıları, sonraki devirlerin celî anlayışına göre oldukça basit kalmıştır. Osmanlı Hat Mektebi’nde Şeyh’ten sonra Yâkut Mektebi’nin temsilcisi olan Ahmed Karahisârî celî yazıda Şeyh’ten daha başarılı olmuş, harfleri güzel bir şekilde satıra yerleştirebilmiştir. Karahisârî harflerinde, celînin sonradan kazandığı keskinlik ve rahatlık olmasa da, estetik tenâsübe oldukça yaklaşılmıştır. Süleymaniye Camii (kubbe hariç) kitabe ve diğer celî yazıları ile Edirne Selimiye Camii yazılarını yazan ve Ahmet Karahisârî mektebinin en kuvvetli temsilcisi olarak kabul edilen Hasan Çelebi’nin celîlerinde istif olarak Selçuklu celîsinin tesirleri görülmektedir. Harfler, üslûp olarak Osmanlı karakteri taşımakla birlikte, istif Selçuklu celisinin tesirindedir; dik harfler yan yana dizilmişlerdir. Harflerde önceki örneklere göre keskinlik ve gelişme olsa da, harflerdeki basitlik ve kütlük hâlâ devam etmektedir. Tophane, Kılıçalipaşa Camii yazılarını yazan Demircikulu Yusuf’un celî harflerinde bir yumuşama göze çarpmaktadır. İstiflerinde de harflerin dağılımı zamanına göre başarılı sayılabilir. Fakat, Kılıçalipaşa Camii kapı üzerinde bulunan müsenna celî sülüs yazının terkibinde, çizgilerin birbirlerini sert bir şekilde kesmeleri dikkat çeker. Sülüsleri ileride celî sülüste büyük değişim yapacak olan Râkım’a örnek olan Hâfız Osman da celî sülüsle eser vermiştir. Bugün kolaylıkla görülebilecek Üsküdar, Doğancılar’daki Şehid Süleymanpaşa Camii Çeşmesi kitabesi ve Karacaahmed Mezarlığı’ndaki Siyavuş Paşa mezartaşı kitabesi incelendiğinde harflerin basitliği yanında, terkip olarak da, harflerin istiften ziyade belli yerlere kümelendiği görülür. Sultanahmed Camii (XVII. Yüzyıl) takkapısında Seyyid Kâsım Gubârî tarafından yazılan kitabede, harflerin yapısında, Osmanlı’nın başlangıcına göre mesafe alındığı görülür. İstifte ise, dik harflerin yan yana dizilişi Selçuklu celîsi’ni hatırlatır. Kitabeye bakılınca dik harfler, gözü hemen kendisine çekmektedir. Üsküdar Yeni Valide Camii (XVIII.Yüzyıl) yazılarında, özellikle cami yanında Gülnûş Emetullah Türbesi iç tarafında taşa mahkûk Âyete’l-kürsî , Râkım öncesi Osmanlı celî sülüsünün çok başarılı bir örneğidir. Harflerin tenâsüb ve olgunluğu zamanına göre dikkatçekici seviyededir. Bu yazıların hattatı Mehmed b. Mustafa “Mehmed Bursevî ”dir. Ayasofya İmaret Kapısı üzerinde, Bursa Emir Sultan Camii yakınında iki çeşme kitabesi ile İstanbul, Ayasofya meydanı su terazisi bitişiğindeki çeşme kitabelerini yazan hattat Moralı Beşir Ağa (ö.1165/1752)’nın celî sülüs harfleri ve terkipleri, tarihî seyiri içerisinde celînin önemli örneklerindendir. Harflerin tenâsübü yanında kalem hareketleri de belirgin bir haldedir. Beşir Ağa, istif içerisinde hareke ve tezyinî işaretleri az miktarda kullanmıştır. İstif, Râkım öncesi celî sülüs istifleri içerisinde terkip mükemmeliyeti olan örneklerdendir. İncelediğimiz dönemlerden, Osmanlı’da aklâm-ı sittede özellikle sülüs ve nesih yazıda büyük başarı sağlanmış, çok güzel ve başarılı eserler verilmiştir. Celî sülüste ise gerek harfin tenâsübünde gerek istifte, terkipte istenen başarı sağlanamamıştır. Bu dönemde celî sülüste hareke ve tezyinî işaretler ya hiç kullanılmamış, yahut çok az miktarda kullanılmıştır. Harflerle birlikte, hareke ve tezyinî işaretler de yapı olarak basit ve bozuk bir haldedir. Mustafa Râkım’ın Celî Sülüs’te Ortaya Koyduğu Yenilikler Mustafa Râkım’ın celî sülüste yaptığı değişim şu başlıklarda toplanabilir : 1- Harflerin bünyesini ıslâh etmiştir. 2- Harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki ideal ölçüyü yakalamıştır. 