sonforum.org

Anasayfa Facebook Bugünki Mesajlar Forumları Okundu Kabul Et
Geri git   sonforum.org > TARİH - KÜLTÜR ve SANAT > Türkiye'miz - Türk Kültürü ve Türk Tarihi
Kayıt ol Google Üye Listesi Market Girişi


Türkiye'miz - Türk Kültürü ve Türk Tarihi Türk kültürü ve tarihi ile alakalı bilgi paylaşımı bu başlık altında

Yeni Konu aç  Cevapla
Seçenekler Stil
Okunmamış 06-15-2008, 20:17   #1
Kullanıcı Adı
ALONE53
Arrow Osmanlı’dan en son kopan toprak: Arnavutluk

Osmanlı’dan en son kopan toprak: Arnavutluk

SAİM ORHAN
Balkanlar’da Osmanlı’dan en son kopan toprak parçası Arnavutluk. 500 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmış. Her şeye rağmen her yerde Osmanlı izlerini görmek mümkün. Osmanlı bu topraklara 1417 yılında girmiş ve ülkedeki son Osmanlı Hasan Rıza Paşa’nın şehit edilmesiyle 1913’te terk etmek zorunda kalmış.
Arnavutluk, ülkemizdeki bir şehir kadar yakın bize. Uçakla 1.5 saat. Daha havaalanında Türkçe cümlelerle karşılandık bu ülkeye girişte. Bu, coğrafi olarak küçük ama stratejik olarak önemli ülkeyle güçlü tarihî bağlarımız var. Eskiden sadece Enver Hoca’nın ismi ve icraatlarıyla tanıyorduk ülkeyi, ama şimdi ilişkilerimiz daha sıkı. Balkanlarda Osmanlı’dan en son kopan toprak parçası Arnavutluk. 500 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmış. Her şeye rağmen her yerde Osmanlı izlerini görmek mümkün. Osmanlı bu topraklara 1417 yılında girmiş ve ülkedeki son Osmanlı Hasan Rıza Paşa’nın şehit edilmesiyle 1913’te terk etmek zorunda kalmış.

Tiran, Berat, İşkodra, Durres, Elbasan ve Vlora Arnavutluk şehirlerinden bazıları. Arnavutlar kendi ülkelerine ‘Şipri’ yani ‘Kartallar diyarı’ diyorlar. ‘Şiptar’ da kendi milletlerine verdikleri isim. Dünyada sadece biz Türkler bu ülkeye Arnavutluk ismini vermişiz. Aralarında Kara Davud, Gedik Ahmet Paşa, Kara Murat gibi 30’un üzerinde sadrazam yetiştirilmesiyle de ünlü Arnavutluk. Arnavutçada binlerce Türkçe kelime var. Bu ülkeye gelince 500 yıl birlikte yaşamanın bir sürü meyvesini görüyoruz.

Arnavut nüfusunun yüzde 70’i Müslüman, yüzde 20’si Ortodoks Hıristiyan, yüzde 10’u da Katoliklerden oluşuyor. Arnavutluk’un neresinde olursa olsun Türkiye’den geldiğimizi duyunca insanlar saygı gösteriyorlar ve seviyorlar. Başkent Tiran’ın gölü suni bir göl. Enver Hoca döneminde yapılmış. Halkın nefes almak için kendini attığı yerlerden biri bu göl. Etrafı yeşil alanlarla çevrili. İnsanlar Pazar günü sabah sporlarını yapıyorlar. Herkes birbirine ‘Mirminciyes’ diyor. ‘Günaydın’ demek Arnavutçada. Güne oldukça erken başlıyor insanlar. Arnavutluk nüfusunun %85’ini Arnavutlar, %3’ünü Yunanlılar %2’sini de diğer azınlıklar oluşturuyor.

