|
Türkler'in ve Yabancıların Biyografileri Ünlüler, Artistler, Aktörler, Sanatçılar , Rektörler, İş Adamları, Gazeteciler, Kaşifler, İdoller, Örnek Alınacak Kişiler - Biyografi |
|
Seçenekler | Stil |
|
02-22-2010, 00:49 | #1 |
Refik Durbaş ( Hayatı, Biyografisi ve Yaşamı Hakkındaki Yazılar
REFİK DURBAŞ
-------------------------------------------------------------------------------- Y A Ş A M I : 10 Şubat 1944'te Erzurum’un Pasinler ilçesinde doğdu. İzmir Necatibey İlkokulu, Karataş Ortaokulu ve İzmir Namık Kemal Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ndeki öğrenimini bitirmeden ayrıldı. 1965-1968 arasında çeşitli işlerde çalıştı. Yeni İstanbul ve Cumhuriyet gazetelerinde düzeltmenlik yaptı. 1983'te Cumhuriyet gazetesinin düzelti şefi oldu. İlk şiiri İzmir'de Ege Ekspres gazetisinin sanat sayfalarında yayınlandı. Devinim, Gösteri, Sanat Olayı, Soyut, Papirüs gibi dergilerdeki şiirleriyle dikkat çekti. Arkadaşlarıyla birlikte 1962-1964 arasında "Evrim" dergisini, 1967'de de "Alan 67" dergisini yayınladı. "Yeni A" dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Gazetelerde sanat sayfaları hazırladı. İkinci Yeni esintisi ile başladığı şiir yaşamı, zamanla toplumcu yönelim kazandı. Kendine özgü dili ve benzetmeleriyle, baştan beri tavrını ve varlığını keskinleştiren, anlam kadar biçime de önem veren şiirler yazdı. Çarşıların, işçi kızların, pazar yerlerinin, çey evlerinin danyasını yansıtan şair olarak tanındı. Şiirinde günlük konuşma dili içine ustaca serpiştirilmiş eski sözcükler de kullandı. -------------------------------------------------------------------------------- E S E R L E R İ : Kuş Tufanı (1971) Hücremde Ayışığı (1974) Çırak Aranıyor (1978) İkinci Baskı (1979) Çaylar Şirketten (1980) Denizler Sincabı (çocuklar için şiirler,1982) Kırmızı Kanatlı Kartal (çocuklar için şiirler, 1982) Nereye Uçar Gökyüzü (1983) Siyah Bir Acıda (1984) Bir Umuttan Bir Sevinçten (1984, toplu şiirler 1) Yeni Bir Defter-Şiirler-Meçhul Bir Aşk (1985) Adresi Uçurum (1986, toplu şiirler 2) Geçti mi Geçen Günler (1989) Menzil (1992) Kimse Hatırlamıyor (1994, toplu şiirler 1) Nereye Uçar Gökyüzü (1994, toplu şiirler 2) İki Sevda Arasında Kara Sevda (1994) Tilki Tilki Saat Kaç (1995) Düşler Şairi (1997) İstanbul Hatırası (1998) RÖPORTAJ: Ahmed Arif Anlatıyor: Kalbim Dinamit Kuyusu (1990) İNCELEME: Şair Cezaevi Kapısında (1992) Galata Köprüsü (1995) İlhami Bekir'den Mektup Var (1997) DENEME: Yazılmaz Bir İstanbul (1988) İki Sevda Arasında Karasevda (1994) Yasemin ve Martı (1997) ANTOLOJİ: Türk Yazınında Cezaevi Şiirleri (1993) Öykülerle İstanbul (1995) YENİLEŞTİRME: Yedi İklim Dört Bucak (1977, Evliya Çelebi'den çocuklar için) Şakaname (1983, Evliya Çelebi'den çocuklar için) Mavi Alacalı Baston (1983, Muallim Çelebi'den çocuklar için) ÖDÜLLERİ 1979 Yeditepe Şiir Armağanı Çırak Aranıyor ile 1983 Behçet Necatigil Şiir Ödülü Nereye Uçar Gökyüzü ile 1993 Halil Kocagöz Şiir Ödülü Menzil ile --------------------------------------------------------------------------------- DÜŞ SATICISI Yoksul bir adamdı İstanbul'un adı "Gül" ile başlayan bir kenar mahallesinin bakla sofa nohut oda gecekondusunda... Ama düşleri zengindi. Sevinçleri, umutları, sevdaları Anıları zengindi. Gül satıyordu Beyoğlu'nda her akşam. Düş satıyordu. Sevinç