01-13-2009, 21:13 | #1 |
Beş Hececiler (Hecenin Beş Şairi)
Beş Hececiler - Hecenin Beş Şairi
"HECECİLER" adıyla anılan, Hecenin Beş Şairi;
İkinci meşrutiyet dönemindeki Milliyetçilik ve Türk halkını bir araya toplama sürecinde ortaya çıkmış; yurt sevgisini dile getiren hece ölçüsüyle şiirler yazmışlardır.İkinci Meşrutiyet'ten (1908) sonra Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin'in öncülüğünde filizlenen Yeni lisan ve Milli edebiyat akımını benimseyerek, şiirlerini here vezniyle de yazmış beş şairin genel adı."Konuşulan güzel Türkçe'yi yazı diline geçirerek yeni ve büyük davayı kazanan ve kazandıranlar"olarak nitelendirilen Hececiler; Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin'lerin başlattıkları "Yeni Lisan" anlayışının etkisiyle, Osmanlıca'dan arınan bir dille şiir yazamaya yöneldiler. Ulus/Ulusçuluk bilincini sürekli ön planda tutmuşlardır. Beş Hececiler Hareketi, aruzla yazanlara bir tepkiydi, biçimde ve içerikte sadeliği getirdi. Bu işlevlerinden öte, bir rejimin sorunlarını da tartışmaya yönelmişlerdir. Beş Hececiler (veya: Hecenin Beş Şairi) doğum yılları sırasıyla Orhan Seyfi Orhon (1890), Enis Behiç Koryürek (1891), Halit Fahri Ozansoy (1891), Yusuf Ziya Ortaç (1895) ve Faruk Naliz Çam1ıbel (1898)'dir. Bu sayının Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul; İbrahim Alaettin Gövsa, Şükufe Nihal ve Halide Nusret Zorlutuna'nın da eklenmesiyle on'a çıkarıldığı da olur. Sayılarını çoğaltalım çoğaltmayalım, Hececiler adlandırmasının, XX. yüzyılın ilk yirmi beş yılı şiirimizde hece veznini kullanan bütün şairleri değil de, bir süre, bir arada, milli bir dil ve edebiyat davasını benimsemiş beş şaire alem olduğu unutulmamalıdır. Yoksa, Servetifünun şiirinin aruzu karşısına hece, şuurlu olarak, çok daha önce çıkarılmış (Mehmed Emin Yurdakul, Türkçe şiirler, 1899), daha sonra da Mütareke yıllarında Ali Mümtaz Arolat, Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek ve başka şairler sadece heceyi kullanmışlardır. Beş Hececiler şairliğe Balkan Savaşı yıllarında, üslup bakımından da Servetifünuncular'ın etkisinde aruzla başlamış, bu alanda ilk şiirler! Hıyaban (Orhan Seyfi, 1910), Rübab (Halit Fahri, 1912), Şehbal (Enis Behiç, 1912), Peylim-ı edebi (Faruk Nafiz, 1913) ve Kehkeşan (Yusuf Ziya, 1914) dergilerinde çıkmıştı. On sekiz yirmi yaşlarında bu beş genci hece ile yazmaya teşvik edenler, Milli edebiyat davasını henüz Selanik'te bulundukları yıllarda (Genç kalemler dergisi, 1911) başlatan Ziya Gökalp ile Ömer Seyfettin oldu: 1914 Mart'ında İstanbul'da, zamanla bir ilim ve edebiyat akademisi haline getirilmek gayesiyle bir Bilgi Derneği kurulmuştu. Balkan Savaşı'nda (1912) İstanbul'a gelen Ziya Göka1p de bu dernekte çalışıyordu. Beş Hececiler'den Yusuf Ziya, Enis Behiç'le Bilgi Derneği'nde, Ziya Gökalp'ın verdiği bir konferansta tanıştı: Ziya Gökalp'ın hece vezni ve İstanbul lehçesi konferansını beraber dinledik, beraber inandık ve Dernek'ten beraber çıktık. İlk adımda iki eski dosttuk onunla... İki hafta sonra Enis, Bilgi