sonforum.org

Anasayfa Facebook Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   sonforum.org > EĞİTİM - ÖĞRETİM - KARİYER > SonForum Makale Arşivi > Tarih
Kayıt ol Google Üye Listesi Market Girişi


Yeni Konu aç  Cevapla
Seçenekler Stil
Okunmamış 02-26-2011, 19:41   #1
Kullanıcı Adı
kont
Standart Osmanlı Hat Sanatı

Osmanlı Hat Sanatı
Tevki' ve onun incesi olan rıkaa' hattının mahalli anlayışlarla işlenmesi sonunda İran'da ortaya çıkışıyla -asılmış gibi duran harflerinden dolayı- bu yazıya ta'lik adı verilmiş; bu kadim ta'lik hattı, o ülkede devlet yazışmalarını yürüten münşiler tarafından çok kullanılıp geliştirilmiştir. Kuruluşundan itibaren, devletin resmi yazısı olarak tevkV -ve nadiren rıkaa'- hattına yer veren Osmanlılar, Fatih'in Akkoyunlular'la savaşması (1462) sonunda, onların divan katiplerinin İstanbul'a getirilişiyle bu ta'lik hattını tanımaya başladılar. Anılan yazının kısa zamanda büyük bir değişikliğe uğramasıyla divani hattı Osmanlı karakterini kazanmış olarak ortaya çıktı; bunun harekelerle bezenmiş ve daha gelişmiş şekli de celi divani adıyla üst seviyedeki resmi yazışmalara XVI. asırdan itibaren tahsis olundu. Resmi işler haricinde kullanılmasına cevaz verilmeyen ve sadece Divan-ı Hümayun'da öğretilen her iki yazı da, bilhassa XIX. yüzyılda en mükemmel seviyesine ulaşıp, bu hal XX. yüzyılda da devam etti. Okuyup yazılması diğer yazı nevilerine göre çetrefil olan ve satır sonlan yükseltilerek bitirilen bu iki devlet yazısı, kolay okunmanın ve araya birşey yazılıp da tahrifata uğratılmamn önüne geçmek için mahsus seçilmiş, resmi yazışmalar da böylece teminat altına alınmış olsa gerektir.

Padişahın bütün yazılı emirlerinin (ferman, berat, menşur ...) üstünde kendisinin ve babasının isimlerinin "el muzaffer daima" duasıyla birlikte yer aldığı tuğra şeklinin Osmanlılar'daki en iptidai örneğine Orhan Gazi'de rastlanır (1324). XV. ve hele XVI. yüzyıllarda mutena tezhipli örneklerine hala hayranlık duyulan padişah tuğraları, zaman içinde görünüşüyle bozulmuş ve XVIII. yüzyıl sonlarında yeni bir nisbet arayışına girilmiştir Nihayet, yukanda anılan Mustafa Rakım, III. Selim'den itibaren tuğra şeklini cidden ıslah etmiş ve bu hal II. Mahmud tuğrasında belirgin bir görünüş kazanmıştır. Daha sonra Sami Efendi'nin elinde, matematik ve estetik kavramlarının işbirliğiyle, tuğra son şeklini II. Abdülhamid zamanında almıştır.

Aklam-ı sitte dışında Osmanlılar'da çok beğenilen bir yazı cinsi de ta'lik hattıdır. Diğerlerinin aksine, ta'lik -Arapça'da harflerin kısa seslendirilmesinde kullanılan-hareke işaretlerine yer verilmeden, çıplak ve sade bir görünüşle yazılır ve bu sebeple Türkçe'ye de uyumlu gelir. Sanat eserleri dışında divanların, şer'i ve kazai hükümlerin kaleme alınmasında geniş bir kullanılma sahası bulmuş olan ta'likm doğuş sahası İran'dır. Yukanda anılan kadim ta'lik hattının çokça işlenmesi sonunda geçirdiği safhalar, onda değişikliğe sebep olmuş ve bu yeni yazı nevine -herhalde ta'likı ortadan kaldırdığı için- neshta'lik adı verilmiştir. Zamanla nesta'like dönüşen bu ismi benimsemeyip ta'lik adını tercih eden Osmanlılar'da, yazının isminde olduğu kadar, tavnnda da farklılıklar doğmuştur.

