|
Köşe Yazıları Beğendiğimiz yada kendi yazdığımız köşe yazılarını paylaşabiliriz. |
Seçenekler | Stil |
12-15-2008, 11:39 | #1 |
Hilmi Yavuz'un dikkat çektiği tehlike (Salih TUNA)
Mahut ifade Hilmi Yavuz'a ait…
Burası önemli. Önemli, çünkü, tefeyyüz kaynağı ciddi bir mütefekkirin marifeti. Üstelik ne “sinemacı”, ne de tüccar. Yani… “Gişe başarısını çekemiyor” gibi çemkirmelere, her şeyden evvel konumu müsait değil. Hulasa, boşuna aranmasın; “kıskançlık” derleştirilerine muhatap olabilecek bir semtte oturmuyor. Bir kere adam şair; hem de öyle böyle değil; has bir şair. Eh yani, hangi sanatı kıskanır ki şair olan? Yedinci Sanat'ı mı? Birincinin yedinciyi kıskandığı nerde görülmüş? Ha, derseniz ki, Tarkovsky “Ayna”da, “birinci” ile “yedinci” sanatı tastamam mezcetmiş, orası başka. Lakin lütfen biraz ciddi olalım. “Ayna” nire, “Recep İvedik” nire?! Daha fazla uzatırsak rezillik elverecek. İyisi mi biz Hilmi Yavuz ustamıza kulak verelim: “Mizah, Recep İvedik'e ve Muro'ya, sanki alaya alınıyormuş oldukları izlenimini veren bir bağlamda sunulmalarını kolaylaştırarak bir nevi meşruiyet kazandırıyor…” Bunları durduk yere söylemiyor tabii. Söze, “gündelik hayatın sosyolojisindeki radikal bir değişiklik” yaşandığı “gözlemiyle” başlıyor. Geleneksel olarak ulvi görülenin süfli, süfli olanın ise ulvileştirildiği günümüzde, değerler hercümercinin tezahürlerini (bilhassa) iktisat alanında bir güzel hülasa ettikten sonra, “Bu lumpenleşmede, mizahın, dolayımlaştıcı ve meşrulaştırıcı bir işlevi olduğu görmezlikten gelinemez…” diyor. Doğru ki, ne doğru! Haddizatında mizahın “lumpenleşmedeki” meşrulaştırıcı işlevine “Muro” ve “Recep İvedik”i örnek göstermesini, üstadın alçakgönüllülüğe yormak gerek. Çünkü mezkur filmlerdeki “mizahın” bizzat kendisi “lümpendir”. Dahası “lumpenliğin kuşatıcı ve yaygın bir hale geldiğinin açık kanıtları” dese de, mezkur filmleri “mizah” çerçevesinde değerlendirmesi bile lütuftan ibarettir. Üstad beni bağışlasın, “Recep İvedik, Muro ve Puntilla Ağa” başlıklı söz konusu yazısındaki “Puntilla Ağa” da bir “lütuf” gibi duruyor. Roy Dotrice'nin “Puntilla Ağa” yorumu hakkındaki, “Roy Dotrice'in yapması gereken, geceki sarhoş Puntilla Ağa'nın insanî görünümüne bizi ısındırmak değil, yabancılaştırmak olmalıydı…” şeklindeki eleştirisine tam katılamıyorum. Vaktiyle Steckel de “Bay Puntilla”yı Roy Dotrice gibi yorumladığında izleyiciler tarafından “sevimli” bulunmuş, ona ısınmışlardı. Lakin Steckel hatasını anlamış; saçlarını kazıtmış, yüz çizgilerini makyajla kalınlaştırarak ürkünç bir görüntü vermeye çalışmış, izleyiciler de, “Yahu bu Puntilla şerefsizi sarhoş olmadığı zaman ne kötü be birader…” demiştir. İyi de sarhoş olmadığı zamandaki “sevimliliğini” ne yapacağız?.. Yıllar önce Genco Erkal yorumunda (Dostlar Tiyatrosu'nda Bay Puntilla ile Uşağı Matti adıyla sahnelemişti) da aynı soruyu sormuştum kendime. Roy Dotrice “Puntilla Ağa”yı ne kadar ısındırmış izleyiciye bilemem ama, Genco Erkal epey ısındırmıştı. Bence Bertolt Brecht'in Berliner Ensemble dönemi oyunlarından “Puntilla Ağa ve Uşağı Matti” oyunundaki “Puntilla” karakteri nasıl oynanırsa oynansın, doğası gereği “sevimliliği” kaybolmaz. Ne kadar ciddi ve minimalist oynanırsa oynansın, Muro “karakterinin” devrimciliğin “değersizleşmiş bir biçimde alımlanmasına” engel olamayacağı gibi. Salih TUNA Yeni Şafak |
|
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|