|
Kitap Dünyası Kitaplarla ilgili tüm paylaşım burada. |
Seçenekler | Stil |
03-30-2010, 11:50 | #1 |
Amat (İhsan Oktay Anar) Özeti, Konusu, Karakterleri
Amat Yazarı: İhsan Oktay Anar Yayınevi: İletişim Yayınları Basım Tarihi: 2005 Sayfa Sayısı: 235 ARKA KAPAK 'Olağanüstü' dünyaların yaratıcısı İhsan Oktay Anar yine, tarihin gizemli sayfalarını aralayan, adeta masalsı; ironik ama derin felsefi anlamlar yüklü, şaşırtıcı, sürükleyici bir romanla çıkıyor karşımıza... Aynalar, atlaslar, okunması yasak sır dolu kitaplar, savaşlar, gülleler, yeniçeriler... üç direkli, iki güverteli ve 58 toplu bir kalyonda ilâhî düzeni bozmaya meyyal bir kaptan, karanlığa ve kırmızı atlasa sarılı bir deniz seferi... Kıyıda ise üç direkli, iki güverteli ve 58 toplu bir kalyon, o karanlıkta usturmaçalarını puta edip iskeleye palamar vermişti. Yelkenlerin sarılı olduğu serenler hisa edilmiş ve tez zamanda yola çıkacağını ilân için mizana direğine mavi bayrak çekilmişti. Esrarengiz adam, kalabalığı yarıp elinden tuttuğu İsrâfil'le iskeleden gemiye doğru yürümeye başladı. Kalyonun dikmesinin palangalarına asılan ve tıraka tutan gemicilere vardiyan, Yisa, sizi gidi sütü bozuk sünepeler! Yisa beraber! Varda ruhsuzlar! Varda! Bre aman! Laşka! Laşka! ? diye feryat ediyor ve hurçların, sandıkların ve fıçıların ambarlara usûlünce istifine nezaret ediyordu. Güneşin doğmasına 7 saat kala esrarengiz adam, sürme iskeleden kalyonun çukur güvertesine çıkmak istedi. Fakat eline ne kadar asılırsa asılsın Eşek İsrâfil yerinden bir türlü kımıldamıyordu. O karanlıkta eline son bir kez daha asılıp Gel yâ mübarek diye nida eyledi. Bunun üzerine çocuk her nedense inat etmekten vazgeçti. Ne var ki, sürme iskelenin kayganlığından dolayı düşmemek için midir, İsrâfil'in kuşağına 40-50 yaşlarında, iri yapılı, sırma işlemeli siyah kaput giymiş biri yapışmıştı. İşte bu adam kuşağı bırakıp küpeşteye tutundu ve güverteye ayak bastı. Bunun ilâhi düzenin bozulması demek olduğunu hiç kimse bilmeyecekti. KİTAPTAN Peygamber Efendimizin ve onun tebliğ ettiği kitaba iman edenlerin Mekkeli putperestlerden gördükleri ezâ ve cefâ nedeniyle Medine'ye hicretlerinden 1080-1082 yıl, İsa Aleyhisselâmdan ise 1670 yıl kadar sonra, Şevvâl ayının üçüncü gecesi, debdebesi ve cağcağasıyla yedi iklim dört bucağa nâm salmış o Kostantiniye şehri, gökyüzündeki karanlık bulutların altında yorgun bir dev gibi uyumaktaydı. Gündoğusundan delicesine esen rüzgârın dört bir yana savurduğu kasvetli bulutların arasından bir anda, dolunayın gümüşümsü ışığı tıpkı bir şelâle gibi Galata'nın üzerine döküldü ve Arap Camii'ni, Surp Krikor ile Aya Nikola Kiliseleri'ni, inşası Cenevizli tüccarlara 48.000 altına patlayan o yüksek kuleyi ve kapkara kesme taşlardan örülü surları dünyevî bir nura boğdu. Rüzgârın uğultusu kesildiğinde Kılıç Ali Paşa Camii'nin alemindeki hilâle tüneyen bir baykuş kanatlarını çırptı. Âh! Sessizliği işitip karanlığı görmek keşke mümkün olsaydı, işte o zaman müminlerin tespihlerinden gelen şıkırtılar, yediklerini köşe başında çıkartan bir sarhoşun göğsünden gelen