Kaan Arslanoğlu - İntihar : Zamanımızın Bir Kahramanı
İthaki Yayınları'ndan çıkan ve 250 sayfaya yakın olan kitap; özünde modern yaşamın içinde sıkışmış, varlıklı ve entelektüel bir adamın yaşamını sorgulamak için her şeyden ve herkesten uzakta bir yolculuk yapmasını anlatıyor. Günümüzdeki en büyük sorunlardan birine, yani insanın varoluş problemine değinen yazar, Erdem karakterinin hikayesini anlatırken; arka planda da Türkiye'nin 1960'lardan beri süregelen değişiminin öyküsünü bizlere özetliyor. Erdem'in sorgulamaları her zaman kişisel ölçülerde kalsa da, aslında kitabın alt metninde ciddi siyasi ve toplumsal saptamalarda var. Özellikle 12 Eylül öncesi dönemdeki öğrencilerin ruh halleriyle ilgili önemli anektotlar kitapta kendine yer buluyor.
Erdem, iyi ve varlıklı bir ailenin, iyi eğitim görmüş, zeki ve başarılı çocuğu. Hem bilgili hem yakışıklı hem de iyi bir gelir elde ettiği, sürekli yurtdışı gezilerine katıldığı saygın bir mesleği var. Maddi anlamda hiçbir sıkıntısı olmayan, doymuş biri. Fakat maddi yönden doyuma ulaşsa da, gün geçtikte kendisiyle iç hesaplaşmaları da artıyor. Kazandığı paralar, birlikte olduğu kadınlar, elde ettiği sosyal statü onu bir türlü memnun etmiyor. Bu yüzden de geçmişini yeniden hatırlamak, yaşamının ve kendisinin farkına varmak için bütün dünyadan izole olabileceği ve kendini bulabileceği bir yolculuğa çıkmaya karar veriyor. Ne varki, bu yolculukta da insanlar ve insanların ihtirasları onu yalnız bırakmıyor.
Açıkçası bir yazar olarak Kaan Arslanoğlu'nun kalemini çok iyi bulmadım. Yazarlık vasıfları dört dörtlük olan, mükemmel kelimeler seçen, harika cümleler kuran, Montaignevari vecizeler veren biri değil. Ama kişiselden yola çıkarak evrensel bir tema yakalama konusunda oldukça başarılı. Henry David Thoreau, Albert Camus ve J.P. Sartre gibi yazarların düşüncelerinden beslenen hikaye, anlatım olarak da etkileyici. Arslanoğlu'nun yazımı göz kamaştırmasa da, hikayesini kurgulayışı kitabın sürükleyiciliğini arttırıcı bir rol oynuyor. Kitabın düz (sinemasal deyimiyle çizgisel) bir anlatımı yok. Erdem'in gördüğü rüyalardan bir anda onun çocukluğuna; çocukluk arkadaşlarıyla arasındaki ilişkilere, karakterinin oluşmasında önemli rol oynayan olaylara geçiş yapılıyor. Erdem'in günümüzdeki halinden kimi zaman üniversitedeki yaşantısına atlamalar, sonrasında da yeniden ileriye doğru geçişler de mevcut. Kitabın bu sıçramalı kurgusu, hikayenin kişisel taraflarının daha geri planda kalarak, evrensel temalardan uzaklaşılmasını önlüyor. Bu anlamda sürükleyiciliği sağladığı gibi yararlı da.
Kitabı okurken, çoğunlukla bizler de hayatımızla ilgili sorular sorma ihtiyacı hissediyoruz. Erdem'in çocukluk aşkı ve onunla ilgili düşüncelerinden bizler de nasipleniyoruz. Bizler de çocukluk aşkımızı neden ilah(i)leştirdiğimizi sorguluyoruz. "Çocukluk aşkı" tabirinin yarattığı imgeye yıllar geçtikçe yüklediğimiz anlamları ve bu anlamlar altında ezdiğimiz insanları hatırlıyoruz. Yaşama telaşı arasında unuttuğumuz benliğimizle ilgili pek çok soru karşımıza çıkıyor. Varoluşun sıkıntısı yine bir yerden kendini gösteriyor. O adını bir türlü koyamadığımız, gündelik hayatın uyuşturucu telaşesinin altında gün geçtikçe etkisini daha da çok hissettiren varoluşun çığlıkları yine bir yerden insanı kavrıyor. En sonunda da Camus'ün yaşamın, yaşanmaya değip değmeyeceği sorusu zihnimizin orta yerine oturuyor işte...
Kimler Sever : Varoluşçu yazarları sevenler, Eternity and a Day, Into the Wild ve Antonioni filmlerini sevenler, gündelik hayatın getirdiği sorumluluklar yüzünden sürekli kendi kimliğini geri plana atmak zorunda kalanlar, tutunamayanlar, tutunmaya çalışmayanlar...
Barış Saydam