3- İstifte olağanüstü başarı sağlamıştır. Mustafa Râkım’a gelinceye kadar hattatlar, celî sülüs harflerinde, yapı olarak tenâsübü bir türlü sağlayamamışlardır. Aynı harfin yazımında bile standart tutturulamamış, yazı sadece kalın yazılabilmiştir. Fatih devrine kadar celî sülüs, mimarî’de bir süs unsuru olarak görüldüğü için başlıbaşına ele alınmamış, bu sebeple de celî sülüste, gerek harf yapısı, gerekse istif yönünden aklâm-ı sitte derecesinde başarı sağlanamamıştır. Başlangıcından itibaren özellikle Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı döneminin celî sülüsleri, harf ve istif yönünden incelendiğinde harflerin kütlüğü, yalınlığı yanında, kalemin yazılış özelliklerinin bulunmadığı hemen farkedilir. Celî sülüs, bu özellikleri ile Osmanlı’da da uzun süre devam etmiştir. Her ne kadar harflerde, önceki dönemlere göre önemli sayılabilecek düzelmeler mevcut ise de, istif güzelliği ve harflerin gerçek tenâsübü (ölçü, oran) Râkım’a kadar yakalanamamıştır. Daha önce görülmeyen, harflerde kalem hareketlerinin hakkı ve güzelliği ile harflerin tenâsübü, terkibin güzelliği, Râkım’ın özellikle olgunluk dönemi eserlerinde açıkça görülür. Önceki dönemlerde görülmeyen bu durum, Râkım’ın celî harflere getirdiği en büyük özelliktir. Râkım, celîde harf güzelliği bakımından, Hâfız Osman’ın sülüsteki başarısını yakalamıştır. Celî sülüste Râkım’ın tamamlayıcısı olarak kabul edilen hattat Sâmi Efendi’nin şu sözü, bu hükmü doğrular mahiyettedir: “ Hâfız Osman’ın sülüslerini büyütürseniz Râkım’ın celîsini, Râkım’ın celîsini küçültürseniz Hâfız Osman’ın sülüslerini bulursunuz” Râkım, harflerin bünyesini ıslah ederek, harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki uyumu yakalamıştır. Râkım, Hâfız Osman’ın sülüs ölçülerini büyüterek celîye başarı ile tatbik etmiştir. Mustafa Râkım, Hâfız Osman’ın sülüs ve nesih yazılarını dikkatle inceleyerek,bu üstadın sülüs harflerindeki gövde ve duruş güzelliklerini celîye tatbik etmiştir. Celîde kalem hakimiyetini sağlayarak, harfleri en güzel, ideal ölçülerine kavuşturmuştur. Bu sebeple Râkım’ın celî sülüs harfleri, Şeyh’in ve bilhassa Hâfız Osman’ın sülüs harfleri gibi canlı ve hareketli bir yapıya sahiptir. Bu durum, gerek harfler tek tek incelendiğinde, gerek istif içerisinde açıkça görülebilir. Yazıda harflerin veya harfleri teşkil eden kısımların, genel bir tabirle istifi oluşturan çizgilerin, istif sahasına uyumlu bir şekilde ve aynı nisbette yayılması, yani istif örgüsünün her tarafının aynı yoğunlukta olması, istifte organik bütünlüğün temini, çizgiler arasında denge, uyum, ritm ve ahengin bulunması güzel bir istifin temel unsurlarıdır. Râkım harflerdeki tenâsübü ve ölçüyü sağladıktan başka, gerek satır, gerekse katmerli istifte, harfleri bir birleri ile kaynaştırmıştır. İstifte harfler adeta birbirlerini kucaklamışlardır. Râkım’ın olgunluk dönemi eserlerinden, 1234 / 1819 tarihli Nakşıdil türbesi yazıları özellikle Nakşıdil İmaret çeşmesi üzerinde bulunan celî sülüs müsenna ayet ve ayrıca papağan şeklinde istiflediği yazı , harflerin onun elinde nasıl yumuşadığının, hamur haline geldiğinin delilidir. Arıca Râkım, istiflerinde tezyini işaretleri çok fazlaca kullanmamıştır; Râkım yazıları, harf gövdeleri ile ön plândadır. Ancak harflerin tenâsübünü sağladıktan sonra sınırlı miktarda, yazıyı boğmayacak şekilde, hareke ve tezyinî işaretleri kullanmıştır. Şu bir gerçektir ki, Osmanlı’da istif, Râkım’la gelişme yolunu bulmuştur. Önceki yüzyılların celî yazıları ile Râkım’ın harf , kelime grupları ve istifleri karşılaştırılırsa, Râkım’ın harflerindeki canlılık ve azamet, istiflerindeki güzellik daha iyi görülebilir. Râkım öncesi celî harflerinde mevcut donukluk ve orantısızlık yerini tenâsüb ve canlılığa bırakmış, istif dağınıklıktan kurtulmuştur. Râkım harflerinin diğer bir özelliği, uzaktan rahatça görülebilecek toklukta oluşlarıdır. Harfler, yazılacakları yahut asılacakları yere göre güzellik ölçüsüne kavuşmuşlardır. Râkım celî sülüste evvela harflerin bünyelerini ıslâh ederek, harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki uyumu bulmuştur. Râkım harflerinde kalem hareketlerinin hakkını, güzelliğini ve canlılığını görmek mümkündür. Râkım, harfleri istif içerisinde en güzel şekilde kullanmış, onları teşrifata uygun olarak dengeli bir şekilde dağıtmıştır. Celî sülüste yaptığı inkılâpla mektep oluşturan Râkım, celîdeki tavrını ağabeyinin ölüm yılı olan 1221 / 1806 yılından sonra ortaya çıkartmıştır. Mezkur tarihten itibaren Râkım celîsi hızlı bir gelişme yoluna girmiştir. 