12-30-2008, 16:22 | #1 |
ÖLÜM, Bizlere Nasıl Seslenir ?
Öteler Limanının Üzgünler Misafirhanesi’nden, Fıtratına Ayrılıklar Nefhalaştırılmış İnsan’adır, bu sesleniş.... Kapını çalıyorum, öyle ansızın çıkıp gelen davetsiz bir misafir gibi. Belki de ümitle koşuyorsun kapıya, uzun zamandır gelmeyen dostunun kapı çalışına benzetmişsindir, bu sesli ve sessizlik arasındaki dokunuşu. Ürkek ürkek aralarken kapını, eşikte beliren aydınlıktan irkilmen de neden?!… Gelen dost, siması hatırda kalmayacak kadar mı unutuldu, ya da gelenin hiç gelmeyeceği mi dimağlara nakış nakış dokundu? Şimdi anlıyorum, yüzündeki bu şaşkınlığı, ellerinin titreyişini, çehrenden süzülen çiğ tanelerini. Anlaşılan sen kapında hep dost görmeyi düşlemişsin, iyi de ben de senin bir dostun sayılmaz mıyım bir yerde? Hem de ben, senden öyle her şeyin ilkini istemem, benim senden tek isteğimdir, seni davet etmeye geldiğim yere benimle gelmen. Benim dostluğum öyle baki değil, dostluğumun diyetidir: ''Baki'nin kapısına dostu getirmek.'' Tedirginliğini, yükünü hissediyorum gözlerine bakarken.. Soğukluğum ürpertse de bedenini, şimdi mahçupluğa salmadan, beni tut ellerimden.. Senden istediğim; faniliğin deryasında dolaştırdığın ilklerinin, sonlarını avuçlarıma bırakmandır. İlk sevdanın, son busesini, ilk kahkahanın, son tebessümünü, ilk ağlayışının, son damlasını, sende son kalan her ne varsa, son nefesini, son duanı, son bakışını, son umudunu ve sonlara sakladığın en son sevdanı bırak şimdi seni sana getirecek rüzgarıma… Beni hep kendinden uzaklara savurmanın nedeni ne ki? Oysa bilmez misin sana yakınlığımı, son adımın olabileceğim aklına gelmez mi? Sıcacık yatağında uyurken, yastığının altını yoklamaz mısın ellerinle? Gözlerini açamadığın derin uykularını, mana yüklü rüyalarını bana yormaz mısın? Hep aramıza dağları koyman, yüceliklerini aşamayacağım zannını mı uyandırır sende? Oysa tefekkür etmez misin, seni o mesafelerin kuytularına saklayanın, beklenen gün geldiğinde aşikarlıkla baş başa bırakacağını… Başkalarına yakıştırdın hep çatkapı gelişlerimi, sana gelmeden haber vereceğimi zannettin, vermedim değil. Ama baharın kollarına öylesine sarmışsın ki kendini, güzün yaklaştığını, gelen kırkikindi yağmurlarının seni alıp götüreceğine hiç ihtimal vermedin. Her ismimi duyunca susturuverdin etrafında yankılanan sesleri.. Bulunduğum her kareden kesip aldın resmini, akıp giden sulara yazdın gidip de gelmeyeceğini sandığın cismimi, oysa ben her tan ağarışında üzerine doğan, her seher kızıllığında koynuna girip uykuya dalandım. Zaman dilimi bilmem ben, kuytu köşelerin birinden çıkıp gelirim,’’ istenilen istendiğinde’’.. Öyle suretim yoktur benim, kimi zaman en sevdiğinin elinden, kimi zaman hayal bile etmediğin bir iklimde sunarım sana vuslat şerbetini… Gözlerinin kaybolduğu ufukta değilim ben, göz kapaklarının kapandığı yerde ara beni. Ah fani, yanıbaşında gezinirim de ’’Bana uğramaz.’’ dersin. En sevdiklerini bırakırsın da kollarıma, kendi benliğini neden vermek istemezsin? Beni sonlara değil de, başlangıca vesile eylemezsin; faniliğin elemini dilersin de, Rahmet deryasından çekinirsin. Bütün vebali bana yüklersin de, O seni, senin sevdiğinden çok sevenin emri geri çevrilmez bilmez misin, bilmez misin? İlknur Doğanay |
|
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|