Derneği'ne, elinde ilk here şiiriyle geldi. Bu, dört dörtlük orijinal bir manzumeydi. Adı: Hodmin (Yusuf Ziya ORTAÇ, Portreler, 1960 s. 129-132). Hece ile ilk şiirinin nasıl yazıldığı üzerine Enis Behiç’in 26 Ekim 1934’te verdiği bilgiler, Yusuf Ziya Ortaç’ın söylediklerinden biraz farklı ise de, esas bakımından hemen hemen aynıdır. Buna göre Balkan Savaşı sırasında Edirne’nin düşmandan geri alınması üzerine ey meriç şiirini yazan Enis Behiç, bu şiiri haftalık halka doğru gazetesinde bastırmak istemiş, gittiği gazete idarehanesinde Ziya Gökalp’le tanışmıştır. Enis Behiç, heceyle ilk şiiri Hodbini, Ziya Gökalp’in bu ilk karşılaşmalarında kendisine yaptığı karşılaşmalar ve telkinler üzerine yazdı, çok beğenildi. Bunun üzerine artık hep hece vezninde, hep temiz konuşma Türkçe’siyle şiirlerim, birbiri ardınca doğru. Ve böylece, işte bu güne değin, 22 yıldır hep o yolda, Gökalp’in bana gösterdiği yolda yürüyerek, iyi kötü, az-çok, bu günkü gençlerin hep bildikleri şiirlerimi yazdım. Demek oluyor ki, benim şairliğimde Gökalp’in irşadının büyük tesiri olmuştur. Ömer Seyfettin Balkan Savaşında tekrar ayrıldığı orduya dönmüş Yanya kuşatmasında Yunanlılara esir düşüp bir yıl sonra da İstanbul’a gelince de (1913) askerliği bu defa temenni bırakarak, Kabataş Erkek Lisesine edebiyat öğretmeni olmuştu. Ömer Seyfettin’in İstanbul’a yerleşmesi, öğretmenlikleri dolayısıyla, önce Halit Fahri Ozansoy’la tanışmasına, sonra başka gençlerle de tanıştıkça Selanik ve Rumeli yıllarından gelme dil ve edebiyat görüşlerini çevresine yayılmasına zemin hazırladı. Halit Fahri Ozansoy'un hatıralarından öğrendiğimize göre (Edebiyatçı!ar geçiyor, 1967, sf. 305 v.d.) güzel bir bahar günü Ömer Seyfettin, Orhan Seyfi ve Halit Fahri, Gülhane Parkı'nda edebiyattan konuşurlarken Ömer Seyfettin, onlardan şiirde konuşma dilinin sadeliğine ve Hece veznine dönmelerini istedi. "Çünkü biz henüz, şiirde ne aruza veda etmiş, ne de tam manasıyla açık ve sade Türkçe'nin kaynağından su içmiştik diyor Halit Fahri. Ben Rübab mecmuasında Mabed-i esrar’lar yazıyordum, Seyfi de aruzdaki en güzel eserlerinden biri olan Fırtına ve kar'ıyeni yazmış bulunuyordu. Nihad Sami Banarlı, Fırtına ve Kar'ın 1916 da yazıldığını belirtiyor (Orhan Seyfi Orhon'dan Şiirler, 1970, sf. XVII), buna göre parktaki o görüşme, 1916 yılında veya o tarihten biraz önce yapılmış olmalıdır. Orhan Seyfi'nin, Nihad Sami Banarlı'nın deyişiyle bu sefer hem Türkçe'nin, hem de hecenin bir zaferi olan ikinci şiir kitabı Peri kızı ile çoban hikayesi 1919 da basıldı. Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Mehmed Fuad Köprülü tarafından çıkarılan, haftalık Yeni mecmua'nın ilk döneminde (sayı 1 - 66, Temmuz 1917 - Ekim 1918) Beş Hececiler'den yalnız Orhan Seyfi ile Halit Fahri'nin şiirleri görülüyor. Faruk Nafiz'in onlara katılması, derginin 34. sayısından (7 Mart 1918) başlar. Yeni mecmua, hükümet Mondros Mütarekesi'nin hazırlığında iken, yayımına 66. sayıda (Ekim 1918) uzun bir süre için ara verince, Yusuf Ziya Ortaç, Şair (15 sayı, 12 Aralık 1918 - 20 Mart 1919) ve Halit Fahri Ozansoy Nedim (18 sayı, Ocak - Mayıs 1919) dergilerini çıkardılar. Üç beş ay dolmadan da İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali üzerine büsbütün dağılan edebiyat okuyucularının eksilmesi üzerine» kapattılar. Ülkü birliği açısından Beş Hececiler arasında birtakım bölünmeler, tutarsızlıklar; daha o tarihlerde görülmeye başlamıştı. Şair dergisinin 8. sayısında (30 Ocak 1919). Aruz'dan heceye, heceden aruza başlıklı .hafta Musahabesi’nde Yusuf Ziya Ortaç, durumu şöyle açıklıyor: Halit Fahri Bey, birkaç ay evvel, heceye yeni biat ettiği zaman, bütün mühtedilere has bir hararetle bu vezni müdafaa için nasıl makaleler yazdıysa, bugün de heceden aruza tekrar ihtida etmesi üzerine, yine aynı şiddetle eski vezni müdafaa ediyor... Vezinden vezne bir adımda geçilemez. Yoksa Halit Fahri Bey gibi fırka siyasetlerine kapılarak, bir sene evvel Yeni mecmua müdürü Talat Bey'in hece veznine biat ettikten sonra, aradan kısa bir zaman geçince tekrar zamanın tahavvülatına uyarak, Sabah gazetesi sermuharriri Ali Kemal Bey'in aruz veznine dönmekle hiç bir şey yapılamaz... Yusuf Ziya Ortaç'ın bu sert çıkışmalarına sebep olan, Halit Fahri Ozansoy'un ilk yazısı, Şiire karışmayın! başlığı altında ve Münekkitler pişdarı Ömer Seyfettin Bey'e bir mektup olarak, Nedim'de çıkmış (sayı 2, 23 Ocak 1919), gene o dergide peş peşe Halit Fahri Ozansoy'un, Faruk Nafiz Çamlıbel'in v,b. aruz şiirleri yayımlanmıştı. Bu durumda, çıktıkları müddetçe Şair'de Yusuf Ziya hecenin, Nedim'de ise Halit Fahri aruzun savunmasını yaptılar. Gene aynı yılda, keza haftalık, Büyük mecmua çıkmaya başlamıştı (ilk sayı: 6 Mart 1919), Nedim dergisine aruz şiirleri veren Faruk Nafiz, Büyük mecmua'ya hece şiirleri yazıyor, Yusuf Ziya ise Büyük mecmua'da hece şairliğinde sebat ediyordu. Yusuf Ziya ile Faruk Nafiz'e, 7. sayıdan başlayarak hece şiirleriyle Orhan Seyfi'nin de katılması, Büyük mecmua'da hece şiiri davasının yeniden kuvvetleneceği fikrini uyandırmıştı. Ne var ki, Büyük mecmua, 1920 başlarında (galiba 18. sayıda) kapandı. Beş Hececiler'den üçü (Halit Fahri, Orhan Seyfi, Faruk Nafiz) bu defa Yarın dergisine (19211922) şiirler verdiler. Çıkışı 1923 - 1928 arası Milli mecmua'da ise, Beş Hececiler'i izleyen yeni Hececiler (Halide Nusret, Necmeddin Halil, Ahmet Kutsi, Neeip Fazıl, Ömer Bedreddin, Ali Mümtaz v.b.) yer aldılar. Beş Hececiler'den yalnız Faruk Nafiz, Mitli mecmua'da birkaç aruz şiiriyle göründü. Cumhuriyet döneminin çoğalan dergileri arasında (Hayat, Güneş, Aydabir, Çınaraltı, Varlık v.b.) Beş Hececiler zaman zaman dağıldılar, ara sıra birleştiler. Ama gerek ayrıyken, gerekse bir dergide birleştiklerinde aruz-hece farkı gözetmeksizin her iki vezinde de yazdılar. Bir zamanlar Milli edebiyat, Milli vezin, Milli dil davası çevresinde birleşmiş bu ,şairler, heceye bütün sanat hayatları boyunca bağlanmadılarsa da, ona, kullandıkları dille daha ahenkli, daha kıvrak bir biçim verdiler. Hece şiiri, vezinle büyumedi, dille güzelleşti. Mehmed Yurdakul'daki kuruluktan, donulduktan kurtularak tabii, lirik, etkili, zarif görünüşlere büründü. İşlenen konuya göre heybetli-gür bir ses, kıvrak-esnek, ince bir güzellik kazandı. Ömer Seyfettin, Genç Kalemler'in ilk sayısındaki, imzasız Yeni lisan makalesinde (1911), Serveti fünuncular'ın konuşma diliyle yazı dilini, yani tabii dil ile suni dili birleştirmek yerine, kilometrelerce birbirlerinden ayırdıklarını söylemiş, onların öyle mısralarına, öyle cümlelerine tesadüf olunur ki, içinde hiç Türkçe yoktur» demişti. Eski lisanın fenalıklarından hiç birini değiştirmemişler; yalnız naatleri, kasideleri, terkib ve terei-i bendleri, muhammesleri, murabbaları, gazelleri, kıtaları bırakıp, yerine sahte sone'lerden müteşekkil, tatsız ve eskilerden daha manasız, çalma bir salon edebiyatı vücuda getirmişlerdir... demişti. Ömer Seyrettin, gerçi, yeni bir düzeni kabul ettirmek isteyen her dava adamı gibi, Servetifünun şairlerine karşı enikonu haksız konuşuyor, onların getirdikleri yenilikleri toptan bilmezden geliyordu; fakat gene de, Ali Canib Yöntem'in de belirttiği gibi (Hecenin Beş Şairi, ' 1956, sf. 9) .konuşulan güzel Türkçe'yi' yazı diline geçirerek yeni ve büyük davayı kazanan ve kazandıranlar, Ömer Seyfettin'in hikayeleri yanı sıra, şiirleriyle Beş Hececiler oldular. Muhakkak bu kazanılan dava o kadar büyüktür ki, yazı dilini konuşma dilinden ayrı tutan yapı, bu sayede tamamen demode olmuş, şiir dünyamız da yeni bir zevk meydana çıkmıştır. Ali Canib Yöntem'in işaret ettiği bu yeni zevk ile Beş Hececiler, ferdi duyarlıkları, eski korsan hikayelerini, yurt köşelerini, Anadolu gerçeklerini şiire geçirdiler; yerli-milli bir sanat ve tarih motifleri, yaşanan hayat dilimleriyle örülü bir memleket edebiyatı yaratmaya da Yöneldiler. Beş Hececiler, çoğunlukla, hecenin on birli, on dörtlü kalıplarını kullandılar. Hece'nin bazı duraklarında değişiklik yaptıkları, on bir heceli vezni 7+4 olarak da böldükleri ve Servetifünuncular'ın bir tek manzumede türlü arılı kalıplarını kullanmak usulünü hece kalıplarına uyguladıkları da oldu (Enis Behiç); hece ile serbest müstezatlar da denediler (Halit Fahri). Mısra kümelendirmelerinde dörtlük esasına bağlı kalmadılar, yeni yeni biçimler aradılar; bir olay, bir hikaye anlatabilmek için beyit beyit kafiyeli, uzun şiirler de yazdılar. (Faruk Nafiz: Han Duvarları vb.). Nesir cümlesini şiire aktardılar: daha önce Tevfik Fikret’te görülen Nazmın Nesre benzemesi, nesirdeki söz diziminin şiirlerde de görülmesi, beş hececilerde çok rastlanılan bir özelliktir: cümlelerin yarım bırakıldığı, birkaç mısra devam ettiği, mısra ortasında sona erdiği oldu. Hece şiirlerini akından akına (Yusuf Ziya, 1916), dinle neyden (Faruk Nafiz 1919), bulutlara yakın (Halit Fahri 1920), Gönülden sesler (Orhan Seyfi 1922), Miras (Ensi Behiç 1927), gibi kitaplarda toplamış Beş Hececiler, bu vezni tiyatro eserlerinde de kullandılar. 1934 tarihli kanunla aldıkları soyadlarını bile, böyle bir milli şevk ve inancın dolaylı ifadelerinden biri diye düşünebiliriz. |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|