Başkent Tiran. Eskinin küçük bir kasabası. Şimdi ülkenin en kalabalık şehri. Nüfusu 750 bin. İskender Bey Meydanı şehrin en büyük ve en meşhur meydanı. Hemen yanı başında Ethem Bey Camii ve saat kulesi meydana daha bir renklilik katıyor. 35 metre yükseklikteki saat kulesine çıkıyoruz. Saat kulesinden bakış, başkenti daha da iyi anlamamıza vesile oluyor. Bu yükseklikten şehri kuşbakışı seyrediyoruz bir müddet. Dayti dağı adeta bekçisi Tiran’ın. Saat kulesinde eski fotoğraflar asılı. Enver Hoca’nın heykellerinin tamamı kaldırılmış ülkede. Mezar’da şehitlikten halk mezarlığına taşınmış. Enver Hoca ülkeyi 1945’ten ölümüne kadar yani 1985 yılına kadar 40 yıl komünizmle yönetmişti. Arnavutluk’ta 1967 yılında artık din diye bir şeyin kalmadığına dair resmî açıklama bile yapılmış. Komünizm döneminde binlerce cami yıkılmış ve camilerle birlikte kiliseler de yıkımdan nasibini almış. Ethem Bey Camii komünizm döneminde ayakta kalan tek cami. O da o zaman zaten müze olarak kullanılmış. Ethem Bey Camii 1991 yılında tekrar ibadete açılmış. Bugün artık Ethem Bey’le birlikte binlerce camide cemaatle namaz kılınıyor Arnavutluk’ta.

Berat Şehrinin evleri meşhur

Arnavutluk topraklarının yüzde 70’i dağlık arazilerden oluşuyor. Berat şehrine gidiyoruz şimdi de. Berat’ta Goritzsa Köprüsü’nün üzerindeyiz. Tarihî bir köprü bu. Ve Osumi Nehri akıp gidiyor. Bu nehrin ilginç bir özelliği var; Müslüman ve Hıristiyan mahallerini birbirinden ayırıyor. Berat şehri evleriyle çok meşhur. Türkiye’nin Safranbolu’su neyse Arnavutluk’un da Berat’ı o. Berat şehrinin geçmişinin 2.500 yıllık olduğu söyleniyor. Daracık sokaklarında dolaşıyoruz onun. Yaklaşık olarak sokakların genişliği 2 metre civarında. Orijinal Arnavut kaldırımlarıyla döşeli. Eski Berat’ın tamamı bu orijinal Arnavut kaldırımlarıyla kaplı.

Berat, adıyla şanıyla bir Osmanlı şehri. Adı bile o günden bu yana değişmemiş. Camiler, minareler arzı endam ediyor, Türk makamı ezanlar yükseliyor şehirden. Berat, Arnavutluk’un en şirin şehri. Nadir Rogu isimli bir Arnavut’la karşılaşıyoruz. Türkiye sevgisinden dolayı Türkçe öğrenmiş birisi o. Aynı zamanda sıkı bir Türk TV izleyicisi. Berat Kalesi adeta bir Kartal yuvası. 1.600 yıllık geçmişe sahip. Osmanlı’nın fethettiği kalelerden. Yüksek bir tepe üzerine kurulu kalede bir mahalle bile var. Kaleden Berat’ın manzarası mükemmel. Eski şehir ve yeni şehir net olarak görülüyor. Osmanlı, şehri yamaçlara kurmuş ve düz ovaları tarım arazisi olarak kullanmış. Osmanlı sonrası kurulan yeni şehirde, Osmanlı’nın şehircilik anlayışının tam tersi uygulanmış sonraki yıllarda. Çok sayıda zeytin ağacı dikkatimizi çekiyor bu yükseltiden. Çoğu Arnavut şehrinde olduğu gibi cami ve kilise yan yana bu şehirde de. Berat turistler tarafından Arnavutluk’un en çok ziyaret edilen şehri.

