|
Köşe Yazıları Beğendiğimiz yada kendi yazdığımız köşe yazılarını paylaşabiliriz. |
Seçenekler | Stil |
09-17-2008, 12:05 | #1 |
Kozmik Zampara, Ertuğrul Özkök ve Nuri Alço
Değişik kız tavlama yöntemi vardı hergelenin. Samanyolu ile işe başlar, ışığı bize ulaşamayan gezegenlerin varlığından bahsederek devam ederdi.
Uzayın genişlediğinden dem vururken, düşünsene, derdi, ışık hızı saniyede üç yüz bin kilometre olduğu halde hâlâ bize ışığı ulaşamayan gezegenler var, ne kadar ilginç değil mi? Bu arada, bitse de gitsek kıvamındaki kızın “hı-hı”larını sinyal verdiğine yorardı. Işığı bize gelmeyen herhangi bir gezegenden bakıldığında dünyanın henüz yaratılmadığını söyledikten sonra birdenbire uzayın soğukluğundan mevzunun sıcaklığına alçak iniş yapar; “Mesela, sen ve ben, yani ikimiz, o gezegenden bakıldığında daha yaratılmamışız, yoğuz…” derdi. Buradaki “yani” kelimesini son derece açık olan “sen ve ben” ifadesinin açıklamasında kullanmasının ifade bozukluğuyla uzaktan yakından alakası yoktu. “Kozmik zampara” diye takıldığımız bizim Şeref'i siz nerden bileceksiniz; onun en önemli numaralarından biri de buydu. Maksadı, projeksiyonunu uzayın derinliklerinden üç-beş dakika önce tanıştığı kıza “ikimiz” samimiyetinde çevirmekti. “İkimiz” hitabının yadsınmasına da asla fırsat vermez; "Biz dünyada, dünya Samanyolu'nda, Samanyolu uzayda bir kum tanesi mesabesinde…” gibi lafazanlıklarla kızcağızı uzayın derinliklerinde kum tanesi misali yalnız bir şekilde koyverdikden sonra kollarını açar beklerdi. Öyle ki, kadınların sıklıkla başvurdukları “Daha birbirimizi tanımıyoruz ama…” cümlesini uzay-zamanın göreceliğinde yakar; “Tipim değilsiniz…” yollu çıkışları uzay geometrinin kıvrımlarına sokarak anlamsızlaştırır; hulasa, “ikimiz” deyimini kıvamını alıncaya kadar uzayın derinliklerinde yoğurarak servise sokardı. Zavallı kızcağız da, ontolojik bulantıyla sarsılır; kozmik alemde kendisini yapayalnız hisseder; Nuri Alço'dan gazoz içmiş kadar olurdu. (E tabii, Şeref'in “ikimiz” ifadesi de çok geçmeden “biz” haline bürünürdü.) Anlattığına göre bir keresinde başına çok enteresan “bir iş” gelmişti. Sarışın bir kadınla tanışmış, yine böyle mevzuya damardan dalmış, lakin hiç mi hiç tepki alamamıştı. Geçmiş zaman söylüyoruz, yalan olmasın ama, galiba mevzunun içine biraz da kuantum fiziği, çekirdek, proton falan katmıştı. Gelgelelim uzayın altını üstüne getirmiş, kadında “tık” yokmuş. Kayıtsız ve ifadesiz bir şekilde bakıyormuş sadece. Daha fazla dayanamayıp, “Uzaydan pek hoşlanmıyorsun galiba…” deyince, “Valla güzelim” demiş kadın Şeref'i şaşırtan bir rahatlıkla, “Bizi işin para kısmı ilgilendiriyor, hoşlanmak sizin işiniz…” Şaşkınlıktan ağzı açık vaziyette dinleyen Şeref'e “Bunca yıldır bu mesleği yaparım” demiş, “Yüzlerce adam tanıdım, uzay fantezisi olanıyla ilk kez karşılaşıyorum…” Şeref bu aksiliği samimiyetsizliğe yoruyor. Kuantum fiziğini hiç bulaştırmayacaktım bu işe, diyor. İçten olmayınca, inanmadığını söyleyince, yalan yanlış kulaktan dolma bilgilerle hava atmaya kalkışınca böyle talihsizlikler yaşanıyor, demeye getiriyor… Tuhaf adamdır Şeref: Koskoca uzayı uçkur belasına kullanmanın samimiyetsizliği gözüne çarpmaz da atomaltı parçacıkları çarpar. Uzun yıllardır görüşmedik onunla. Dün uzun bir mektup aldım ondan. Yeniyetme gençler, yarıldım der ya, o derece güldüğüm bir mektup… Ertuğrul Özkök'ün 13.7 milyar yıl önceki büyük patlama “modeli”nin kurulduğu CERN'den hareketle uzayın sonsuzluğuna akışına hayran kaldığını belirtiyor. Sayın Başbakan'a, kainatın sonsuzluğu ve büyüklüğü üzerinde tefekkür etmek varken biz küçük varlıkları büyütmek, al gülüm ver gülüm geçinip gitmek varken birbirimizle kavga etmek, hele Sayın Aydın Doğan ve yolsuzluk üzerine kafa yormak büsbütün anlamsızdır demeye getirmesine hepten bayılmış. Mektubunun sonunda Ertuğrul Bey'ciğim için aynen şöyle diyor: Bu adam uzayı çok efektif kullanıyor. Benim gibi uçkura bağlamıyor; derin meseleleri var. Ondan öğreneceğim çok şey var. Bir kere tekniği mükemmel; tam bir uzay cambazı… Salih Tuna yeni şafak |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|