PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Flush (Virginia Woolf) Özeti,Konusu,Karakterleri


denizci
03-09-2010, 10:45
http://img2.blogcu.com/images/e/r/g/erguvanlar/9755104933.jpg.jpg



... güçlü kuvvetli, enerji dolu, yaşama sevinci içinde genç Robert Browning bir bomba gibi patlamıştı Elizabeth Barrett’ in sessiz hasta odasında. İngiliz edebiyatının en ünlü aşk öyküsüdür onların aşkı. Tiyatro oyunları yazılmış, filmler yapılmıştır bu konuda. Nasıl mektuplaştıklarıı, Robert Browning’ in Wimpole Sokağı’ ndaki bir evde divanda yatan Elizabeth’ i nasıl görmeye geldiğini, bu ziyaretten sonra üç ay içinde Elizabeth’ in mucize kabilinden nasıl yürümeye başladığını, gizlice evlenip Floransa’ ya kaçtıklarını herkes bilir. Hatta Virginia Woolf’ un The Common Reader’ da dediği gibi, İngiliz şiirinin en önemli adları arasında olan bu iki şairden tek dize okumamış olanlar bile! Virginia Woolf’ un Flush’ ı bu konuda son derece sevimli bir kitaptır. Elizabeth Barrett Browning’ in çok sevdiği İtalya’ ya kaçarken beraberinde götürdüğü köpeğin yaşamöyküsünü anlatan Flush’ da bu aşk öyküsünü bir de o köpeğin açısından görürüz.

Mina Urgan
(İngiliz Edebiyatı Tarihi, Cilt V)


(Arka Kapaktan)


Virginia Woolf 1933’te ‘Flush: Bir Biyografi ‘ adlı kitabını yayınladı. Yüz sayfadan bile daha kısa olan bu kitap, Vırginia Woolf hayattayken en popüler kitabı olarak anıldıysa da ne yazık ki zaman içinde akademisyenler tarafından en ihmal edileni oldu. Okuyanlar çok sevdikleri halde, (ilk altı ayda 19.000 adet sattı) eleştirmenlerin çoğu, bu kitap üzerinde fazla durmamışlardır.

Flush, ünlü şair Elizabeth Barrett Browning’in köpeğinin adıdır. Virginia Woolf, Elizabeth Barrett Browning’e büyük ilgi duyar, Viktorya Çağı’nda kadınlara yapılan baskıların bir kurbanı sayardı onu. Elizabeth Barrett, o dönemin zorba denilecek kadar otoriter aile reislerinden biri olan, üstelik kızına karşı sağlıksız bir tutku duyan babası tarafından, hasta olduğu bahanesiyle, eve kapatılmıştı. Onu, kendi gibi bir başka şair kurtardı. Elizabeth Barrett ile Robert Browning’in nasıl tanışıp seviştiklerini, gizlice evlenip, yanlarına Flush’ı da alarak, İtalya’ya nasıl kaçtıklarını, Floransa’ya yerleşip nasıl mutlu olduklarını o devirde yaşayan herkes bilirdi. Çünkü bu ünlü aşk öyküsü üzerine tiyatro oyunları yazılmış, filmleri bile yapılmıştı. Virginia Woolf, bu ünlü çiftin aşk mektuplarını okuduğu zaman şöyle söyler: ‘Köpekleri beni o kadar güldürdü ki, onu hayata geçirmeden edemedim.’

Flush’ın edebi değerini belirleyen unsur, Virginia Woolf’un, bu güzel aşk öyküsünü, inanılmaz bir ustalıkla, bize Flush adlı köpek açısından anlatmasıdır. Flush’ı basit bir köpek biyografisi olarak okumakla, onun Viktorya Çağını yeren keskin, yorumunu göz ardı etmiş oluruz. Woolf , bir köpeğin bakış açısından Viktorya Çağını sergiler. Duyan, gören, koklayan, hisseden ve duygulanan köpek ağzından yazar Flush’ı. Flush’ın tek özrü konuşamamasıdır. O da bunu davranışlarıyla ifade ettiğine göre, onu romanının kahramanı yapmaması için bir neden yoktur. Bir köpek sahibi kadar yaşadığı çağın da tanığı değil midir?

Flush’ı diğer hayvan öykülerinden ayıran özellik, onun tamamiyle insan davranışlarını sergilemesi ve insani değerleri taşımasında yatar. Vırginia Woolf’un yeni bir edebi teknik arayışı içinde, ‘köpek ağzı’yla bir öyküyü anlatma denemesidir. Woolf , Flush’ın köpek olduğunu hiç unutmaz. Onun kokuları algılaması konusunda özellikle durur. .


Flush’ın biyografisi genel biyografi türüne bir hiciv örneği olarak değerlendirilebilir. Biyografinin konusunu oluşturan ‘değerli bir kişi’den bahsetmemesi, ele aldığı kişinin yaşam öyküsünü soy ağacından başlayarak şakadan bilimsel tavırlar takınarak sunması, bir yaşam öyküsünün o kişinin gerçeğini ne denli yansıttığını sorgulaması Virginia Woolf’a özgü yazış stilini ortaya koyar. Aynı zamanda feminist bakış açısından Viktorya çağı yüksek sosyetesinin iki yüzlülüğünü açıkça eleştirir.

Gerçekte bu esprili ve mizahi anlatımın altında yatan Virginia Woolf’un toplumsal eleştirisi ne yazık ki gizli kalır. Okuyucu onu hafif ve zevkle okunan bir köpek öyküsü olarak değerlendirir.



Kitaptan Alıntılar:

"Kimi köpekler soylu köpekti, kimileri soysuz. Peki, kendisi hangisiydi? Flush eve varır varmaz kendini aynada dikkatle inceledi. Tanrıya şükür, doğuştan soylu, iyi aileden bir köpekti! Başı düzdü; gözleri iri, fakat patlak değildi; ayakları perdeliydi; Wimpole Sokaği’nın en cins kokeriyle boy ölçüşebilirdi. Su içtiği mor kaseye hoşnutlukla baktı- mevkiin ayrıcalıklarıdır bu gibi şeyler; sonra zinciri tasmasına geçirsinler diye uysal uysal başını eğdi – bunlar da mevkiin ceremeleri..."diye düşündü Flush.



"Aynaya bakarak "şimdi neyim ben?"diye düşündü. Ve ayna bütün aynaların vahşice içtenliğiyle, "bir hiçsin."dedi. Hiçti. Bir hiç olmak – eninde sonunda dünya yüzündeki en hoşnutluk verici varoluş durum bu değil midir? Bir daha baktı. Tüylerin birazı yakalık gibi boynunu sarmıştı. Kendini bir şey sananların rüküşlüğünün karikatürü olmak – eh bu da başlı başına bir kariyer değil miydi?"



"Londra’da ufak buldoklardan, av tazısıyla, İskoç çoban köpeğiyle, Newfoundland tazısıyla, senbernarla, teryeyle ya da Spaniyel Kabilesi’nin ünlü yedi ailesinden biriyle karşılaşırdı. Her birinin ayrı bir ismi, ayrı bir itibarı vardı. Oysa Pisa’da, onca köpek bolluğuna rağmen, mevki rütbe yoktu, hepsi – olabilir miydi böyle şey? -kırmaydı. Görebildiği kadarıyla sadece köpekti bunlar. Flush orada kendini sürgünde bir prens gibi hissetti. Çünkü bütün Pisa’da safkan koker spaniyel oydu."