Hasan Rıza Paşa’nın kabri İşkodra’da

Tiran-İşkodra arası 1,5 saat. Arnavutluk’un en yüksek dağları, Alp dağlarını görüyoruz İşkodra’da. 100 bin nüfuslu bir şehir burası. İşkodra Gölü Balkanlar’ın en büyük gölü. Bu gölün yarısı Arnavutluk’a yarısı Sırbistan-Karadağ’a ait. Osmanlı çekilirken Arnavutluk’un birkaç iliyle birlikte bu gölün de yarısı o tarafta kalmış. Kale İşkodra’ya hakim bir tepe üzerine kurulu. İçindeki kiliseden camiye çevrilen Fatih Sultan Mehmet Camii harap durumda. İşkodra kalesinden çok güzel bir manzara görünüyor. Drina nehri, Makedonya’da Ohri Gölü’nde doğuyor ve sonrasında Kosova’yı geçiyor. Kosova’dan sonra Arnavutluk topraklarına giriyor. Ve burada da Buna nehriyle karışıyor. İşte kaleden bu iki nehrin tam kesiştiği noktayı görüyoruz. Bu noktadan sonra da nehir Buna olarak devam ediyor ve 40 km sonrasında da Adriyatik denizine dökülüyor.

Osmanlı’nın son paşası Hasan Rıza Paşa’nın kabrini ziyaret ediyoruz İşkodra’da. Mezar taşının üzerindeki yazıyı Arnavutlar yazmışlar. Yazıda aynen şöyle yazıyor: İşkodra’da ordularımızın büyük komutanı zamanın büyük askerî kahramanı... Vefalı Hasan Rıza Paşa’ya Arnavutluk’tan ve Arnavutlardan büyük saygı var. Hasan Rıza Paşa’nın babası da Bağdat valiliği yapmış. Kendisi de Kuzey Arnavutluk’un valisiymiş. Ebu Bekir Camii Arnavutluk’ta yeni inşa edilen camilerden. 1995 yılında yapılmış. Türkiye hariç tutulursa Balkanların en büyük camisi. İşkodra’nın yüzde 60’ı Müslümanlardan oluşuyor. İşkodra aynı zamanda Katolik Arnavutların merkezi. Katolik kilisesi Osmanlı zamanında yapılmış. Yapılış tarihi 1850. Enver Hoca zamanındaysa spor salonu olarak kullanılmış. Arnavutluk’un en büyük Katolik kilisesi o. İşkodra şehrinde Arnavutluk’un en büyük camisi ve kilisesi var. Arnavutluk’un kuzeyinde Katolikler, güneyinde ise Ortodoks Hıristiyanlar yaşıyor. Müslümanlar ise ülkenin genelinde varlar.

Arnavutluk’un bir başka şehrine Vlora’ya eski ismiyle Avlonya’ya gidiyoruz İşkodra’dan sonra. Vlora güzel bir sahil kenti. Arnavutluk’un en önemli şehirlerinden birisi. Aynı zamanda liman kenti İzmir’e benzediğini söylüyorlar. Zaten Vlora ve İzmir kardeş şehir. Vlora şehrinin Adriyatik denizine kıyısı var. Karaburun yarımadasının ucunda iki deniz, Adriyatik’le Yon denizi birleşiyor.

