|
Kitap Dünyası Kitaplarla ilgili tüm paylaşım burada. |
|
Seçenekler | Stil |
|
02-28-2010, 12:21 | #1 |
Aşk Köpekliktir (Ahmet Ümit) Özeti,Konusu,Karakterleri
Aşk Köpekliktir Yazarı : Ahmet ÜMİT Yayınevi : Doğan Kitapçılık Basım Yeri / Tarihi : Istanbul / 2004 - Aralık Sayfa Sayısı : 186 KİTAP HAKKINDA AŞKIN KÖPEKLİĞİ Mİ DEDİNİZ? Kitap bende, sabah mahmurluğu içinde aç karnına canlı solucan yutmak gibi bir etki yarattı. Çiğ solucanı, eskimolar afiyetle yiyebiliyormuş. Ama benim beynim ve midem bunu kaldırmaz! Pişmiş bile olsa! YAZAR HAKKINDA NİYE PSİKO-SEKSÜEL BİR ANALİZ YAPTIM? İmdi, metinsel inceleme ve eleştiri yaparken, ilke olarak, yazarın kim olduğu, ne olduğu, nereden gelip nereye gittiği beni pek ilgilendirmez. Önemli olan içerik, tema, anlatı ve düşüncelerdir. Ama bu kez bir istisna, ayrıcalık yapmak zorunda kaldım. Bu ayrıcalığın nedeni de aşk veya sevgi gibi yüksek bir erdemin “köpeklik” olarak tanımlanmasından kaynaklanıyor. Aşkı, sevgiyi “köpeklik” olarak gören zihniyet, kişilik, çok hasta bir ruhun çıkartısı gibi geliyor bana. Eğer sevgi “köpeklik” ise, o halde, nefret ne peki? Sevgi ve dolayısıyla, türevleri şefkat, merhamet, acıma, dayanışma, yardım, arkadaşlık vb “köpeklik” kategorisinde ise; nefret, gaddarlık, vahşet, şiddet, barbarlık, sadizm hangi kategoride acaba? Köpek sözcüğünün argo anlamı “aşağılık niyetlerle yaltaklanan veya davranışları kötü olan kimse” demek... Sevgi ve aşkın köpeklik, köpekçe yaltaklanma olarak görülmesi, beyin ile erojen bölgenin ters orantılı olarak yer değiştirmesinden kaynaklanıyor olsa gerek. Leman dergisindeki “Kozzi” çizgi kahramanda görüldüğü gibi penis-anüs-vagina üçlemesi (PAV sendromu) beyne egemen olunca, beyin kaçınılmaz olarak erojen bölgenin denetimine girer... akıl, düşünce, mantık yerine, asla vazgeçilemeyecek erotik hayaller, sanrılar üretmeye başlar... Bu patolojik durum, ulvi bir cennet inancının yarı-porno düşleriyle de örtüşerek kişinin psikolojini ciddi anlamda bozabilir, sapkınlığa, sapıklığa, sado-mazo eylemlere basamak oluşturabilir... Hiç tanımadığım yazar hakkında, salt yazdıklarından hareket ederek, a priori, yaptığım karakter analizi önyargılı veya öngörülü olarak tanımlanabilir. Ancak, öyle bile olsa, bu kesinlikle kişiliğe saldırı veya kişisel hakaret olarak algılanmamalı, salt psikolojik bir çözümleme olarak görülmelidir. Nasıl ki psikoloğun vardığı sonuçlar, olumsuz bile olsa, kişisel hakaret olarak algılanamazsa, benim burada yaptığım da aynı şekilde algılanamaz. Zaten sosyo-psikolojik açıdan, benim hedef aldığım kesinlikle yazarın kişiliği değil, ancak sayıları gittikçe artan bu tür kişiler ve bu tür insanlar üreten popüler kültür veya ayaktakımı kültürünün ta kendisidir. Öncelikle, yazar hakkında ön saptama olarak şunu hemen söyleyebilirim: muhtemelen Doğu Anadolu kökenli bir vatandaş. Kitaptaki alımsız, cılız öykülerden bas bas lumpenlik, avamlık bağırıyor. Böyle insanların -üniversite bitirmiş bile olsa- çevresi, ailesi ve yöresinden almış olduğu o arabesklikten, çapulculuktan kurtulmaları çok zor. Bu çapulculuk genlere kadar işlemiş oluyor çünkü! Redingot bile giyseler bir yerlerden hafif bir takunya tıkırtısını mutlaka duyarsınız! AŞKIN KÖPEKLİĞİ VE ZOOFİLİ Bu kökenden gelenler, genelde, aşk ve sevgiden çok şehvetin güdüsünü izler. Genellikle de ilk cinsel deneyimleri, eğer kırsal bölgede yaşıyorlar ise, başka türler ile olur. Kendilerini nedense “tutamazlar”, hemencecik tahrik oluverirler! Bir cinsel sapma olan zoofili, yani hayvanlarla (eşek, keçi, at, tavuk, köpek vb.) cinsel ilişki, İç ve Doğu Anadolu kırsalında çok yaygındır. Ve zoofili kırsal bölgede olağan karşılanır. Zoofili: Hayvanlarla cinsel birleşme, zoofil: hayvanla cinsel ilişkiye giren kimse demektir. Ülkemizde kırsal kesim gencinin, karşı cinsle cinsel tatmin yolları oldukça kapalıdır. Genelev olanaklarından yoksundurlar, ilginçtir ki, kırsal kesimde mastürbasyon alışkısı da fazla yaygın değildir. O da, köy yaşamına göre fazla yadırganmayan bir yolu dener. Bu da hayvanlarla cinsel birleşmedir. Daha çok eşekler kullanılır. Bu nedenle eşeklere kimi yörelerde 'Nallı Fatma' denir. Dahası gene kimi yörelerde, ergenliğe erişmiş delikanlının babasına, öteki babalar 'komşu senin çocuk büyümüş artık ona bir eşek alma zamanı geldi' diye takılırlar. Gençler arasında da, eşeklerle cinsel birleşme yaparlarsa, penislerinin büyük olacağı inancı yaygındır. Bunlar yaşamın istenmeyen ama, çaresizlikten başvurulan yollarıdır. Bu da sözde ahlak adına yapılıyor. Oysa dünyada hiçbir canlı türü, kendi türünün dışında bir canlıyla birleşmeye yeltenmez. Bizler ise, kendi yavrularımızı, öz varlıklarımızı, toplumun cinsel ahlakını korumak için, onları bu tür davranışlara iteriz. (Kaynak: Cinsel Sapmalar, Dr. Haydar Dümen) Bu “zoofil” gençlerimiz daha sonra büyük bir heyecanla kentlere giderek genelev kapılarını aşındırırlar. Genelev kadınlarına âşık (!) oldukları, hatta “vesikalı yarim” niyetine onlarla evlendikleri de vâkidir. Aslında aşktan anladıkları; işi bitirme, ejakülasyon ve “malı sahiplenme”dir. Bu nedenle “aşk köpekliktir’, “aşk eşekliktir”, “hayvanlıktır” gibi söylemleri de doğal karşılamak gerekir! Bunları kimseyi aşağılamak veya karalamak için yazmıyorum. Kimseyi de ayıplamıyorum. Olabilir. İnsanlık halidir. Bu, aile içi gizli ensest gibi ülkemizin geleneksel, psiko-seksüel bir dramı, gerçeğidir. POPÜLER KÜLTÜR YA DA AYAKTAKIMI CİNNETİ İmdi ne diyelim? Bu kitaptaki öyküler, Türkiye’de egemen olan ayaktakımı veya arabesk-maganda-varoş-ayaktakımı-raconu (A.M.V.A.R) diyebileceğimiz kozmopolit bir kültürün ürünü. Batıda bunun karşılığı yok. Batı’da, halk -özellikle büyük kentlerde- taşralı olduğunun anlaşılmaması için büyük çaba sarf eder. Bizde ise tam tersi söz konusu: taşra kültürü toplum geneline dayatılıyor. Kırsal ile kentsel kültürün -veya doğu ile batı kültürünün- kerhen döllenmesi sonucunda oluşan bu kültürün aktörleri, oyuncuları, savunucuları, sanatçıları, şarkıcıları yeni kurulan mahallelerin hoparlörlü “camikonduları” etrafına konuşlanıyor. Onların yaşam alanı bu çevreler. Tespihli, bitirim, bıçkın