satıyordu, umut ve sevda bir de... Bir de hüzünlü anılarını ve karşılıksız aşklarını... Her akşam deste değil, tek tek. Akşamın karanlığı Beyoğlu'nun saçaklarını aydınlattığında elinde bir deste gül ile kaldırımları mekân tutuyordu. Genç kızlar, onun gül kokusuyla Taksim'den Tünel'e iniyordu. Delikanlılar, onun rüzgarıyla süslüyordu genç kızlara çapkın bakışlarını. Dolapdere'nin, Kasımpaşa'nın arka sokaklarından çocuklar onun sevinciyle geçiyordu gecenin ve çocukluğun tünelinden... Adını sordum. "Gül" dedi, başka bir şey demedi. "Eski zamanda olsa, bir şair vardı o olsaydı her akşam bütün güllerimi alır Beyoğlu'nun bütün kızlarına dağıtırdı." "Şimdi" dedi "şairler ne gülün kokusundaki hüznü anlıyorlar ne bir sevgiliye yakıştığını..." Bir hüzün anıtı olarak duruyordu her akşam Taksim ile Galatasaray arasında... Bir sevda, bir sevinç, bir umut anıtı... Yaşanmamış gençliğinin gönlü kırık anılarının yoksul hayatının zengin düşlerinin toprağında beslediği; sevdasının ve sevincinin umudunun ve hüznünün suyu ile suladığı günlerden derlediği güllerden satıyordu. Oysa ne Beyoğlu farkındaydı adamın; ne akşam sattığı güllerin kokusunun... Dün akşam, Refik Durbaş da bir gül aldı. Bir konfeti misali Beyoğlu'nun üstüne attı yapraklarını. Bütün bir Beyoğlu ve akşam ve o ana kadar yaşananlar ile anılar bir gül yaprağı istilasında kaldı. Güle kesildi hüzün de, sevinç de... Anılar ve umut da... Sevda ve sevinç de... Düşler ve düşlere sığmayan aşklar da... Akşam Beyoğlu'nun üstüne kapandı. Beyoğlu hüzünlü anılar misali düşlerin üstüne... Adam, hâlâ gül satıyordu. ..... * * * . * * * ..... ARKA KAPI Yağmurlar mevsiminde Gül kokusunda ne var? Yalnızlıklar ikliminde Acılar bir de ömrüm Karşılıksız aşklar gibi Geçti gitti baharlar Bir sevda kaldı bir de ben Hüzünler ve ömrüm Kapının önünde: Refik Gül kokusunda kan var Kapının ardında: Durbaş Bir de ömrüm ey ömrüm ..... * * * . * * * ..... MAJÜSKÜL BİR KADIN YÜZÜNE Eski yazma kitaplarda aranan saçları kadifeli ipek bir kadın gittiği her yeri bir majüskül sanarak yüzünün bir yanını yazlık sinemalara bir yanını bekâr adamlara uyduruyor Sokak sesli eskürbacı mı bu kadın el kadar bir tiren taşıyor koynunda ki onu herkes soyguncu bilmektedir vampir diye yazıldığı kitaplarda bir sansarla evlendiği de söyleniyor İçinde aşkın hurda bisikleti nereye gitse bir harf uçuyor yüzünden tenha ve gizli takvimlerde şimdi yapma bir gül kalmıştır elinde tahta atıyla geçtiği günlerden ..... * * * . * * * ..... TUZAK Nefretin adresini mi soruyorsun cinnet yağmurunda kimsesiz kuşlardan rüzgarı çalınmış yalnızlığımı mı sevdanın adresini mi soruyorsun ayrılığı mavi, hüznü beyaz uçan Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni. Sensin çılgınlığımın zalim kaynağı elemin aşktan damıtılmış alevi taşarken yüzünden hicranın ırmağı zulmetin vahasını mı arıyorsun bakışı gül sesi, gülüşü yaz açan Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni. Fırtınası çalınmış işte umudun gençliğimin şafağı da haczedilmiş acının ve aşkın tarihini yazmadan su menzilinde akşam mı avlıyorsun ikindisi kumral, baharı az olan Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni. Çile kuşatılmaz demedim mi sana nur heykeli, gün avcısı, ay alevi yüzü bereketli sevdalar tuzağı kalbimin adresini mi soruyorsun soyadı hüzünlü, adı naz anılan Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni. ..... * * * . * * * ..... AĞITLAR Gözleri bir umudu, bir dalgınlığı yaşıyor Ağzında kalabalık bir öpüşme ormanı - Kalbindeki katiyyen ben değilim yüzünde küçük inzal kuşları. ..... * * * . * * * ..... BİN KUŞ AYIŞIĞINDA Şimdi senin soluğunda akşam çiçekler ve sular kadar yalnızım bir o kadar da esmer saçların bin kuş esiyor sanki ayışığından ..... * * * . * * * ..... KİMSE HATIRLAMIYOR Kimse hatırlamıyor adımı Bahar gelmiş. Balkonlar serin Annelerin çocuk ambarı balkonlar serin Su dalgın değil. Bademler açmış - Sahi kaç yıldır yalnızım ben? Çiçekler çürümüş saçlarımda. Bembeyaz uzun kuşlar da uçmuş fotoğraflarımdan Bulutlar da. Yüreğimde karanfillerden damıtılmış bir yas Yaşıyor muyum acaba? ..... * * * . * * * ..... BİR BAŞKA GÖKYÜZÜ BİR BAŞKA SEVDA Bu mavi gök, yeşil yaprak, gri su altında hüzün asla yakışmıyor sana Stockholm'de ne de dünyanın herhangi bir yerinde kalbim, ah kalbim tarifsiz alevler içinde İstanbul'da ve dünyanın herhangi bir yerinde Nice özlemiş, nice sevmişim, adın çığlıklarla geçiyor bir mavi gök, yeşil yaprak, bir gri su kalbim, ah kalbim tarifsiz acıların alevinde nice Stockholm'de, nice İstanbul'da sürgünde dünyanın herhangi bir yerinde Ne olabilir bir aşkın karşılığı yaşamın ve ölümün intiharın? Orada bir başka gökyüzünün burada bir başka yeryüzünün? Gülün ve özlemin ve karasevdanın sürgünde dünyanın herhangi bir yerinde? Kalbim, ah kalbim nice alevin özleminde ..... * * * . * * * ..... KUŞLAR DA ÖLÜR Her sabah böyle ağlar mı Üsküdar yoksul karanlığında kuşların aşkın ve umudun bir de acının rüzgarıyla uçarken bulutlar Herkesten çok kendime yabancı yaşadığımdan bir hayli yanlışsam kim süzer gözlerimden ışığı ölümü yüreğimde avlamışsam Çalınsa da inancın alınteri sessizlikle boğulsa da sesim şafaklar yazacaktır kimliğini ufkumu kuşatan denizlerin Sabah olsun giderim, sen kalırsın kalır seninle, binlerce kuş cesedi içimde sönmeyen o diri yangın ve sessizliği özetlemek hüneri Aydınlığımdan damlarken umutlar zulmün ve kederin bir de acının hâlâ barınağıysa yalnızlığın artık her sabah ağlasın Üsküdar ..... * * * . * * * ..... ÇIRAK ARANIYOR Elim sanata düşer usta Dilim küfre, yüreğim acıya Ölüm hep bana Bana mı düşer usta Sevda ne yana düşer usta Hicran ne yana Yalnızlık hep bana Bana mı düşer usta Gurbet ne yana düşer usta Sıla ne yana Hasret hep bana Bana mı düşer usta ..... * * * . * * * ..... ÇAYLAR ŞİRKETTEN İstanbul - Ankara - Kayseri Adana - Antep - Mardin Bursa - İzmir - Bodrum üç yıldır gider gelirim 302 Mercedesin arka koltuğunda ne yattığım yer belli ne içtiğim su gecem saçları ağarmış bir mavi kuş gündüzüm anıları yitik bir yeşil rüzgar gider gelir üç yıldır içimde dudakları çatlamış bir umut gözleri görmez acılar Aslen Urfalıyım kaç yıl oldu bilmiyorum kim tutar hesabım kim anlar halimden bir kış günü sabah namazından dönerken babam can vermiş duldasında karanlığın sesi kan davası deyi ertesi gün üç - dört kişiyle kaldırılmış cenazesi Ne babam katilinin alnının çatına kan nakışlı hançerini çalacak ağabeyim ne gelinliği hicran bezeli bacım ne sesini işittiğim yıldız yıldız bir kardaşım var kalmışım bir başıma yüreği nasırlı bir anayla Bahtına şivan düşe çocukluk Aslen Urfalıyım kaç yıl oldu bilmiyorum kim yazar defterim kim bilir derdim bir kış günü sırtımda acıya yamalı bir mintan ayağımda rengi aşınmış lastik pabuçlar içimde buz bağlamış bir hüzün ardımda gözü yaşlı bir ana ekmeği taştan çıkarmak uğruna alınterini sevdaya nakışlamak uğruna umudu aydınlığa boğmak uğruna verdum kendimi yollara Ne bir avuç toprak, ne alev alev bir umut gurbetliğimde geleceği sararmış bir ana sılamda yel götürmez sel üfürmez bir yalnızlık bir kış günü indim İstanbul Sirkeci'ye Yurduna şivan düşe umutsuzluk Aslen Urfalıyım kaç yıl oldu bilmiyorum kim okur kitabım kim bulur dermanım bir kış günü turizm seyahat şirketlerinde böyle başladı mavinliğimin öyküsü O gün bu gündür ezberimde artık yalnızlık ezberimde acının kilometre taşları ezberimde umudun küf tutmuş şafağı ezberimde sevdanın rüzgar renkli çığlığı ezberimde kes hızını ağlatma el kızını ezberimde kuzu kurdun yol Fordun bu gece ezberimde Orhan Gencebay, dertler benim olsun Gençliğin yağmuru yeni düşmüştü bıyıklarıma vurdum kendimi yollara Zulmüne şivan düşe yoksulluk Dünyanın başkenti Sultanahmet Anadolu'nun başkenti Sirkeci derler bir kış günü akşamın alacasında indim Sirkeci'ye dar bir sokak aralığında durdu otobüs yüzlerce küçük dükkan camlarında bütün Anadolu yüzlerce insan daha önce gördüğüm hiç görmediğim emanetçiler: neyim var gençliğimden başka bırakacak taksiciler: hangi deftere yazmıştım gurbetliğin adresini oteller: yeni çıktım sılamdan bu gece yatmasam da olur yüzlerce uğultu kuşu içimde, yüreğim daralıyor Ege Jet Balıkesir'e, İzmir'e hemen şimdi Cesur Turizm yolda kalmazsın hemşerim Diyarbakır, Urfa Dadaş Apollo 12'den hızlı Erzincan, Erzurum, Kars dünya şampiyonu yolların kralı Gazanfer Ankara soluğum buz tutmuş boğazımda renk değiştiriyor sesim şaşırıp kalmışım avucumda mavisi küflenmiş bir gökyüzü sigaraya yeni başlamış bir bulut katarı içimde sadece hüzün Ne yapmalı nereye gitmeli başı bağlanmış bu akşam karanlığında iş bulmak gerek, para tükendi tükenkecek (Paran mı vardı mendiline düğümlediğin üç-beş kuruştan başka) umut tükendi tükenecek, sevinç aydınlık inanç tükendi (zaten ne zaman tükenmemişlerdi) mutluluk sevda ekmek tükenecek tükendi tükeneceksılamın mazgallarını ışıklandıran özlem tükendi tükenecek yüreğimde ateşle yıkanmış heyecan ve bir uçurum Sokağın ucunu döndüm, sesim parçalamak istiyor bu uğultu ummanını birden bir esinti, serinlik, sanki çiçeklerden bir yaz yağmuru karşımda boynuma doladığımmendil kadar bir deniz parkta el ele dolaşan çocuklar gibi gemiler bıraksan 180 km hızla suyu yaracak kamyonlar otobüsler nereden gelip nereye giderler ben nereye bıraksa kader Rahmine şivan düşe gurbet Akşam inmek üzere, bir simit alıp deniz kıyısına oturuyorum bir sis yumağı ağır ağır dolanıyor Boğazın saçlarına bir martını kanadında eriyor güneşin son parıltıları okul yüzü mü gördüm ne gelir elimden sanatım yoksa Simit satmakla başlasam işe umudun alevi sönmesin diye Yüzümde pus tutmuş sabah köşebaşı rüzgar ayaz simit satarım susamlı poyraz renkli can kokulu ..... * * * . * * * ..... PUSULA Annemin öldüğü yaşı çoktan geçtim suyun vefası ve acılar - bir de gökyüzü çocuklarım olsa da Babamın öldüğü yaştayım artık gurbeti sıla, sılası hicran Bir de yalnızlık .... ..... * * * . * * * ..... |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|