XV. yüzyılın ikinci yansından başlayarak, bilhassa ince (hürde, hafi) şekliyle kitaplarda görülmeye başlanan ta'lik hattı, nesta'lik üslubuna bağlı kalınmak suretiyle Osmanlı topraklannda da yayılmıştır. İran'ın büyük ismi Mir İmadü'l-Haseni (1554?-1615)'nin mükemmel tavrı, onun öğrencisi Derviş Abdi (? - 1647) eliyle İstanbul'a getirilmiş ve sanat çevrelerinde hemen benimsenmiştir. Bu sebeple XVIII. yüzyılda eser veren Durmuşzade Ahmed (? - 1717), Katibzade Mehmed Refı' (? - 1768), Şeyhülislam Veliyüddin (? - 1768) efendiler gibi Osmanlı ta'lik hattattan hep İmad-ı Rum (= Anadolu'nun İmad'ı) veya İmad-ı sani (=İkinci İmad) ünvanlanyla anılmışlardır. Dedezade Mehmed Efendi (? - 1759)'nin yetiştirdiği ve sağ tarafı felçli olduğundan sol eliyle yazdığı için Yesari lakabıyla anılan Mehmed Es'ad Efendi (? -1798), İmad'ın yazılarını bir estetik kıymetlendirmeye tabi tutmuş; yaptığı isabetli seçimle 1780'de ortaya çıkan yeni tavır, artık Osmanlı ta'lik üslubu olmuştur. Yesarizade Mustafa İzzet Efendi (17707-1849) de, babasının noksanlarını tamamlayarak bilhassa celi ta'lik hattında emsalsiz bir yol almış ve çok eserler vermiştir. Aynı yolu daha da titizlikle sürdüren Sami Efendi ise, Nazif Bey, Hulusi Yazgan (1869-1940), Ömer Vasfı ve Necmeddin Okyay (1883-1976) gibi kıymetli öğrencileriyle bu güzelliği Türkiye Cumhuriyeti yıllarına kadar aktarmıştır.

Osmanlılar'da maliye ve tapu kayıdlarının tutulduğu siyakat hattının sanat tarafı bulunmadığından burada sadece ismi anılmaktadır. Günlük el yazısının da her yazanın elinde kazandığı farklılık neticesi, XIX. yüzyılda bu da bir nizama bağlanmış ve rık'a hattı olarak adlandırılmıştır. Bunun resmi ve süratli yazışmalara tahsis edilenine Bab-ı-Ali rık'ası, sıkı kaidelere bağlı olanına İzzet Efendi (1841-1903) nk'ası denilmektedir ki, bu sonuncusu Arap aleminde sanat yazısı gibi benimsenmiştir.

Osmanlılar'da beş yüzyıla yakın bir zaman süresince milli hüviyet göstererek devam eden ve en mükemmel seviyesine XIX.-XX. yüzyıllarda erişen hat sanatının mahsulleri de -anılan yüzyıllarda- geçmişe göre çoğalmıştır. Bunda, her nevi hattın en göze çarpıcı şekli olan celinin de aynı devrede tekamül edişi kadar, buna bağlı diğer bir sebep de, yazılma sahası olarak tercih edilen levhaların ve hem sivil, hem de dini mimaride -ekseriya mermere oyulup da- dış cephede yer alan kitabelerin artışının rolü bulunmaktadır. Eski devirlerde Mushaf, divan v.b. gibi yazma kitaplara; kıt'a denilen, bir veya iki nevi hatla kağıdın sadece bir yüzüne yazılan ve etrafı da bezenmiş olan -yaklaşık kitap ebadındaki- parçalara; kıt'alarm biraraya getirilmesiyle albüm şeklinde hazırlanan murakka'alara daha çok rastlanmaktadır. Celi sülüs ve celi ta'lik geliştikten sonra, bunlarla yazılan büyük boydaki levhalar da mekanları süslemeye başlamıştır. Hafız Osman'ın buluşu olarak hat sanatında yer alan ve İslam Peygamberi'nin harici ve ahlaki vasıflarını anlatan hilye levhalarına da, XIX. asırdan itibaren daha çok sayıda ve daha büyük ebadda yazılmış örnekleriyle rastlanmaktadır.

