|
Köşe Yazıları Beğendiğimiz yada kendi yazdığımız köşe yazılarını paylaşabiliriz. |
Seçenekler | Stil |
04-23-2010, 08:56 | #1 |
Necip Fazıl'dan Özal'a tarihi nasihat
Yıllar su gibi akıp gidiyor.
8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal öleli tam 17 sene olmuş. Özal, Anavatan Partisi’nin kurmadan kısa bir süre önce Necip Fazıl Kısakürek’i ziyaret eder. Parti kurma konusundaki düşüncesini açar ve tavsiyelerini almak ister. Yıllarca bu millete “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” mesajını veren Üstad Necip Fazıl’dan, hayatı boyunca aklından çıkarmadığı şu önemli tavsiyeyi alır: “Turgut Bey, tankın paletleri gibi olmalısın. Hem hızlı yol almalı, hem de araziye uymalısın.” Necip Fazıl bununla da yetinmez. Ertesi gün Seyyit Ahmet Arvasi gibi tanınmış güvendiği bazı yazarları yanına çağırır ve şu tenbihte bulunur: “Sakın Turgut Bey’i zahirine (görünüşüne) bakıp yıpratmaya kalkmayın” der. Özal’ı değerlendirmeye alanların, bu noktaları göz önünde tutmalarında, daha sağlıklı analiz yapabilmeleri açısından yarar vardır. Turgut Özal, Necip Fazıl ile görüşmesinin üzerinden 2 hafta geçmeden partiyi kurar. 20 Mayıs 1983’te parti kurulur. 5 gün sonra, 25 Mayıs’ta Necip Fazıl vefat eder. Ölüm anında söyledikleri de ilginçtir. Yukarıda aktardığım iki hassas noktayı ayrıntılı olarak izah etmek istemiyorum. Bu haliyle anlamamış olanlara, ilave söz zaten zaittir diye düşünüyorum... Ünlü yazar Hekimoğlu İsmail, “Özal’ın Misyonu” adlı kitabıma 1994 yılında yazdığı sunuş yazısında şu noktaların altını çizmişti: “Sadece solcular kapitalistler değil, bir kısım dindar teşekküller de -Bizim dışımızda nasıl dini faaliyetler geliştirilir, nasıloy potansiyelimiz düşürülür- diye O’na karşı çıkmışlardı. Turgut Özal, Türkiye’nin Türkiye’deki cemaatlerin, partilerin durumunu çok iyi biliyordu. Ayrıca dünya devletlerinin ne yapmak, nereye gitmek istediklerinden de haberdardı. Fikir, inanç ve ideoloji tufanında kendine bir yol çizdi, istediği noktaya da vardı.” Özal’ın vefat yıldönümü nedeniyle bugün buraya konuyu taşıma nedenimiz şu... Türkiye 2000’li yılları çoktan devirdiğimiz şu günlerde neleri tartışıyor? Seçilmiş iktidar ülkeyi yönetmek isterken ne zorluklarla karşılaşıyor. Kimler, hangi çevreler direnç gösteriyor? Ya Özal? 12 Eylül darbesinin ardından iktidara gelen ve başbakan olarak geçirdiği tüm yılları, darbeyi gerçekleştiren orgeneralin Çankaya’da cumhurbaşkanı sıfatıyla oturduğu dönemde ülkeyi yönetmeye çalışan Özal’ın neler çektiğini, ne zorluklarla karşılaşmış olabileceğini bir düşünelim. Özal içinde bulunduğu şartlar hiç düşünülmeden muhafazakar çevrelerin büyük bölümü tarafından kıyasıya eleştirildi. Tekfir edenler oldu. O kadar ki, Özal vefat ettiğinde 3 günlük bedelli askerdim. Kalburüstü, okumuş yazmış, kendisini dindar olarak kabul edenler insanlar vardı kışlada... Özal için giyabi cenaze kılma düşüncesi ortaya atılınca, belli siyasi partiye yakın insanlar, “İnönü’nünki kılınır, Özal’ınki asla kılınmaz” diye karşı çıktılar ve kılınmadı. Anlayamadılar onu... Döner dönmez ilk işim, Özal kitabı yazmak oldu. Sözün kısası, Özal, Necip Fazıl’ın tavsiyesine uydu... Tankın paletleri gibi oldu. Hem hızlı yol aldı, hem de araziye uydu. Bugün eğer ülkede bazı şeyler özgürce tartışılabiliyorsa, Sayın Gül Çankaya’da oturabiliyorsa, Türkiye bunu Özal’a borçlu... Bu arada küçük bir not: Özal Çankaya’ya çıkınca Demirel gibi Erbakan da kendisini tu kaka etti. Amborgo uyguladı. Refah Partisi milletvekillerinden sadece Abdullah Gül O’nu anladı ve partisinin genel yaklaşımına ve rıza göstermemesine rağmen, Özal Çankaya’da iken verilen resepsiyonlara partisinden sadece o katıldı. Kadere bakın ki, şimdi Abdullah Gül, Çankaya’da... Kendisi de bu ayrıntıyı, Çankaya’ya çıktıktan sonraki ilk televizyon programında TRT’de anlattı. İlginç bir ülke vesselam... Özal’ın ruhu şad olsun... Dualarımız O’nunla... * * * Hatime... Bugün aşağıdaki satırları aktarmazsam, birşeyler eksik kalır gibi geliyor bana... Ailesinden genç bir fert yatağa mahkum olarak tedavi gören ve bu nedenle kendi işleri de epeyce aksayan bir tanıdığıma, hal hatır babında “nasılsınız?” diye sordum. Verdiği cevabı burada aktarmak, birçok açıdan yararlı olacaktır. Şöyle yazmış: “İyi olmak?, o nasıl bir şey ki... bilmiyorum iyi miyim... bazen herşey sil baştan oluyor sanki... Siz hiç kendiniz için mutlu olduğunuzda vicdan azabı çektiniz mi… Sürekli evde bir hastanız olduğunu hatırladınız mı? Etrafınızda her gün, günde 5 vakit ağlayan insanlar oldu mu… Bir lokma yesin diye uğruna sofralar donatılan, iki çatal alıp bırakan… Gelen baharla gittikçe daha da hüzünlenen… Arada koltuk değneklerini alıp, balkonun kapısının kenarından başını uzatan, dışarıdaki hengameye bakan... Güneşin göz kırpmalarına karşı, ela gözlerinden akıttığı biricik yaşlarıyla karşılık veren… 120 küsür gündür yatan… Çılgınlar gibi yürüyebilmeyi arzulayan…. Yattığı yerde gittikçe zayıflayan… Umutsuzca yattığı yerde, gözünüzün içine ağlamaklı ifadeyle ‘kurtar beni..’ dercesine bakan… İyileşsin diye her daim gözünün içine baktığınız… Bir kıymetliniz…oldu mu?…. OLMADI… İYİ DEĞİLİM DESEM ANLAYACAK MISINIZ BENİ... Sağlığınızın kıymetini bilin... Sağlıksız kaldığınızda da, etrafınızda pervane olanların değerini muhakkak takdir edin... Zor bu işler... Prof. Dr. Osman ÖZSOY |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|