12-31-2008, 14:01 | #1 |
Hayatımın Yazısı
Hiçbir ölümlü Yüzümdeki perdeyi kaldıramadı"
Bir Mısır tanrısına ait olan bu söz O'nu çok güzel tanımlıyordu. Ne eksik ne fazla ... İyi sayılabilecek bir şairdi. İçinde yaşadığı toplumla paylaştığı değerler yok denecek kadar azdı. Dış görünüşü iç dünyasındaki aykırılığı fark ettirmeyecek kadar doğaldı. İçten bir tepkisi vardı yaşanan değerlere karşı. Ama o,bu aykırılığını anlamsız ve tepkisel davranışlarla göstermezdi. "İnsan konuşmayı öğrenince susuyor" derdi. Bu yüzden günlerce konuşmayabilirdi. Ama konuştuğu zaman da karşısındaki insanın değer yargılarını alt-üst ederdi,hiç çekinmeden. İnsanlarla hiçbir şeyi paylaşmamaya, onlardan hiçbir şey almamaya yeminliydi. İnsanların onu sevmesi de nefret etmesi de birdi onun için. Paylaşmak ona göre büyük bir zulümdü zaten. İnsanlar kendilerine ait olmayan bir şeyi sahipleniyor,sonra da güya insanları sevdikleri için paylaşıyorlardı. Halbuki paylaştıkları şey hiç de onların değildi. O,bu ilişkiyi eve giren bir hırsızın evi,ev sahibiyle paylaşma lütfuna benzetiyordu. Bu aykırı düşüncelerinden dolayı yirmi yaşında terk ettiği ailesini hiç aramamıştı on beş yıldır. Annesine bıraktığı not çok kısaydı: Asiyim, hepsi bu kadar. Evlenmeyi bir an bile aklından geçirmemişti. Ona göre evlilik sahiplenme duygusunun bir insanla tatmin edilişiydi. O hiçbir şeye sahip olmadığı gibi hiçbir şeyin de onu sahiplenmesini istemiyordu. Peki,bunca yıldır neyi arıyordu?Gerçeği,yalnızca gerçeği. Yıllar önce okuduğu bir kitapta şu yazılıydı: "Gerçek aramakla bulunmaz ama her arayana verilir. Her şeye rağmen onu ümitlendirmişti bu söz. Zaten hayatın çok sırrını anlamıştı bu çileli yıllar boyunca. Sevgi varoluşun biricik sırrıydı. O günde sonra bir başka bakıyordu hayata. O günün anısına şu sözleri yazmıştı Günlüğüne: "Karanlıklar senin göz kapaklarının çektiği perdedir aydınlığın üzerine. Aydınlıksa gözbebeklerinin ışıltısıdır,perdelerden kolayca geçen." Atom sevgiyle duruyordu ona göre. Atoma nefreti sokup atom bombası yapmamışlar mıydı zaten?Bu yüzden en nefret ettiği şey nefretti. Kendisini sevginin mayasından yaratılmış hissediyordu. Yaprağın yere düşmesi toprağa olan sevgisindendi. Filizlerin boy vermesi göğe olan özlemlerindendi. O küçük tohum,tabiatın gök ve yer denilen iki koluna sarılıyordu böylece... Bir yandan köklerini toprağın derinliklerine salıyor,bir yandan da göğe yükseliyordu tohum. Ya yazmak...Yasmak da sevgiydi. Mürekkebin gerçeğe duyduğu sevdaydı onu yazmaya iten şey. Kalem kutsaldı onun için. Bu yüzden hiç kimse bunalmış ruhunu kağıda dökmek için kullanmamalıydı kalemini. Kalemi ilk kullanan da Tanrı değil miydi? Tanrı ilk aşıktı. İnsanları sevgisinden yaratmıştı. Her şeyi sevgi üzerine kurmuştu ama hiç kimse anlamamıştı O'nu. Bu yüzden "Aşkı anlaşılmayan ilk aşık Tanrıdır." derdi. İnsanlar doğar doğmaz göbek bağlarını kopardıkları gibi gerçekle olan bağlarını da koparıyorlardı sanki. O, bu ümitsiz durumdan şu sözlerle sıyrılıyordu: "Güzellerin güzel yüzünde güzelliği yaratan,elbette o güzelliğe aşık olanları da yaratır." *** Genç kız nihayet uyanmıştı. Tüm gece boyunca uyumuştu. Gözlerini ovuşturdu. Elbiselerini düzeltti. Şaşkındı. --Nerdeyim ben?Siz kimsiniz? --Demek dün gece neler olduğunu hatırlamıyorsun? --Çok içtiğimi hatırlıyorum o kadar. --Evet,kapıyı sana açtığımda çok sarhoştun gerçekten. Kapıyı açar açmaz bana ilk söylediğin söz şuydu: "Ben Tanrının hediyesiyim" Genç kız bu söz karşısında utancını gizleyemiyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını da bilemiyordu. Şaşkınlığını biraz olsun gizlemek için: --Peki ya sonra ?Dedi. --İşin doğrusu ben Tanrıdan böyle bir hediye beklemiyordum. Şaşırdım bir an. Gerçeği arayan birisine senin gibi bir serabın gösterilmesi doğal gelmedi bana. Ben bunları düşünürken sen de şu an yattığın yerde sızıp kaldın zaten. --Dün geceden beri yerde mi yatıyordum?Diye sordu şaşkınlıkla. --Evet,düşüp sızdığın yerden kaldırmadım. Biliyorsun seraba dokunulmaz. Bütün gece Tanrının seni almasını bekledim. Ama,görüyorsun ki hala gelmedi. Sahi söyler misin sen hangi Tanrının hediyesisin böyle? Ferda sitem dolu bir utangaçlıkla: --Lütfen benimle alay etmeyin. dedi. --Alay etmiyorum .Sadece seni anlamaya çalışıyorum. İstersen önce sana bir kahve yapayım da kendine gel. Kemal kahveleri getirdiğinde Ferda biraz olsun kendine gelmişti. Üzerindeki yabancılığı atmaya doğal olmaya çalışıyordu. --Benim adım Ferda iki sokak ileride sitelerde oturuyorum. Dün gece için özür dilerim. Arkadaşlarla yaşadığım bir çılgınlıktı o kadar. Çok utanıyorum. --Ben de Kemal. Bu evde tek başıma yaşıyorum.(Bir an duraksadı Kemal) Senin hakkında ne düşündüğümü merak ediyorsun değil mi? --Biraz öyle... --Hiç...Hiçbir şey düşünmedim. --Neden? --Özel olarak hiçbir insan üzerinde düşünmem pek. --Gecenin yarısında kapını çalıp,evinde yatan bir kız hakkında bile mi? --Evet. --Çok garip bir insansın. --Söylesene maskeli bir baloda insanların gerçek yüzlerini tanımak müm kün müdür sence? --Tabii ki değil. --İşte şu yoplumda gördüğün birçok insan ve sen... Hepiniz maskelerinizle yaşıyorsunuz. Şu toplum maskeli bir balodan farksızdır bence. Hem de zamana, kişilere ve olaylara göre her an değişen maskelerin kullanıldığı bir balo... Bu yüzden pek anlamlı gelmiyor bana insanlar üzerinde düşünmek. --Kendini soyutluyorsun insanlardan. --Öyle de denilebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düşmanıdır bence. Bu yüzden insanlardan hiçbir şey almamayı yeğliyorum. Buna rağmen her şeyimi vermeye de hazırım onlara. --İnsanların sevgisini de ret eder misin örneğin? --En başta onu. Bu günün sahte sevgileri bir insanın kalbini yaralamak için seçilen en tehlikeli yoldur. --Ama insan hiç sevilmeden yaşayamaz ki... --Bunda yanılıyorsun. İnsan sanıldığının aksine sevilerek değil severek yaşar. İnsan sevilmek ihtiyacında olan zayıf bir varlık değildir. Kısacası sorun sadece sevilmek değil sevmektir. --Sevdiğin halde sevilmiyorsan? --Sevilmek senin sorunun değil onun sorunu. Bence sevmek bir insanı kendi içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanın içinde hissetmen. Anlayabiliyor musun? Sevmek seni zenginleştirir, sevilmek değil. Bunu, evreni kapsayacak şekilde de düşünebilirsin. --Nasıl yani? --Evrensel anlamda sevmek kainatı kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini kainatta seyretmektir. Ferda'nın kafası karışmıştı. Hiç bu kadar derinlemesine düşünmemişti sevgi üzerine. Bunu fark eden Kemal: --Bunları bir anda anlamak sana güç gelebilir. Ama biraz düşünürsen umarım anlayabilirsin. Şunu unutma ki insanlık bu gün ikinci taş devrini yaşıyor. Birinci taş devrinde insanlar yumuşacıktı. Sevgi sayesinde her şey yumuşacıktı. Sadece evleri ve aletleri taştandı. Şimdi ise her şeyimiz yumuşacık, yüreklerimiz taş gibi. Hatta taştan da katı. Çünkü öyle taşlar vardır, üzerlerinde otlar yetişir ve öyleleri de vardır ki... Kemal'in gözleri nemlendi bunları söylerken. Yılların acılarını, ihanetlerini, burukluklarını kelimelere döküyordu aslında. Ağlamaklı bir hale dönüşüyordu sesi kesik kesik... Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat şeridi geçti Ferda'nın gözleri önünden. Eğer Kemal'in anlattıkları doğruysa sevgi hiç olmamıştı hayatında. On sekiz yaşında olmasına rağmen sayısını kendisinin bile unuttuğu kadar çok sevgilisi olmuştu. Ama hiçbir zaman sevgiyi bu kadar yoğun hissetmemiş ve yaşamamıştı. Bir an gözleri duvarda çerçevede olan mısralara takıldı Donuk sevgiler çağındayız Sıcak sevgiler cehennemde yanıyor Sevgi... Yaşanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade Duyulmayacak kadar doğaldır Kemal duvarda ağlayan bir çocuk portresi gösterdi Ferda'ya --Biliyor musun bir çocuğa verilecek en değerli besin şefkattir ve de cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu işte şu insanları görürsün karşında... Şefkat ve cesaret kurbanları... Kimileri aşırı şefkatin yanında cesaretsiz büyütülürler. Bu insanlar küçücük bir dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca kırılırlar. Dünya çok acımasızdır böylelerine göre... Kendilerini sevecek birilerini ararlar hep. O kadar yoğunlaşırlar ki bazen şiddetli bir arzuyla birilerine doğru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti öğrenememiştir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayı bile devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yıkılıverirler. Dünyayı titretecek cesareti tanıyan bu insanlar kalplerine dokunacak bir parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve şu sözleri duyar gibi olursun onlardan: Dağ düştü üstümüze Yıkılmadık ama İnsan değdi tenimize Acısı yaktı bizi... Cesaret onları o kadar sertleştirmiştir ki sevdikleri insanı kolları ile kalpleri arasında neredeyse öldürür. Kemal sustu birden Ferda bir şeylerin olduğunu hissetmişti. Çözmek istiyordu Kemal'i --Niye sustun? --Bana ne şefkati öğrettiler ne de cesareti. --Ama tüm bunları biliyorsun sen. --Nasıl olduğunu merak ediyorsun değil mi,anlatayım. Bir an durdu sonra: --İnsanların nefretlerindensevgiyi,ihanetlerinden sadakati, korkaklıklarından cesareti öğrendim. --İnsanlar bu kadar acımasız mı? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç? --Bırak sevgilerin gülmeleri bile doğal değil onların. Seni senin için değil kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince severler ki,hayran olmamak elde değil biliyor musun?Sevgi ve ihaneti o kadar sanatsal bir uyarlamayla sahneye koyarlar ki,son sahnede öleceğini bile bile seyredersin oyunu .Mükemmel bir katildir onlar. Seve seve öldürürler seni. Dudaklarından sevgi sözcükleri yükselir. Yapacağın tek şey gözlerini kapatıp sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin sağanak yağmuru altında ölümünü beklemedir. Anlıyor musun? --Sen sevilmekten korkuyorsun. --Belki... --Neden? --Neden mi?Ben her insanı kalbime misafir edebilirim,sevebilirim yani. Kalbimden eminim çünkü. Sevdiğim insanı rahatsız edebilecek hiçbir şey yok kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü bilmiyorum nelerle karşılaşacağım. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor beni. Ve bilmiyorum o insan bu tuzaklardan haberdar mı? --Fikirlerimi alt üst ettin. Her şey karıştı Sevmek sevilmek,nefret,sevgi. Hatta şu ana kadar gerçekten yaşayıp yaşamadığımı düşünüyorum. --Aslında sana anlattığım her şeyi kendinde bulabilirsin. --Nasıl? --Kendini tanıyarak...Yalnız kaldığın anlarda... --Yalnızlıktan kaçmışımdır hep... --Yalnızlıktan kaçmak kendinden kaçmaktır. Bir düşünsene doğarken de yalnızsın,ölürken de. O halde yaşarken de yalnızlıktan kaçmak anlamsız değil mi ? --Yalnızlıkta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve boşluktan başka? --Kendini gerçekten tanıyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç uzayın olduğunu fark edebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra başına geçip ağıt yakıyoruz...Benliğindeki zenginliği fark etseydin dünyada ikinci bir insan aramazdın biliyor musun? --Anlamadım! --Dünyada bir tek kişi vardır aslında o bir kişi içinde de beş milyar insan. --Benliğim bu kadar kalabalık mı? --Evet. Benliğin tüm varlığın merkezidir. Tüm acılar ve sevinçler yüreğinde gizlidir senin. Ölenleri yüreğine gömdüğün gibi doğacak çocuğun kalbi de senin içinde atar. Hem acıyı hem sevinci yaşarsın iç içe,yan yana...Hatta o kadar acı çekersin ki acı,acı olmaktan çıkar... --Sözlerin çok karışık. --Belki haklısın bu konuda. Bazı insanlar başlı başına paradokstur. Düşünceleri de öyle. İnsanlar paradokssal düşünmeye alışık değiller. Bu yüzden anlaşılmıyoruz. Zaman bir hayli ilerlemişti. Ferda izin istedi. Zihni o kadar dağılmıştı ki hiç bir şey söylemeden çıktı evden. Bütün gece boyunca Kemal in sözleriyle uğraştı Ferda. Bazen onu anladığını düşünüyor,bazen saçmaladığına karar veriyordu. Her şeye rağmen hayranlık duyuyordu ona. Ama,kimsenin anlamayacağından emindi. Günler geçiyor,yüreğinde Kemal e ,karşı konulmaz bir sevgi taşıdığını hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha büyüyordu sevgisi. Aylar geçmiş ama bir türlü ona gitmeye karar verememişti. Çekiniyordu. İnsanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli dolu bir kızı ciddiye alır mıydı? "Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar ölü değildir hiçbir zaman" Evet,bu söz de onun değil miydi?Nihayet karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdiğini söylemeliydi. Ferda Kemal in evine gittiğinde büyük bir şaşkınlık geçirdi. Evde kimse yoktu,taşınmıştı...Evin bekçisi yaklaştı Ferda ya: --Kızım adınızı öğrenebilir miyim? --Adım Ferda. Kemal bey taşındı mı? --Evet kızım,taşındı. Ve kimseye söylemedi nereye gittiğini,bana bile. Bir mektup bıraktı sana gelirse verirsin,dedi. Ferda mektubu aldı. Tereddütlü adımlarla evine gitti. Yıkılmıştı. Derin bir boşluk hissetti yüreğinde. Birden ümitle doldu yüreği. Belki de onu yanına çağırıyordu. Sabırsızlıkla mektubu açtı. "Ey sevgili! Seni sevip sevmediğimi söylemeyeceğim. Ama sevgiyi öğretebildim sana sanırım(ne kadar öğretilebiliyorsa).Dilerim kalbine kalbimden verdiğim şey yüreğinde yeşerip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksın, ne de ben sende. Sen beni kendinde,ben seni kendimde bulmuş olacağım. O zaman hiç ayrılmayacağız. Sakın sevgimle seni tuzağa düşürdüğümü sanma. Sevgi hayatın hem çekirdeği hem meyvesidir. Bir ağaç,meyvesiyle seni kendisine çekiyorsa bu bir aldatma sayılmaz. Unutma ki ağaç meyvesine çağırır, kendisine değil. Ey sevgili! Sen bir sığınak arıyorsun ama ben durulmaz bir fırtınayım. Sen kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum. Sen olmayacak bir barışı arıyorsun,bense tüm kötülüklerle savaşmak istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen dünyadan kopup yıldızlara sığınmak istiyorsun bense kendimi yeryüzüne karşı sorumlu tutuyorum. Sen aydınlığa kaçmak istiyorsun ben karanlıkları aydınlatmak istiyorum. Sen bir ağacın gölgesine sığınıp yaşamak istiyorsun bense ülkemi arıyorum;yolları aydınlık,insanları huzurlu ve ümit dolu bir ülke. Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun bense haykırıyorum. Sakın unutma! Kalbim paylaşılamayacak kadar senindir. Seninle bile. (Ama bilmiyorum sen bu kadar bende misin Lütfen kendini ara,beni arama.... |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|