Osmanlı hattatları elbette burada ismi geçenlerden ibaret değildir, devir açanlar ve yukarıda anılanlardan başka, belirli seviyeyi aşmış yüzlerce ismi sıralamak mümkündür ve bunlar, katib, nasih, nessah adlarıyla tanınan, yazma kitap çoğaltıcılarından ayrı olarak, sanat ehli kişilerdir.

Hattatların kullandığı edevat ve malzemenin de Osmanlı ince el sanatları arasında müstesna bir yeri vardır. Muhtelif renklere boyandıktan sonra ahar denilen cilalama usulü ile kullanılabilecek hale getirilen elyapısı kağıtlara yazmak için, is ve arapzamkı eriyiğinin havanda dövülmesiyle is mürekkebi, varak altının ezilmesiyle de altın mürekkebi elde edilir. Lal (kırmızı) ve zırnık (san) mürekkepleri de çok kullanılmıştır. Hokka ve kamış kalemin içinde saklandığı divit (silindir biçimindeyse: kubur), kalem açmada kullanılan kalemtraş ve makta' gibi aletler, bunları imal ederek geçimini sağlayan bir sanatkar zümresinin doğmasına vesile olmuştur ki, hat şaheserlerinin yaraşıra bunlar da görenlerde hayranlık uyandırmaktadır.

Vakıf anlayışıyla kurulmuş olan Osmanlı öğretim müesseselerinde (mektep, medrese) veya üst öğretim veren Enderûn-ı Hümayun, Divan-ı Hümayun, Galata Sarayı gibi üniversite muadili resmi kuruluşlarda sürdürülen hat öğretimi, aslında en seviyeli ve yaygın şekliyle, hat hocasının evinde teberrüken (maddi karşılığı olmaksızın) gerçekleştirilirdi. Nihayet XX. yüzyıla gelindiğinde, bir devlet hat akademisi açılması düşünülerek, Evkaf Nazın ve Şeyhülislam Hayri Efendi (1867-1922)'nin delaletiyle, Cağaloğlu'ndaki tarihi Yusuf Ağa Sıbyan Mektebi'nde (bugün M.E.B. Yayın Bürosu'dur) Medresetü'l-Hattatin açılmıştır (1914). Hasan Rıza, Kamil (Akdik); Nuri (Korman, 1868-1951), Hulusi (Yazgan); Tuğrakeş İsmail Hakkı (Altunbezer); Mustafa Ferid (1857-?) gibi o devrin önde gelen hat üstadlannın hoca olarak bulunduğu bu medresede tezhip, cild, ebru, minyatür, ahar gibi sair kağıt ve kitap sanatları da öğretiliyordu. Birçok talebenin yetiştiği bu irfan yuvası, medreselerin lağvından (1925) sonra faaliyetini harf inkılabına kadar (1928) Hattat Mektebi adıyla devam ettirmiştir.

Sıkı bir disiplinle yürütülegelen usta-çırak öğretimi sonunda icazet (diploma) verilerek nesilden nesile intikal ettirilen hat sanatı, zaman içinde bünyesini yenileyebildiği ve diğer sanatların aksine Batı'dan tesir alacak bir yanı bulunmadığı için, Osmanhlar'da, günü gününden ala olarak XX. yüzyıla kadar gelebilmiştir.
kont isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Sonforum'un önerileri

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz aktif değil dir.

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı


Saat: 08:58


lisanslı Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2022, Jelsoft Enterprises Ltd.
Forum SEO by Zoints
SonForum.org 2007-2025

2007-2025 © SonForum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " İletişim " kısmından bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı