|
Kitap Dünyası Kitaplarla ilgili tüm paylaşım burada. |
Seçenekler | Stil |
03-10-2010, 11:36 | #1 |
Çisenti (Nezihe Meriç) Özeti,Konusu,Karakterleri
Nezihe Meriç’in şiirli öyküleri
Yazan: PROF. DR. GÜRSEL AYTAÇ Çisenti”, öykücülüğün doruğunda bir yazarın öykü kitabı. Nezihe Meriç, 19 öyküyü konu ve anlatım tekniği bakımından okurda bütünlük duygusu yaratacak tarzda kurgulamış. İstanbul manzaraları, Anadolu manzaraları, hep yaşantılara büründürülerek, geçmiş ve şimdinin ustalıklı geçişleri bağlamında işleniyor. Bir edebiyat araştırmacısı için bunları en çekici yapansa, o konuları öyküleştirmek isteyen bir yazarın yazma serüveninin anlatı dokusuna katılmasındaki incelik: Yazma eyleminin dile getirilişi, öykü bütünlüğünü aksatmadan, okuru sarsmadan, bir içe bakış, yazarın kendiyle bir hesaplaşması, bir içtenliği biçiminde gerçekleştiriliyor. Anlatıcının bir kadın yazar olduğu, zaman zaman Nezihe Meriç adının da geçtiği, küçüklüğü İstanbul’da, ilk öğrencilik yılları Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, hayatının ileri yaşlarının bir kıyı kentinde geçmekte olduğu, öykülerin toplamından anlaşıldığında bir hayat zincirinin halkaları izlenimini ediniyorsunuz. Anadolu kentlerinin, kıyı kentlerinin adı verilmiyor; adıyla anılan tek şehir İstanbul. Nezihe Meriç belli ki bir İstanbul âşığı. Boğaziçi’nin güngörmüş eski sakinleriyle şimdinin hazımsız villa sahiplerinin yaşam tarzı önemsiz gibi görünen ayrıntılarda, meselâ davranışlarında yakalanır. İlk öykünün uzun başlığı, ek 1, ek 2, ek 3, şeklinde ilerleyen kurgusu, yazma eylemini de konu edinen öbür öykülerin habercisi. “Hani bir zamanlar, Yeşim küçükken, Boğaziçi’nde/Hani daha sağlamken/Hani onlar daha hayattayken” başlığı, öykülerin ana izleklerinden birinin “zaman” olduğunu peşinen sezdirmekte. Yeşim, çocukluğunu, şimdi öykü yazarı, denizden uzak bir kentte, bir şirkette çalışan, bir apartman dairesinde oturan, küçük bir ailesi olan genç bir kadının notları şeklinde kaleme alırken bunların bir öyküye dönüşme sürecini şöyle dile getirir: “Bu anlatı, sonradan, ayıklanıp kurgulanarak, bir öyküye dönüştürüldü. Düşünce durmuyor kendini üretiyordu ha bire. Son aşamada, kısa metrajlı bir film olmaya çalışıyor.” (s. 10) Bu sözler “Çisenti”nin bütün öyküleri için geçerli sayılabilir. Öyküleşen anıların deneyimli, olgun, duyarlı bir yazara ait olduğunu, figürlerin, anlatı dokusuna serpilmiş, hayat bilgelikleri, şairane tespitler, sık sık kanıtlıyor. Bir ikisini tadımlık niyetine sıralayalım: “… meşeden bir kesit al, geç karşısına, sana bin tane masal anlatsın.” (s. 18) “… bizim işimiz, içimizdeki cevheri tanımaktır. Bilmektir. Onu bildin miydi, koruyacaksın bu dışarının pisliliğinden. Onunla, onu koruyarak, kendimizi, onun yardımıyla onararak, yaşamayı becermemiz lâzım.” (s. 19) “Tentene dediğin nedir ki! Bir yumak beyaz iplik alırsın pasajdaki Rum kızından. DMC. Elinde bir yumak beyaz iplik vardır şimdi. İpi usulünce parmağına dolarsın, tığla ilmik alarak, zincir çekersin. [...] Yaşamak da, bu tentene örmek gibi bir şey değil mi! Zaman dediğini de gün be gün böyle tüketmiyor muyuz örnek çıkarır gibi!” (s. 31) Bir İstanbul sevdalısı Nezihe Meriç’in İstanbul’a sevdalı, denizsever bir öykücü olduğu, figürlerinin dilinde, yazar anlatıcının notlarında çeşitlemeler halinde ifadesini buluyor. İstanbul’la “büyülenmiş”, İstanbul’u benliğine sindirmiş bir öykücüyle karşı karşıyayız: “… Bu İstanbul, yedi tepe üzerine kurulmuştur; ama kaç yetmiş bin kez, sevmesini bilenlerce efsunlaşmış bir kenttir. Ona bakmayı, onu görmeyi, onu yaşamayı bilmek başka bir şeydir. Her kulun harcı değildir.” (s. 94) Yazarın kendi öykücülüğü üzerine düşüncelerini, zaman zaman eleştiri ve savunmalarını dile getiren çeşitli pasajlardan da birkaç örnek alıntılamak isterim. “Kimin Kimsesi Kim” başlıklı öykü, meselâ tırnak içine alınmış şu sözlerle başlar: “Senin öykücülüğün çok düşündürüyor beni. Çok bakıyorsun, çok katılıyorsun günlük yaşama. Sonra tutup sözünü haddeden geçirmek isteyince, zorlanıyorsun; bir kişinin öyküsünü yazmaya kalktığında pek çok kişi seninle. Haydi başla bakalım, başına neler gelecek… Nasıl toparlayacaksın bu kez. Merak ediyorum.” (s. 23) Edebiyatçıların ezeli sorunu, kurmacanın nerede başladığı, gerçeğin ne olduğu, yine aynı öyküde yazarın bir iç konuşması olarak şöyle irdeleniyor: “Şu: Yazacağın çarşı ya da gerçek. Gerçeklerle kurguları ayırmalı mı! Bunların nerede, nasıl ayrıldıklarını nasıl bileceğiz ki! Ayırmaya hem gerek yok, hem olası değil. Bir de bu gerçek, gerçek denilen nedir ki! Nedir gerçek denilen şey! Sen yazmanı sürdür bakalım, nereye dek gidecek… Kafandaki kabataslak tasarladığın metni hep göz önünde tutmaya çalış. (O seni yönetir nasıl olsa.)” (s. 25) Mutluluk veren alıntılar Nezihe Meriç’in “Çisenti” başlıklı, numaralı on bir öyküsünden üçüncüsü, epigraf niyetine, Oktay Rıfat’tan dizelerle başlarken bir başka edebî alıntı, “Çisenti 5″te Mümtaz Soysal’dan. Bunalım içinde, hayatına bir anlam katmak isteyen bir kadının ruhunu birden aydınlatan, ona hayata başka türlü bakmaya deneme cesareti veren “büyülü bir yazı”dır bu. Öykünün son satırları, kadının yaşama enerjisi kazanışını, “Günlük yaşam denilen şey başlamıştır. Sıradan bir gündür. ‘Onu güzellemek benim niyetimde’ diye düşünen kadının yüzüne yayılan, sevinmeye benzeyen gülümsemeyle sesini duydu evin içinde: Günaydın! Uykucular günaydın!” (s. 89). sözleri dile getirir. Bu değişimi sağlayan büyülü yazının kimin hangi yazısı olduğu öykü içinde belirtilmezken “O yazı, bu yazı: ‘kahrolmak’, -Mümtaz Soysal’dan alıntı” sözleriyle metnin sonunda yer alır. 17 satırlık bu uzun alıntıda öykü kahramanına yol gösteren sözler “Bütün yenilgilerden sonra da, elinizde bir tek zafer olanağı kalmıştır: Kahrolmamak. Hiç olmazsa, ‘yine de kahrolmadım ya!’ diyebilirsiniz. Kendinizden bu kadarcık bir zaferi esirgemeyin.” cümlesinde odaklanıyor. Soysal’ın toplum-birey bağlamında söylediği bu sözler, kendi hayatına yön vermek, “mutlu olmak” isteyen kadına ilaç gibi gelmiş, onu “kurtarmış”tır. “Çisenti” grubu öykülerin sonuncusu, çizdiği karanlık şehir tablosuyla bitiriyor kitabı. Öbür öykülerde bireyin dünyasında odaklanan yazar-anlatıcı, burada memleketi “kanserli bir gövde”, çırpınan insanları “kurtarılmak isteyen” sağlıklı kalmış “üç beş hücre” eğretilemesiyle tasvir ediyor. Bir yandan “öykücük su serpsin yüreklere [...] gülmeyi getirsin” derken, çok ihtiyar, gün görmüş, şimdi kimsesiz ve dertli iki kadıncığın çığlıkları yüzünden polislerce zanlı diye alınıp götürülmesi, suçlu bulunması, grotesk bir tablo çizerek toplum hicviyle canlandırılıyor. Bu son öykü, Nezihe Meriç’in kitap boyunca sezdirdiği iyimserliği, öykülerden aydınlanma, ışık beklentisinin artık neredeyse boş olduğunu çarpıcı bir grotesk tabloyla dile getiriyor. |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|