Büyük bir heyecanla gelmiştim sana. İki gündür seni görmemiş olmam bugünü daha bir özel yapıyordu. Erkenden kalktım, en temiz elbiselerimi giydim. Senin aldığın gömleği de tabi ki.
Kaç gündür çehreme kazınan hüznü eritecektim. Belki onca kötü yaşanmışlıklara rağmen sözlerinin arasından umut devşirebilecektim. Bir kelime yüreğime belki müthiş bir ferahlık verecekti. Bakışlarını yakalamaya çalıştım. Daha doğrusu, eskiden olduğu gibi içime bir ışık huzmesi gibi dolan bakışlarını aradım.
Hiçbiri olmadı tabi. Heyecanımı umarsız varlığında erittin. Gün boyu zorunlu karşılaşmalarımızda hep yapacaklarından bahsettin. Beni karanlık bir zindana hapsedeceğinden… Öyle ya, dünyaya, herkese, her şeye karşı tavır alacaktın. Ve ben o aldığın içsel kararlar içinde varlığı önemsenerek düşünülmüş biri değildim sanki. “Şairin” içinde ölmüş müydü?
Sanki sevgim aldatılıyordu. Öyle ki yazdıklarımı bile okumak istemedin. Önceden olsa “bugün ne yazdın” diye sorar, merak ederdin. İki gündür çok şey yazdığımı bildiğin halde hiç sormadın bile. İyi de oldu belki, yazdıklarım artık acı veriyor çünkü.
Elindeki defterin sayfalarını özellikle boş bırakmıştım. Belki bir şeyler yazarsın diye umut etmiştim. Umut etmiştim çünkü kelimelerinin arasına az da olsa umut serpiştiriyordun. Yazmamışsın. Hiçbir şey geçmemiş içinden. Ah ne acı! Heyecan kalmamış sevgili Şiirim.
Artık açıkça söyleyebiliriz galiba; Şiir gidiyor… Tüm şairler öksüz kalacak şimdi.
Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyorum. Sadece sensizliğe dayanacak kadar gücüm olmadığını biliyorum. Hiçbir anlamım kalmadı artık. Şair şiirsiz bir hiçtir.