|
Kitap Dünyası Kitaplarla ilgili tüm paylaşım burada. |
Seçenekler | Stil |
03-12-2010, 12:29 | #1 |
Kraliçe'nin Pireleri (Tarık Tufan) Özeti,Konusu,Karakterleri
Kraliçenin Pireleri [IMG]http://www.kitapturk.com/img/****s/k/9789759960858.jpg[/IMG] Yazar : Tarık Tufan Yayınevi : Profil Yayıncılık Sayfa Sayısı : 188 ISBN : 9789759960858 Basım Tarihi : Ağustos 2007 René Descartes karışık saçlı, beyaz ve seyrek sakallı, iyice kızarmış ve yorgun gözleriyle uzaklara doğru boş boş bakan bir adam. Yüzündeki her bir çizgide şiddetli yaşam sorgulamalarının hikayesi gizli. Mutlak doğrulara ulaşmak adına nesnelerle, sözcüklerle giriştiği kıyasıya kavgadan yorgun düşen zayıf bir vücut. Her şeye rağmen karşısındakilere güven telkin eden, sıcak bir inandırıcılık hissettiren bir bilgi savaşçısı. Beynini kemiren, geceler boyu uykusuz bırakan, çelimsiz vücudunu halsiz bırakan şüphelere karşı olağanüstü bir çabayla kafa tutan bir düşünür. Descartes’in yaşam fotoğrafları bir çok ilginç hikayeyi barındırsa da, bunlardan bir tanesi oldukça hüzünlü bir hikayedir. Duyduğumda boğazımı düğümleyen, yutkunmamı zorlaştıran bir hikaye. Sahiden mantık aşkı sınırlar mı? Matematiksel düşüncenin en büyük filozofu Descartes’in hayatı boyunca hiç evlenmemiş olmasının nedeni de bu olabilir mi? Küçük yaşlardayken şaşı bir kıza ilgi duymasına rağmen, hiçbir zaman aşk gibi, haylaz, buyurgan, şehvetli bir duygunun avuçlarına düşmek istemedi. Bu yüzden aşıklar kenti Paris’te fazla kalamayıp, kaçıp Hollanda’ya yerleşti. 1649 yılına gelindiğinde Descartes hayatının dönüm noktalarından birini yaşadı. Kraliçe Christina’ya felsefe dersleri vermek üzere Stockholm’e davet edildi. Burada bulunduğu ilk altı hafta içinde vaktini dilediği gibi kullanmakta özgürdü. Bundan sonra ise kraliçe ile birlikte felsefe çalışmaları yapması gerekiyordu. Bu daveti niçin kabul ettiğini bilmiyorum ama, Descartes’in keyfi pek yerinde değildi. Bir yazısında “burada kışın, insanların düşünceleri sular gibi donuyor” diyordu. Belki para, belki ilgi görme isteği ya da bilemediğimiz bir sebep onu Stockholm’de tuttu. Descartes sarayda mutlu değildir. Endişelerini Prenses Elisabeth’e yazdığı bir mektupta dile getiriyordu; “Kraliçe’nin, felsefeye dair henüz bir şey görüp görmediğini bilmiyorum; bundan alacağı zevk hakkında da hüküm veremem…” Descartes, Kraliçe’ye belirli günlerde gidip felsefe dersleri veriyordu. Anlatılanlara göre Kraliçe bu dersleri yatağına uzanarak dinliyordu. Çoğu zaman da çıplak olarak. Sadece bununla da kalmıyordu. O dönem Avrupa’sında yaygın olan pireler sarayda da kendini gösteriyordu. Kraliçe çıplak halde uzanmış felsefe dersleri dinlerken, zanaatkarlara yaptırdığı altın-gümüş karışımı bir topla üzerinde gezen pireleri vurarak öldürüyordu. Descartes rasyonel düşünmeyi, metodik şüpheyi anlatırken, Kraliçe çıplak yatıyordu… Descartes bütün ruhunu alev alev saran “cogito ergo sum” önermesinin dayanaklarını haykırırken kendinden geçmiş bir halde, Kraliçe üzerindeki pireleri kovmaya çalışıyordu. Zavallı Descartes!.. Çelişkinin tam ortasında, ayağında uzun süredir giydiği Hollanda tipi pantolon, utancından başı öne eğik, yüzünü gizlemeye çalışıyordu. Majesteleri bu yolla kendini tatmin ederken, Descartes üçüncü sınıf bir yeşilçam filminin aktörü gibi rol kesiyordu. Acı, utanç ve hüzün vücûdunun her zerresine sinmişti. Sırf bunun için kendini affetmeyecekti. Rasyonel düşünce, metodik şüphe, çıplak Kraliçe ve pireler. Tüm bunların ortasında zavallı bir adam… Kraliçe, maskeli balolarda, felsefeye yaptığı katkılardan dolayı yalaka soyluların alkışlarını toplarken, Descartes’in payına, kendi yavrularını yiyen bir kedinin şaşkın hüznü düşüyordu. Gün geçtikçe Descartes’in acısı arttı. Bu da sağlığının bozulmasına yol açtı. Saraya geldikten birkaç ay sonra, 2 Şubat 1650’de pnömoni’ye yakalandı. 11 Şubat 1650’de elli üç yıl, on ay ve on bir gün yaşadıktan sonra öldü. Kraliçe Christina ise otuz yedi yıl daha soylu alkışların cazibesinde yaşamını sürdürdü. Descartes’in son anlarından ağzından tek bir cümle döküldü: “Ey ruhum gidelim.” Ölüsü kendi parası ile kaldırıldı. Yalaka soylular arkasından ağlamadılar. Basit bir tören yapıldı. Vaftizsizlere veya ergenlik yaşına gelmemiş çocuklara, yani masum ölenlere ait bir mezarlığa gömüldü. 1666’da kemikleri Fransa’ya taşındı. Ancak yolculuk esnasında birçok kemiğini aşırdılar. Bu fotoğraf, düşünceyle servetin çarpık ilişkisinin somut göstergelerinden biridir. Tarih her döneminde servet sahiplerinin, düşünce sahiplerine ilettikleri ahlaksız teklifin hazin hikayelerinden biridir, Descartes ile Christina arasında geçen hikaye. Bir gün büyük adamlar olacaksınız, baylar ve bayanlar. Okur yazar olacaksınız, kalem sahibi olacaksınız, akademisyen olacaksınız. Majesteleri size danışmanlık teklif edecek, üst düzey yöneticilik vaat edecek. Sizden karşılık olarak, o çırılçıplak ipek yatağında uzanırken, pirelerini kovalarken, aşktan söz etmenizi, erdemden, onurdan, devrimden söz etmenizi isteyecek sahte bakışlarla. Zihninizin ırzına geçecekler. Tüketecekler sizi… Stockholm’de bir gece vakti… “Neyin var Descartes?” “Düşünüyorum, öyleyse…” “Evet. Öyleyse?..” “Hiç…” |
|
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|