Vlora şehrinin Osmanlı tarihinde ayrı bir yeri ve önemi var. Fatih Sultan Mehmet, Otranto’ya geçip Roma’yı almak için bu şehirden harekete geçer. Ancak hastalanınca sefer iptal olur. Vlora şehrinden İtalya’ya uzaklık sadece 74 mil. Vlora’da İtalyan televizyon kanalları çok izleniyor. Bu yüzden neredeyse herkes İtalyanca konuşabiliyor. Şehirde Osmanlı döneminde yapılmış iki camii var. Şehir merkezindeki cami Kanuni Sultan Süleyman’ın şehri ziyaretinin sonrasında Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş. İsmail Kemal 1912 yılında bağımsızlık bayrağını bu şehre dikmiş. Bu şehirde Arnavutların geleneksel Lab müziğini dinliyoruz. Lab müziği insan sesinden oluşan bir müzik türü. Dinlediğimiz grup Arnavutluk’un en iyi grubuymuş. Birçok ödül almış. Biz de bu lap müziğini ilk defa onlardan dinlemiş oluyoruz. Vranish Polifonik Grubu 1957 yılında kurulmuş. Grubun üyeleri Vlora’nın Vranişt köyünden. Hem şarkı söylüyor hem de halk dansı yapıyorlar. Söyledikleri şarkılar ve oynadıkları oyunlar, Arnavutluk’un güney bölgesi denilen Labiriya bölgesine ait. Şarkıların sözleri bazen komik cümleler içerir. İnsanları güldürür. Bazen de düğün, savaş ve kahramanlıklar anlatılır bu şarkılarda. Bu grubun hayatiyetini devam ettirebilmesi için çocuklar daha küçük yaşta yetiştiriliyor. 6-10 yaş, 15-20 yaş ve 40-60 yaş arasında gruplar var. Vranish Polifonik Grubu’nun aldığı ulusal birincilik ödülleri ise sıralanıp gidiyor. Ayrıca Vranishlerin kullandığı ve dünyada sadece Labira bölgesinde tahtadan ya da mermerden yapılan Duyare isimli bir enstrüman var. Vranish grubu bize o enstrümanı da tanıtıyor. Sesi polifonik hale dönüştürüyormuş bu enstrüman.

Türk çay içer, Arnavut kahve

Arnavutluk’un neresinde olursa olsun. Türk insanına karşı Osmanlı’dan kalan sevgi ve hoşgörü var. Türklerde çay neyse Arnavutlarda kahve o. Zaten kafeler de dopdolu. Ve kahve istediğinizde size Türk kahvesi ikram ediliyor. Has be has Türk kahvesi. Bizim bildiğimiz çayı Arnavutlar içmiyorlar. Çay onlara göre sadece hasta olunduğunda içiliyor. O da zaten ada çayı. Bektaşi türbesinde Bektaşilerin lideri Reşad Bardi’nin resmi asılı. Dünyada Bektaşilerin merkezi olarak biliniyor Arnavutluk.

Arnavutluk’un her yerinde bunkerler gözümüze çarpıyor. Kubbeyi andıran betondan yapılma irili ufaklı bunkerler bunlar. Enver Hoca döneminde savunma amaçlı olarak yaptırılmış. Arnavutluk’un tamamında 750 bin tane bunker olduğu söyleniyor. Bunkerlerin içerisine giriyoruz. Çok sağlam betondan yapılmış. Ve bol miktarda demir kullanılmış. Askerler olası bir savaş anında bu bunkerlerin içine girip hem kendilerini koruyacak hem de vatanlarını savunacaklarmış. Anlatılanlara göre o dönemde bir bunkerin yapımı lüks bir dairenin fiyatına mal oluyormuş. 12.08.81 ibaresi gözümüze ilişiyor bunkerin duvarında. Bu bunkerin 1981 yılında yapıldığını öğrenmiş oluyoruz. Şimdilerde bunkerlerin üzerini otlar bağlamış çoğu yerde. Demirleri alınmış atıl vaziyette duruyorlar. Kimi bunkerler insanların evlerinin bahçesinde kalmış. Arnavutluk’un her yerinde dağ taş neredeyse bunker. İnsanlar onlarca yıl aç susuz kalmışlar ama bu bunkerlerin yapımı devam etmiş. Düşmana karşı en iyi savunma yolu, bu diye anlatılmış. Ama ne o zaman işe yaramış ne de günümüzde kullanılıyor. Arnavutluk’un paraları yok yere tüketilmiş.
ALONE53 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Sonforum'un önerileri

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Yeni Mesaj yazma yetkiniz aktif değil dir.
Mesajlara Cevap verme yetkiniz aktif değil dir.
Eklenti ekleme yetkiniz aktif değil dir.
Kendi Mesajınızı değiştirme yetkiniz aktif değil dir.

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı


Saat: 20:34


lisanslı Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2022, Jelsoft Enterprises Ltd.
Forum SEO by Zoints
SonForum.org 2007-2025

2007-2025 © SonForum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " İletişim " kısmından bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı