|
Köşe Yazıları Beğendiğimiz yada kendi yazdığımız köşe yazılarını paylaşabiliriz. |
Seçenekler | Stil |
02-21-2008, 13:27 | #1 |
Ödün vermesi gereken Türkiye değil
Ödün vermesi gereken Türkiye değil
3 Ekim tarihi yaklaştıkça Türkiye üzerindeki baskılar arttı. Bu, Ankara için sürpriz değil. 17 Aralık'ta Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini yerine getirdiğini vurgulayarak müzakere tarihi verilmiş olmasına karşın, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, farklı konuşmaya başladı. Türkiye'nin, Güney Kıbrıs'ı tanıması gerektiğini ısrarla tekrarladı. Oysa, Türkiye'ye karşı müzakerelerin başlaması için yeni bir koşul öne sürülemeyeceğini Avrupa Birliği (AB) Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn de belirtti. 'Chirac içe konuşuyor' 30 Ağustos resepsiyonunda, Başbakan Erdoğan, Chirac'ın tutumuna ilişkin soruları yanıtlarken, "Chirac içe konuşuyor" dedi. Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı'nın iç politik kaygılarla böyle konuştuğu kanısında. Bu nedenle de Chirac'ı aramayı düşünmediğini de belirtti Başbakan Erdoğan. Fransa gibi Türkiye'nin üyeliğine karşı olan ülkelerin kamuoylarında olumsuz bir rüzgâr estiriliyor. Örneğin Almanya'da iktidara gelmesi beklenen Merkel'in tutumu da bu yönde. Ancak, Başbakan Erdoğan, "Merkel'in de sorun olmayacağı" görüşünde. Erdoğan aynı resepsiyonda, 3 Ekim'de Schröder'in işbaşında olacağını anımsatarak, Almanya'nın bir engel oluşturmayacağını vurguladı. Başbakan Erdoğan, baskılar, tartışmalar olsa da 3 Ekim'de müzakerelerin başlayacağından emin konuşuyor. Aksi bir gelişme kuşku yok ki, her şeyden önce AB'nin güvenirliğini zedeleyecektir. AB liderleri, 17 Aralık'ta attıkları imzanın gereğini yerine getirmek zorundadır. 17 Aralık'ın gereği de yükümlülüklerini yerine getirmiş olan Türkiye ile müzakereleri başlatmak, 3 Ekim için yeni bir koşul öne sürmemektir. Limanlar sorunu Türkiye'nin Gümrük Birliği'ni yaygınlaştıran ek protokolü imzalarken onun ayrılmaz parçası niteliğinde bir deklarasyonla, imzanın Güney Kıbrıs'ı tanımak anlamına gelmeyeceğini iletmiş olması, AB'nin bazı ülkeleri tarafından "yeni koşul" üretilecek bir alan gibi görülüyor. AB Daimi Temsilciler Komitesi'nin, Türkiye'nin deklarasyonuna karşı deklarasyonla yanıt verme kararı bunun ilk işareti. Bu deklarasyonda Türkiye'nin Güney Kıbrıs'ı tanıması talebinin yer almayacağı, ancak liman ve havaalanlarını Rum gemi ve uçaklarına açmasının isteneceği belirtiliyor. Bu istek zaten bir süredir dile getiriliyor. Böyle bir deklarasyon da yine kuşku yok ki, 3 Ekim'de müzakerelerin başlamasına engel değil. Ancak, Türkiye üzerindeki baskıyı artırarak yeni bir ödün almaya dönük bir işlevi olacak. Türkiye ise 3 Ekim için yeni bir yükümlülüğü olmadığını defalarca açıkladı. Ödün vermesi gereken taraf Türkiye değil. Aksine, AB'nin Rum yönetimi üzerinde baskı kurması gerekiyor. Veto tehdidiyle işi yokuşa süren Güney Kıbrıs'ın, "blöf" yaptığı, böyle bir mekanizmayı işletmeye gücünün yetmeyeceği, genel kabul gören bir kanı. KKTC boğulur AB'nin bu talebine Türkiye gibi KKTC de kesin dille karşı çıkıyor. KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş, Türkiye'nin Rum gemi ve uçaklarına liman ve havaalanlarını açması halinde KKTC ekonomisinin iyice boğulacağını vurguladılar. Rum yönetiminin, bu yolla Türkiye'yi de KKTC'ye izolasyon uygulayan ülkelere katmayı hedeflediğinin altını çizdiler. Oysa AB, sorun yaratmak değil sorunları çözmek istiyorsa, Rum tarafına baskı yapmalı. Örneğin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün de daha önce ilettiği ve Talat ve Denktaş'ın da desteklediği "bütün kısıtlamaların karşılıklı kaldırılması" önerisine Rum tarafı hiç yanaşmadı. Türkiye'nin limanlarını ve havaalanlarını açmasının ancak aynı anda KKTC liman ve havaalanlarının da açılmasıyla birlikte mümkün olabileceği dün de KKTC liderleri tarafından tekrar ifade edildi. AB'nin amacı adam dövmek değil üzüm yemekse, baskıyı Türk tarafına değil Rum tarafına yöneltmeli. FikretBila |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|