PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : hangi hareket tüm uygarlığa hakarettir?


çakır
09-07-2009, 11:20
“5 yaşında idim. Rahmetli babaannem pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere düştü.
Babaannem eğildi, aramaya başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyordu. Çocukluk işte,
- Aman babaanne, dedim. Bir pirinç tanesi için bu kadar çaba harcamaya, yorulmaya değer mi?
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.
- Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun, dedi. Ardından ekledi;
- Hiç pirinç üretilirken gördün mü sen? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.
Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim. Alain'in proporslarını okuyorum.
Birden irkildim. Babaannemi hatırladım. Alain bir yerde, ‘bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur’ diyordu..
Ardından ilave ediyordu. Bir iğnenin üretiminde binlerce insanın alın teri, göznuru, el emeği vardır.’
Yukarıdaki satırlar, uzun yıllar farklı televizyon kanallarında gönül sohbetleri adıyla program yapan Sabri Tandoğan Beyefendi’ye ait. Ramazanın manevi iklimine uygun bir mahiyet taşıyan bu anekdotu bugün sizlerle paylaşmak istedim.
Sabri Tandoğan Bey’den şu satırları da aktaralım, ardından bizim de bir çift kelamımız olacak:
“On dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin, traş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm.
'Lütfen traştan sonra jiletinizi çöpe atmayın, yanda bir kutu var oraya bırakın. Bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayiine yardımcı olun' diyordu.
Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde' İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı.
İşte o ülke, kullanılmış bir tek jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.
İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda radyolar, televizyonlar bir haberi duyurur; 'Şu tarihte, şu saatte, görevliler gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete, kâğıt, ambalaj, kutu, velev ki bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.'
Sayın Tandoğan’ın yazdıklarına katılmamak mümkün değil...
Zenginler daha duyarlı
Etrafımıza şöyle bir göz attığımızda, kimi zaman fakir fukaranın daha savurgan olduğunu görürüz. Kimi zaman sizden yardım bekleyenlerin sizden daha müreffeh, harcamaya daha istekli bir yaşantı sürdüğüne muttali olursunuz. Bir zaman sonra anlarsınız ki, iki yakalarının bir araya gelmemesinin bir nedeni de aslında, yaşam felsefeleridir. Tutmaya değil, ihtiyaç mı değil mi diye bakmadan ellerine geçeni harcamaya odaklanmış olmalarıdır.
Yalılarda, malikanelerde, milyonlarca dolarlık konaklarda yaşayan çok sayıda dostum var. Yanlarında bulunurken fark ediyorsunuz ki, çoğu konuda elleri ortalama vatandaştan daha sıkı. Daha dikkatli harcıyorlar. Daha az lüzumsuz harcama yapıyorlar. Alırken ne derece ihtiyaç olduğu ya da fiyatı konusunda daha sorgulayıcı davranıyorlar. Anlıyorsunuz ki, zenginleşmelerinin bir nedeni de aslında harcamada dikkatli olmaları...
Zekat ve fitreleri verirken bile, yoksul olmalarını yegane şart olarak algılamamak lazım. Yoksul olsun da ne olursa olsun dememeli... Seçici olmak lazım. Hangi insan, verdiği fitre veya zekat parası ile sigara veya alkol içilmesinden hoşlanır ki?
Yeşil kart kullanacak kadar fakir bir görüntü sergileyip de, zengin gibi hayat sürme meselesi, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın dünkü bir açıklamasını hatırlattı bana.
30 Temmuz'da uygulamaya giren 3G teknolojisi konusunda ilk bilgileri değerlendiren Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, cepten görüntülü konuşmada, Diyarbakır'ın birinci sırayı almasının sosyolojik ve ekonomik olarak incelenmesi gerektiğini söylemiş. İlginç bir saptama... Daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum.
Yazımıza bir pirinç tanesi örneği ile başlamıştık. Yine pirinçle bitirelim.
Ne başbakanlar var...
Sayın Tandoğan’dan aktaralım:
Vaktiyle Japon ekonomisi darboğazdan geçer. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşar. Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve ekler;
- Şu andan itibaren der, Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçlarını son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim. Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim. Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder.
Bu son örneği neden verdim biliyor musunuz?
Hani yeri gelince ülkemiz için dünyanın en verimli coğrafyasında, en stratejik yerinde bulunuyor diye anlatıp duruyor ve övünüyoruz ya... İşte böylesine zengin bir coğrafya üzerine bulunan bir ülkenin neden iki yakasının bir araya gelmediğine ışık tutmak için...
Önceki gün Makedonya'nın turistik Ohri kentindeki gölde gemi battı. Kazada 17 kişi öldü. Ulaştırma Bakanı tüm sorumluluğu üstüne aldı ve istifa etti.
Pirinç tanesi deyip geçmemek lazım. Bilmem anlatabildim mi?
Prof. Dr. Osman ÖZSOY

_SoN_
09-07-2009, 13:01
Güzel yazıydı, teşekkürler bacanak.