tipler için hamaset, bunlara çok uygun. İnanç da uygun: En son tahlilde gidilecek yerde ödül olarak karı-kız-oğlan, huri, gılman, yeşil yastıklar, divanlar, döşekler, kevser şarabı bunları bekliyor! Bu nedenle, bir yere kadar zamparalık, hatta oğlancılık, kulamparalık (kulampara: gulampare: gulam: gılman: oğlan; pare: parça; kulampara>oğlan parçası) bile bu kültür çemberinde hoş görülür. Hele obje, gayrimüslim ise kimse sesini çıkarmaz. Hatta ballandıra ballandıra kahve köşelerinde “erkeklik” övülür. Viskiyi beyaz peynir ve kavunla içenler bunlardır. Onların mahallerinde içki gazete kâğıdına sarılarak, siyah naylon poşette satılır. Ramazanda topluma açık yerlerde içki içmezler. Böyle mahallelerde namus temizlemek için -ağır tahrik gerekçesiyle (!) - yapılan törensel dayaklar, eziyetler, cinayetler, içten içe hayranlık ve hoşgörüyle karşılanır. İmdi bu kültüre özgü bayanlar da her gün kahve falına bakıp, kapı önüne yığma ayakkabı bırakılan mekanlarda oturan, sıkma başlı, türbanlı, tesettürlü, apartman girişleri ağır yemek kokan, evde oturup arsız sümüklü çocuklarla didişen, güya iffetli, mefkureci bacılardan oluşur. İstemeden gizlice işlenen günahlar kurban, oruç, adak, kaza namazı vb. gibi uygulamalarla, bol bol sevap kazanılarak telafi edilirken, cehennem cezasından cennet ödülüne kavuşmayı arzulamakla da imanlar pekiştirilir. Derin bir aşağılık kompleksi içinde “oh olsun, kıskananlar çatlasın, yazıklar olsun, kader utansın” gibi acılı söylemleri bolca kullanan bu baylar ve bayanlar, aslında her tür sevinçten yoksun, eğlenmesini bilmeyen, gülme özürlü, çabuk öfkelenen, sevimsiz, şefkatsiz, sevgisiz, başkalarının acılarına sevinen, histerik, psikopat yaratıklara dönüşmüşlerdir. Her şeyleri abartılıdır. Sevinci, eğlenmesi taşkındır, saldırgandır. Üzüntüsü vahşidir, dengesizdir. Acıları olgunlukla ve onurlu bir şekilde karşılayamaz. Sevgisi kanlıdır. Çoğu kez sevdiğini öldürür, sonra da intihar etmeye kalkışır. Bunlar modern çağa ayak uyduramayan, dinsel hezeyanların, saplantılı inançların insanları sürüklediği tipik davranış bozukluklarıdır. Aşk ile şehvet birbirine karışmış, libido kısa-devre yapmıştır! Karşı cinse duyulan cinsel dürtü, iç gıcıklanması, içtepiler aşk olarak algılanır. (İngiliz toplumsal araştırma kuruluşu GFK-NOP tarafından 2005 yılında 30 ülkede 30 bin kişi üzerinde yapılan araştırmada Türkler, en mutsuz üçüncü ulus çıkmış!) Bu sorunsal, gurme ile obur arasındaki fark gibidir. Obur ne bulsa tıkınır, kafasını tencereye sokarak çatlayıncaya-patlayıncaya yer, eliyle, ayağıyla da yer, aynen bir köpek gibi yer... Obur için önemli olan sadece açlığını gidermek, karnını şişirmek, geğirmek, ayakyoluna çıkmaktır. Oysa gurme için yemeğin sanatsal, estetik bir şekilde sunularak, güzel bir ortamda, güzel biri müzik eşliğinde keyifle yenmesidir önemli olan. AYAKTAKIMI KÜLTÜRÜNÜN ALT YAPISI Peki bu ayaktakımı kültürünün altyapısını ne oluşturuyor? Kuşkusuz bedevi mitolojisi ile yoğrulmuş dinsel inançlarla beslenen, abartılı, şişirilmiş bir kutsallık ve yücelik zırhıyla korunan töre ve gelenekler.. Geleneksel eğitimde çocuklar korkutularak, döve söve eğitilir, ve bu eğitim, etik-pedagojik olmaktan çok, korkutucu/ödüllendirici dinsel bir temele dayanır. İmdi, bu kültürün alt yapısı oluşturan Arap mitolojisinden başka hangi din, “memeleri tomurcuklanmış, devekuşu yumurtası renginde teni olan, sürekli bakire kalan karagözlü hurilerle dolu bir cennet”ten bahseder ki? Cennetle ilgili bu kadar ayrıntı, tanım başka hangi semavi dinde var? Ne Tevrat, ne de İncil'de böyle bir seks cennetinden söz edilmez. Belki de bundan dolayı o kitapları bizim o çok bilge ilahiyat profesörlerimiz “muharref” deyip geçiştiriyor! Profesör bile olsalar, öyle karı-kızın olmadığı bir cennet ne işe yarar? Ve bu meyanda, 2005 yılı ramazanında, ülkemizdeki dinbilimci ulemanın tartıştığı konunun “cinsel ilişki ile oruç açılır mı, açılmaz mı? ” olması gayet doğaldır. Bunlar Freud’u bile okuturlar! O halde, bu bağlamda, poligamiye, çok eşliliğe, harem sefahatine, tek bir “boş ol” sözüyle karı boşamaya kolaylıkla izin veren arabesk toplumlarda, taa çocukluktan beri uhrevi bir seks cennetinin düşleriyle koşullandırılmış, coşturulmuş, ateşlenmiş taze dimağların, saf ve cahil insanların abazan, azgın olmalarına, aşkı köpeklik olarak görmelerine de şaşmamak gerekir... cennetteki huri bolluğunu düşünürsek, bu ne çiledir ki dünyadaki! ! ROMANTİK AŞK VAR MI? Bedevi doğu toplumları romantizmi, romantik aşkı bilmezler. Romantik aşk batıda ortaya çıkmıştır. Arabesk toplumlarda Romeo-Jüliyet benzeri romanesk aşk görülemez. Çünkü arabesk kültür böyle bir ürün üretemez. Romanesk ile arabesk birbirine zıttır. Romeo-Jüliyet, Tristan-Isolde ile Ferhat-Şirin, Yusuf-Zeliha arasında dağlar kadar fark vardır. Bizim çağdaş şairlerimizin düşlerini süsleyen esin perilerinin de genelde yabancı kız isimleri (Mariya, Olvido, Anita.. vs) taşıması bundandır. Şiirlerde öyle pek Fatma, Ayşe, Cemile gibi isimlere rastlanılmaz! “Fahriye” özel bir durumdur ve o da zaten “Abla”dır! “Aşk Köpekliktir”, üstünde o kadar yazılması, düşünülmesi, incelenmesi gereken bir kitap değil. Ancak, dolaylı olarak, ayaktakımı kültürüyle olan bağlantısı ve bu kültürü Türk ulusu için en büyük potansiyel tehditlerden biri olarak görmem nedeniyle bu analiz ve saptamaları yapma gereksinimi duydum. “Aşk Köpekliktir” öykülerindeki basitlik, sığlık, bayağılık, insanın genzini yakan bayat gazete haberi kokusu dayanılır gibi değil. Ne dünya, ne Türk klasikleri, ne de ünlü öykücülerden bir iz, bir kalıntı, bir etkilenme yok... Tematik, içeriksel olarak polisiye öyküler gibi. Bu basmakalıp Mayk Hammervari öykülerde ekinsel bir değer, sanatsal bir özenden, titizlikten iz yok. “Saldım çayıra” misali çalakalem yazılmış. Ve yine genelde oryantal toplumlarda görülen kanlı ve şanlı arabesk karasevdalarla ilgili... Bu öyküler yerli dizi senaryosu olabilir ve iyi reyting yapar gibime geliyor. Kitabın ismi de ülkemizde egemen olan ayaktakımı söylemlerine çok uygun. |
|
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|