|
Kitap Dünyası Kitaplarla ilgili tüm paylaşım burada. |
Seçenekler | Stil |
02-28-2010, 12:19 | #1 |
Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum, Ağladım (Paulo COELHO) Özeti, Konusu, Karakterler
Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum, Ağladım Yazarı : Paulo COELHO Yayınevi : Can Yayınları Çevirmen : Aykut DERMAN Basım Yeri / Tarihi : Istanbul / 1999 - Ocak Sayfa Sayısı : 212 KİTAP HAKKINDA Hikayemiz kadın ve erkek kahramanı çocuklarını birlikte geçirirler ve bir gün erkek yeni hayatları keşfetmek, yeni insanlar tanımak isteği ile yaşadığı kenti bırakıp uzaklara gider. Uzun yıllar ondan hiç haber gelmez, yıllar sonra ise arada sırada bir kaç mektup yollamaya başlar. Bu arada kadın kahramanımız (Pilar) yaşadığı kentte kalır, fakülteye girer, kendini başarılı olmaya adar, mutlu bir evlilik hayalleri kurar, ideal koca adayı ile nişanlanır ama ondan da bir süre sonra ayrılır. Yani her günü aynı olan, aynı insanlarla, aynı şehirde geçen, heyecansız, amaçsız, aşksız bir hayat sürdürür. Erkek kahramanımız son mektuplarında dinden, tanrıdan sıkça söz etmeye başlar ve en son mektubunda dinsel bir konuşma yapmak için Madrid'e geleceğini ve onu da o konuşmaya davet ettiğini söyler. Pilar sadece geçmişten söz etmek ve geçen onca yıldan sonra onu görmek için sadece bir gün için Madrid'e gider. Hikayemiz de işte tam bu noktada başlar. Pilar, onun konuşmasını hayranlık, ama daha çok şaşkınlıkla dinler. Çünkü geçen yıllar her ikisini de çok değiştirmiştir. Yaşadığı şehri dünyayı tanımak için bırakıp giden o genç erkeğin yerini insanlara hayatın mucizelerini anlatan, bilgece sözler eden, insanlara yol gösteren bir adam almıştır. Mucizelere, aşka ve hayata inanan kadın ise hayattan korkan, monoton ve zaman öldüren biri olup çıkmıştır. Yani geçen yıllarda adam kendini bulmuş, kadın ise 'öteki'ne dönüşmüştür. Bu kitaptaki asıl hikaye aşk ile kendini bulan, öteki'nden kurtulan bir kadın ve erkeğin hikayesidir. Peki kimdir 'öteki'? 'Öteki, bana olmayı öğrettikleri, ama ben olmayan kişidir. İnsanların, yaşlandıklarında açlıktan ölmek istemiyorlarsa, yaşamları bıyunca nasıl para kazanmaları gerektiğini düşünmek zorunda olduklarına inanır. Ne kadar çok düşünürlerse o kadar çok plan yaparlar; yaşayan birer varlık olduklarını da, vadeleri dolmak üzereyken anlarlar ancak. O zaman da artık iş işten geçmiştir.' Şöyle der adam Pilar'ın dinlediği ilk konuşmasında: 'Kendini tehlikeye atmaktan korkan insana ne yazık! Çünkü o kişi belki de hiç düş kırıklığına uğramayacak ve peşinden koşacak bir düşü olanlar kadar acı çekmeyecek. Ama dönüp de arkaya baktığında - çünkü her zaman, sonunda dönüp arkamıza bakarız- yüreğinden şu sözcüklerin döküldüğünü duyacak: Tanrının, yaşadığının her güne ektiği mucize tohumlarını ne yaptın? Yaradanın sana bağışladığı yetenekleri ne yaptın? Hepsini bir çukura gömdün, çünkü onları yitirmekten korkuyordun. İşte, şimdi elinde kalan: Yaşamını yitirmiş olmanın kesinliği...' adamın yaptığı her konuşma, söylediği her söz kadının kendini sorgulamasına neden olur. Pilar'ın içinde bir iç savaş başlar. Ya yaşadığı hayata dönecektir yada yaşamın kendine sunduğu olanakları izleyerek çocukluğunda sevdiği bu adamın peşinden bir haftalık bir geziye çıkacaktır. Geziye çıkmayı kabul eder, ama hala içindeki çelişkilerle birlikte... Pilar yıllar boyu hayatı denetimi altında tutabileceğine inanmıştır, hayatın her anını önceden planlamış ve hiç bir mucizeye yer bırakmamıştır. Şimdi, yıllar sonra çocukluk aşkı ona onu hala sevdiğini söyler, ama böyle bir aşkı kabullanmek ve yaşamak hayatını bu şekilde kurmuş biri için mümkün müdür? 'Barajlar gibidir aşk, bunu biliyorum. Bir zerre suyun sızabileceği bir çatlak bırakırsanız, bu su duvarları yavaş yavaş kemirir ve öyle bir an gelir ki, akıntının gücünü artık kimse denetleyemez. Duvarlar yıkılacak olursa, aşk efendi olarak her şeye el koyar; neyi yapabilirim, neyi yapamam, sevdiğim kişiyi yanımda tutabilirmiyim, tutamaz mıyım gibi sorular artık boşunadır. Aşık olmak denetimi elden kaçırmak demektir' Hayatı kontrol etmek için, korunmak için, yara almamak için etrafımıza ördüğümüz duvarlar belki bizi koruyabilir, ama aynı duvarlar bizi hapsetmiş de olmaz mı? Kendimizi hayattan soyutlayarak yaşadığımız bir hayat, gerçek bir hayat sayılabilir mi? Ve Pilar aşkın her evresini geçtiğinde, kendini aşka bıraktığı ölçüde ruhunun öteki'nden de arındığını farkeder; 'Bundan böyle kendi karanlıklarım beni hiç boğmayacak, diye kendi kendime söz verdim ve kapıyı Ötekinin yüzüne çarptım. Üçüncü kattan düşmek de, yüzüncü kattan düşmek kadar hasar bırakırdı. Düşeceksem, çok yükseklerden düşmeliydim.' Hikayenin sonunda ise Pilar artık ruhundaki tüm esaretlerden, tüm korkulardan, tüm çelişkilerden kurtulmuştur artık; ruhu arınmıştır, kendi'ni bulmuştur; 'Yıllar boyu yüreğime karşı savaşmıştım, çünkü üzülmekten, acı çekmekten, terk edilmekten korkuyordum. Gerçek aşkın bütün bunların üstünde olduğunu, hiç sevmemektense ölmenin daha iyi olacağını her zaman biliyordum. Ama bu cesarete yalnızca başkalarının sahip olduğunu düşünüyordum. Ve şimdi, şu anda, bunu yapabilecek gücün bende de bulunduğunu keşfediyordum. Ayrılık, yalnızlık, üzüntü anlamına da gelse, aşk her şeye değerdi.' |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|