|
Köşe Yazıları Beğendiğimiz yada kendi yazdığımız köşe yazılarını paylaşabiliriz. |
Seçenekler | Stil |
08-16-2010, 19:21 | #1 |
Mavi Marmara'da kaç MOSSAD ajanı vardı?
Yazının tamamını okuma fırsatı olmayanlar için öncelikle şunun altını çizelim: Bu yazı, güçlü devletle güçlü istihbarat arasında birbirini tamamlayan ilişkiyi anlatmaktadır.
Örneğin, Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisinde hangi ülkenin istihbarat elemanlarının sayısı fazlaydıysa, o ülkenin gerçekten işini ciddiye alan büyük bir devlet olduğuna hükmedebilirsiniz. Eğer Mavi Marmara’da MİT elemanlarının sayısı fazlaydıysa Türkiye, MOSSAD ajanlarının sayısı fazladıysa İsrail, CIA ajanlarının sayısı fazladıysa ABD büyük devlettir. Bunu Rusya, Almanya, İngiltere vb. şeklinde uzatabilirsiniz. Bu saptamanın tersi de mümkün. Mavi Marmara’da MİT görevlilerinin sayısı azdıysa Türkiye’nin, MOSSAD ajanlarının sayısı azdıysa İsrail’in yeterince ciddiye alınmaya değmeyecek devlet olmadığını söylerseniz, tarihi gerçeklerin hilafına bir beyanda bulunmuş olmazsınız. Tarih göstermiştir ki, büyük devletler; her ayrıntıyı ciddiye alan, önemseyen ve hadiselerin akışını kendi lehlerine çevirecek istihbarat ağı ve akışı oluşturabilen ülkeler arasından çıkmaktadır. Örneğin Osmanlı Devleti’nin yıkılışında İngiltere’nin gizli servis elemanlarının büyük etkisi olmuştur. İngiliz ajanları Osmanlı toprağını bir örümcek gibi sarmışlar ve âdeta yerin kulağı vardır anlayışına taş çıkartacak şekilde örgütlenmişlerdir. Bunları yaparken, her çeşit ajanlardan, örneğin özellikle iyi Türkçe bilen Rum, Ermeni, Musevî ve kimi gayrimüslimlerden ve mevcut hükûmetle arası iyi olmayan kişilerden, gayrimemnunlardan, rejim muhaliflerinden, İngiliz yandaşlarından, çıkar düşkünlerinden, boşboğazlık yapan şarlatan politikacı ve yetkililerden, özellikle o dönemin basın camiası içinde yer almış kişilerden ve Anadolu’da sözde geziye çıkan gezginlerden yararlanma yoluna gitmişlerdir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin çökmek üzere olduğu dönemde İngiliz Gizli Servisinin Başkanı olan Sir Walter Bullivant, Osmanlı topraklarında sergiledikleri istihbarat çalışmalarından söz ederken şunları söyler: “Her yandaki ajanlarımdan, yani Güney Rusya’da dilencilerden, Afgan at tüccarlarından, Türkmen tacirlerinden, Mekke yolundaki hacılardan, Kuzey Afrika’daki şeyhlerden, Karadeniz takalarındaki denizcilerden, koyun postu içindeki Moğollardan, Hint fakirlerinden, Körfezdeki Yunan tüccarlarından ve şifre kullanan saygın konsoloslarından raporlar alıyorum” der. (Ayrıntlı bilgi için: Osman Özsoy,Türk Kurtuluş Savaşı, Timaş Yayınları, Tel: 0212 511 24 24) Peygamber Efendimizin İstihbarata Verdiği Önem Daha önce bu köşede istihbaratın önemine dikkat çeken birkaç yazımız oldu. Yukarıda yaptığımız kısa girişten sonra konunun ayrıntılarına geçmeden önce bir noktayı hatırlatmakta yarar var. Yazının bende kayıtlı word dosyasındaki orijinal başlığı “Mavi Marmara’da kaç MİT ve MOSSAD ajanı vardı?” şeklinde... Fakat internet ortamında yazı başlığı her bir kelimede ortalama sayıda harf bulunma şartıyla 5 kelimeyi geçmemesi yazı tekniği açısından daha uygun görüldüğünden başlık kısaltıldı. Yazı başlığının “Mavi Marmara’da kaç MİT ajanı vardı?” şeklinde kısaltılması da mümkündü. Yazının başında büyük devletler istihbarata önem veren ülkelerin arasından çıkar tespitinde bulunmuştuk. Nitekim Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) Allah’ın bir lütfu olarak herşeyden zahmetsizce haberdar olması mümkünken, güçlü bir istihbarat ağı oluşturmayı asla ihmal etmemiştir. Bu konuda en iyi örneklerden biri amcası Hz. Abbas’ın durumudur. Hz. Abbas Mekke’de yaşamasına rağmen Müslümanlığını gizlemiş, Mekke'deki müslümanları koruduğu gibi, Mekke ve müşriklerle ilgili sürekli Peygamberimize bilgi akışı sağlamıştır. Müşrikler Bedir'e giderken zorla Hz. Abbas'ı da götürmüşler, Hz. Abbas'ın kerhen müşriklerle Bedir savaşına katılması üzerine Peygamber Efendimiz, "Abbas'a