1230 / 1815 – 1234 / 1819 yılları Râkım’ın olgunluk dönemidir; en güzel eserlerini bu tarihler arası vermiştir. 1234 / 1819 tarihi Râkım’ın harf ve terkip mükemmeliyetinin zirvede olduğu tarihtir. Bu tarihte yazdığı Fatih, Nakşıdil türbesi yazıları ile Eyüp, Çelebi Mustafa Reşîd Efendi mezartaşı kitabe yazıları, olgunluk döneminin en önemli eserleridir. Gerek Nakşıdil yazıları, gerek Eyüp’teki mezartaşı kitabesi, harflerinin tenâsübü ve istif mükemmeliyeti bakımından, hattatların ziyaretgâhı olmuştur. Râkım’ın sanat hayatı genel hatlarıyla, 1221 / 1806’ ya kadar başlangıç yılları, 1221 / 1806 – 1230 / 1815 arası gelişme dönemi, 1230 / 1815’den sonrası ise olgunluk dönemi olmak üzere üç kısma ayrılabilir. Takdir olunur ki, bu sınıflama , Râkım eserlerinin tasnifi sonucu, genel hatları itibarıyla ve bir fikir oluşturması amacıyla yapılmıştır; muhakkak ki bu tarihler öncesi ve sonrasıyla irtibatlıdır. Râkım önceleri celî yazıları kareleme (murabba’) usulü ile büyüterek yazıyorken, son döneminde eline gelen meleke sayesinde, kalem ağzı kalınlığı 3 cm. olan Nakşıdil türbesi kuşak yazısını doğrudan kamış kalemle ve sulu siyah mürekkeple yazmıştır. Bugün, İstanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde muhafaza edilen yazı kalıplarında bunu görmek mümkündür. Râkım’ın istifleri harflerin gövde ve duruşlarıyla ön plandadır. Sanat hayatının ilk yıllarında, harekeyi seyrek bir şekilde kullanmıştır. Ayrıca, Râkım’ın başlangıcındaki harekelerinde bir üslûb da yoktur. Râkım’ın harekelerdeki estetik gelişimi, celî sülüsteki gelişimine ayak uyduramamıştır. 1230 / 1815’den sonra artık, Râkım yazılarında harekeler, harf gövdeleri yanında kendilerini göstermeye başlar, ama harf gövdeleri yine de, hareke ve tezyinî işaretlere baskındırlar. Râkım, istifte teşrifata riayet ettiği için harekeleri de yerli yerinde kullanmış, harekelerin teşrifatına da riayet etmiştir. Râkım, padişah tuğralarını da, hat ve şekil yönünden ıslah ederek, bu konuda da inkılâp yapmıştır. Râkım’ın padişah tuğralarındaki gelişimi, celî sülüsteki gelişimi ile paralellik arzeder; 1230 / 1815 tarihinden sonraki tuğraları olgunluğun zirvesindedir. Tuğra’da önce yazıyı ıslah etmiş; kürsü kısmını alt taraftan yuvarlak bir şekle sokmuş, istifi yeniden düzenlemiştir. Beyzaleri germiş, sol taraftan hafif yukarıya kaldırmıştır; tuğ ve zülfeyi de genel görünüm ile uyumlu bir hâle getirmiştir. Râkım bütünüyle değerlendirildiğinde, daima yeniliğe açık ve cesur bir sanatkâr olduğu görülür. Her yazısında farlı bir nükte denemesine girişmiş, bunda da başarılı olmuştur. Mihrişah Sultan türbesi için hazırladığı hilyenin tac kısmında ve hilye metni etrafındaki kuşakta kullandığı harf tetâbukları, onun daha sanat hayatının başlangıcındaki yenilik arayışlarını gösterir. Mustafa Râkım Efendi, XIX. yüzyıla kadar celî sülüste bir türlü gerçekleştirilemeyeni başarmış, Şeyh Hamdullah ve bilhassa Hâfız Osman sülüslerindeki canlılığı celî sülüse tatbik etmiştir. Yazı istifinde de, Osmanlı hattatlarının öncüsü olmuştur. Padişah tuğralarındaki hat ve şekil bozukluğunu gidererek estetiği yakalamıştır. Celî sülüste “mektep” sahibi olan Râkım, kendinden sonra gelenlerce yegâne üstad olarak kabul edilmiştir. |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|