hırıltılar, kuytularda büyü yapanların dudaklarından dökülen fısıltılar duyulabilir ve on binlerce altınlık servetlerden saçılan ışıkta parıldayan gözler, şuh kahkahaların çınladığı batakhanelerin kapılarında asılı kırmızı fenerler, tenha bir köşelerde kirli ellerin çektiği o pırıltılı hançerler seçilebilirdi. O gece dolunay kasvetli bulutların arkasında kaybolsa da Galata semti karanlığa boğulmadı; çünkü her ne kadar taş binaların kapkara mahzenlerindeki çifte asma kilitli demir kasalar içinde olsalar bile, Venedik dukası, Macar zolotası ve filorinlerden ibaret yüz binlerce altından yayılan uğursuz ve sapsarı nur, aç ve asla doymayacak gözleri aydınlatmaya, katı ve soğuk kalpleri ısıtmaya devam ediyordu. Gecenin o vakti, günlük hasılatına yer açmak için, keyfinden bir de türkü tutturarak elde kürek, mahzenindeki altınları savurup köşeye yığan bir tefeci, bu altınların her birinin acıklı da olsa bir hikâyesi olduğunu bilmezdi. Mesela, bu hırslı adamın ayakları dibindeki bir Venedik dukası, böyle bir serveti elde etmek için alnının teriyle tam 9 yıl çalışan Koca Migirdiç adlı sırık hamalının cepkenine, kara günde kullanmak için neredeyse 40 yıl boyunca dikili kalmıştı. Beli kırıldığı için yatalak kalan hamal, bu altını, Voyvoda yolunda bakkaliye dükkânı işleten Karagöz Kirami Efendi'ye 4 yıllık borcunu kapatmak için vermişti. Bakkalın para kesesindeki 19 altından biri oluveren bu sikke çok geçmeden tefecinin mahzenindeki on binlerce altına eklenmiş ve bakkal da borcunun kalan yarısını ödeyemediği için Galata Zındanı'nda 9 yıl hapis yatmıştı. Ancak Galata'da hayat tefeciler için bile kolay sayılmazdı. Nitekim, tersanedeki Kalyonlar Kâtibi Yağlıkazık Recep Ağa, damadına Azap Kapısı'nda yaptıracağı ahşap ev için aldığı borcu ödememek amacıyla, rüşvet vererek mumcubaşı emrindeki kolcuları tefeci Salamon Efendi'nin başına musallat etmişti. Bu zavallı tefeci de, Kalyonlar Kâtibinin borcunu silmesine rağmen, ayakları bir kez alıştığı için ikide bir haraç istemeye kapısına dayanan kolculara yıllarca adeta bir servet akıtmış, 100.013 altınından kala kala geriye 99.997 altını kalmıştı. 6 rakamlık serveti 5 rakama düşünce sinir buhranı geçiren bîçare tefeci, hayatında ilk kez bir hesap hatası yaparak servetinin altıda birini kaybettiği fikrine saplanmış ve adeta ilâhî bir aydınlanma sonucu, fakir din kardeşlerinin refahına katkı olsun diye her cumartesi hahama, kurye olarak kullandığı beş yaşındaki oğluyla 3-5 metelik göndermeye yeminler etmişti. İster demir kasalarda ister sadece hayallerde olsun para paraydı ve şu Galata semtinde, gemicisinden meyhanecisine, ayyaşından dindarına, bekçisinden kolcusuna kadar para peşinde koşmayan ve paranın satın alamayacağı bir tek âdemoğlu yoktu, deli marangoz hariç! YAZAR HAKKINDA 1960 doğumlu. Lisans, master ve doktora eğitimini Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yaptı. Halen aynı okulda öğretim üyesi. Yayımlanmış üç kitabı var: Puslu Kıtalar Atlası (1995), Kitab-ül Hiyel (1996), Efrâsiyâb�ın Hikâyeleri (1998) |
|
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|