her kim rastgelirse sakın öldürmesin. O, müşriklerin zoru ile yurdundan gönülsüz çıkmıştır" buyurmuşlardır. Bu konuda çok sayıda örnek vermek mümkündür. Osmanlı Devleti ve İstihbarat... Geçtiğimiz yıl bu köşede, “Osmanlı istihbaratı öyle bir iş yaptı ki...”başlıklı yazı kaleme almıştık. Yazıda, Sovyet Rusya’nın kurucu devlet başkanı olan Lenin’in, Osmanlı istihbaratının başarılı bir operasyonu ve desteği ile Rusya’nın başına geçirilme sürecini anlatmıştım. “Martin Luther Osmanlı ajanı mıydı?” bir başka yazıda da (Tercüman, 12 Nisan 2005), Hıristiyan birliğini parçalayan isim olan Martin Luther ile Kanuni Sultan Süleyman arasındaki irtibattan söz etmiştim. Nitekim Ord. Prof. İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi adlı kapsamlı eserinde, Feridun Bey’in Münşeatı’nda yer alan tarihi vesikalardan yola çıkarak, Kanuni’nin, Alman İmparatoru Şarlken’i kendi içinden vurmak amacıyla plan yaptığını, Luther’le irtibata geçtiğini, onunla yazıştığını, Papa’ya karşı mücadele başlatması durumunda Osmanlı askerinin karadan ve denizden kendisine yardım edeceğini belgeleriyle yansıtır. Asırlarca Hıristiyan dünyanın dini liderleri İstanbul’dan belirlenmiştir. Tarih ve Tabiat Vakfı’ndan çıkan, Hans Pfeffermann'in yazdığı, çevirisini Prof. Kemal Beydilli'nin yaptığı ‘Rönesans Papalarının Türklerle İşbirliği’ kitabı bu konuda önemli kaynaktır. Osmanlı Devleti’ne çalışan ve Müslümanlığını gizleyen bir kişinin Vatikan’da Kardinalliğe kadar yükseldiğini, yaşı iyice ilerleyince Fatih Sultan Mehmet’e mektup yazarak, “son nefesini İstanbul’da verip bir Müslüman mezarlığına defnedilme arzusunda olduğunu” iletince, Fatih’in kendisine, “son nefesine kadar görevine devam edip, vefatından sonra da bir Hıristiyan mezarlığına defnedilmesi gerektiği” bilgisini kendisine cevaben ulaştırıldığı kayıtlarda bir bilgi olarak yer almaktadır. Büyük devlet dediğin... Sözün kısası, büyük devletler böyle olurlar. Herşey kontrolleri altında olsun isterler. Hele ki bu coğrafyada. Örnekleri çoğaltarak yazıyı uzatmak istemem. Türkiye’yi bir ülke ile savaşın eşiğine kadar getiren Mavi Marmara bir sivil girişim olarak gerçekleşmiş olsa bile, MOSSAD’ın veya MIT’in bu işe tamamen bigane kaldığını düşünüyorsanız, devlet denilen yapıları yeterince tanımıyorsunuz demektir. Bu iki ülkeden hangisi daha başından itibaren sürece tamamen bigane kalmışsa ve olayı kendi haline bırakmışsa ciddi bir devlet olduğunu söylemek zordur. Büyük devletler ilkokul müsamerelerini bile kendi haline bırakmazken, böylesi bir girişimde kayıtsız kalabileceklerini düşünmek mümkün müdür? Eğer bu olayda MİT en iyi bilgi akışını sağladıysa ve süreci istediği istikamette yönlendirdi ise Türkiye’nin, MOSSAD sağladı ise İsrail’in bölgedeki etkinlik fotoğrafını derinleştirebilirsiniz. Kimi zaman bir gemide gidenlerin kimler olduğu belli olur da, pusulaya bakanların ve dümeni tutanların kimler olduğu belli olmaz. Büyük devlet; dümeni kontrol eden devlettir. Bu hadisede ne mi olmuştur? İnanın zerre kadar bilgim yok. Tarihteki benzer örneklere bakarak tek söyleyebileceğim, olası etkilerinin ne olabileceği konusunda çocukların bile çıkarımda bulunabileceği böyle bir olayın, “biz sadece Gazze’ye yardım götürüyorduk, gerisi bizi ilgilendirmez” sığlığında bakılamayacağıdır. Kimileri olayı sadece bu pencereden görebilir. Kendilerince haklıdırlar da... Ama işin sonucu bir ülkenin kaderini etkiliyorsa, devletler buna tüm argümanları ile ilgisiz kalamazlar. Burada unutulmaması gereken, büyük devletlerin asla hiçbir işi şansa bırakmayacaklarıdır. Dilerim Türkiye, hadiseyi başından itibaren en iyi şekilde sevk ve idare eden ülke durumundadır. Bölgede ülkemden habersiz yaprak bile kımıldamaması beni ziyadesiyle memnun eder. Ama yapraklarımı başka ülkelerin rüzgarlarının sallandırması da o kadar rahatsız eder. Sözün kısası, bir ülke için istihbarat, hava kadar, su kadar değerlidir. Yaşamak için... Prof. Dr. Osman ÖZSOY |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|